Miraç ufkunda insanlığa hizmet

Ve İnsanlığın İftihar Tablosu, hiçbir kimseye müyesser olmayan Miraç’a çıkıyor....

SHABER3.COM

FİKRET KAPLAN- SAMANYOLUHABER.COM 

Üzüntü üzerine üzüntü… Mekke’nin, bugünkü insafsız ve hukuksuz insanlarına benzer, kindarları, hasetçileri gemi azıya almış. Günümüzde o zindanlardaki insanlara yapılanların kat katı, kadın-erkek denmeden çilenin kat kat fazlası o gün Kabede irtikâp ediliyor. Yetmiyor, bir de boykot kararı alınıyor. Bir soykırım adeta… 

İnsanlığın iftihar Tablosu’nun hayatta en çok sıkıldığı dönemlerden bir tanesi… Şi’b-i Ebî Tâlip’te boykot yaşıyor, üç uzun sene… Su yok, ekmek yok, çardak kurma yok, çadır yok. Çölün altında, beyin kaynatan sıcakta; bütün Beni Hâşim, orada yaşamaya mahkûm. Henüz inanmamış amcası Ebu Tâlib de onların içinde; analar anası, mübarek anamız Hazreti Hatîce de orada.. Güç bela buldukları çardaklara, çadırlara sığınıyorlar. Tam üç sene orada İnsanlığın İftihar Tablosu, Beni Hâşim ile beraber çileli bir hayat yaşıyor… Sadece kendisinin hüznünü değil, bütün müminlerin derdini de sırtlanmış, sallallâhu aleyhi ve sellem. 

Daha Kur’an-ı Kerim’den çok fazla ayet nâzil olmamış, din tamamlanmamış; denecek şeylerin hepsi denmemiş ama denenleri yeterli bulmuşlar; orada O’nunla (sallallâhu aleyhi ve sellem) beraberler sıkıntı çekiyor gökteki yıldızlar. Güneşin altında, kumun üstünde, yiyecek şey ya buluyorlar, ya bulamıyorlar. Öyle bir ızdırap içinde kıvranıp duruyorlar… Ama bu mevzu ile alakalı Siyer’de, Megazî’de, Hadis kitaplarında Efendimiz’den şikayet ifade eden tek bir cümle dahi duyulmamış. “Şunu çektik, bunu çektik!” dememiş. Yanında bulunanlar da kimseyi suçlu görmemiş. Ümitsizliğe kapılıp fikrini bulandırmamış.  Ne O (sallallâhu aleyhi ve sellem), ne de Beni Hâşim’den başkaları en zor şartlarda dahi yıkılmamış, bozgunculuk yapmamış.  

Yüce Allah’ın izniyle zamanı gelince de güveler kemiriyorlar boykot maddelerini… Zulüm bir an için sona eriyor sanki… 
Ama… o üç yıl boyunca çok ağır yıpranmalar olmuş. O sıkıntılı hayat, onları orada öyle yıpratmış ki, boykot sona ermiş fakat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) iki şoku birden yaşıyor. Çocukluğundan beri kendisini himaye eden, ona kol kanat geren Ebu Talib vefat ediyor. Ve hemen arkasından, o güne kadar O’na kucak açmış, destek olmuş, her şeyi ile O’nu tasdik etmiş mübarek anamız, analar anası Hatîce validemiz de ruhunun ufkuna uçuyor, kanatlanıp gidiyor bu alemden.

Bütün bu hüzün ve kederine rağmen insanları ebedî saadete yönlendirmek için duramıyor Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem). Panayır panayır, çarşı, pazar durmadan geziyor. Ama zulüm gittikçe daha da katlanıyor. Katmerleşiyor. ‘Amcacığım, yokluğunu ne çabuk hissettirdin!’ diyerek inliyor O Şefkat ve Merhamet Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve sellem). Taif’e gidiyor olmuyor. Geri dönüyor olmuyor. Her tarafta insanlık dışı muameleyle karşılaşıyor.  

Artık iyice hırpalanmış, zulüm altında inim inim inlemiş. Sebepler tamamen sükut etmiş. 
İşte böyle bir anda, İnsanlığın İftihar Tablosu, en âlî bir şey ile şereflendiriliyor, pâyelendiriliyor, taçlandırılıyor. Mirac’a davet ediliyor. 

Cenâb-ı Hak, İnsanlığın İftihar Tablosu’na diyor ki:
“Ey Habibim! Yeryüzünde bunca şeye maruz kaldın. Şimdi Seni huzuruma almak ve aradaki nikâbı kaldırmak istiyorum. Seni huzuruma çağırıyorum, misafir ediyorum; mihmandârın oluyorum!” 

Ve İnsanlığın İftihar Tablosu, hiçbir kimseye müyesser olmayan Miraç’a çıkıyor.
İnsanlık için çekilen o sıkıntılar, dertler, tasalar “Kâb-ı Kavseyni ev Ednâ”ya, vücub-imkân arası bir noktaya, bir zirveye ulaşmayı doğuruyor. Ümmet-i Muhammed’e de o noktaya giden o güzergâhı gösteriyor. Bir taraftan o sıkıntılar; bir taraftan hâlâ Kâbe’nin karşısına gidip orada bir rükûa, bir secdeye fırsat vermeyen müşriklerin vahşîce baskıları… Bütün bunların olduğu bir dönemde, bu sıkıntıların üst üste balyozlar halinde başına indiği dönemde, Allah (celle celâluhu) O’nu Mirac’ı ile sevindiriyor. Kendi cemâl-i bâ-kemâlini göstermekle, O’na “Habibim!” demekle şereflendiriyor. 

Efendimiz, bütün enbiyâ-i ızâmın bulunduğu göklere uğruyor. Hazreti İsa ile görüşüyor, Hazreti Musa ile görüşüyor; zirvede Hazreti İbrahim (aleyhisselam) ile görüşüyor. Cenâb-ı Hakk’ın cemâl-i bâ-kemâlini müşahede ile şerefyâb oluyor ve Cennet’ler de O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayağını basmasıyla O’nunla şerefyâb oluyor. O, Cennet’leri şereflendiriyor; aynı zamanda Kendisi de Cenâb-ı Hakk’ın cemâl-i bâ-kemâlini görmek ile şerefleniyor. 

İnsanlığın İftihar Tablosu bütün bunları ihraz ediyor. Orada kalabilir; ama, Şefkat Peygamberi, kendine has o derin merhamet hissi ve Cehennem’e sürüklenenlere karşı acıma duygusuyla, insanları ebedî saadete yönlendirmek için Mirac’tan şu mihnet yurduna geri dönüyor.

Geri döndüğü yerde sıkıntı var, ızdırap var, elem var.. boynunu sıkan, öldürmeye teşebbüs eden insanlar var.. İşkembeyi, sırtına koyan vicdansızlar var.. geçtiği yollarda önünü kesen vahşiler var.. Ashâb-ı kirâmı çarmıha gerenler var.. Bilal-i Habeşîleri, Sümeyye’leri, Yâsir’leri, Ammâr’ları kumun üstüne yatıran, kayaları onların üzerine koyan insafsızlar var… Dünya, O’nun için Cehennem. Fakat “Olsun!” diyor. O gördüğü şeyleri gördürmek, duyduğu şeyleri duyurmak, tattığı şeyleri tattırmak için Miraç’tan ayrılıyor, geliyor insanlığın içine; o Cehennem gibi hayatın içine geliyor.

O halde, “Git, kullarımı da buraya çağır!” deyip hediyelerle gönderiyor Allah cc:
“Bu, senin yolun! Bu yolda yürüyenler, aynen Senin yolunda Bana ulaşacaklar!” diyor. Ve İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) armağan olarak getirip ümmetine hediye ettiği beş vakit namaz ile onları da şereflendiriyor. 

Allah Rasûlü, akın akın Cehennem seline kapılmış, o akıntıya kapılmış, Cehennem’e dökülen insanlar dökülmesin diye, ciddî bir şefkat hissi ile dünyaya dönüyor. O’nun o şefkat, o acıma duygusu, O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) Miraç’tan dönmesine vesile oluyor.

Dünyada iken böyle bir ufka ulaşan Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetinin elinden tutmak için yine onların arasına döndüğü gibi ahirette de ümmetinden Cehennem’e gidenlerin çığlıklarını duyduğu zaman, onun kenarına kadar gidecek, onlara el uzatacak ve onları Cehennem’den çıkarmak isteyecektir.

Bediüzzaman Hazretleri, Resûl-u Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselam) ümmetine karşı olan bu benzersiz şefkatini ve merhametini şöyle ifade ediyor:
‘Sahih rivayetlerle haber verildiği gibi, mahşerin dehşetinden herkes, hatta peygamberler bile “Nefsim, nefsim!” dedikleri sırada, Resûl-u Ekrem (aleyhissalâtü vesselam), “Ümmetim, ümmetim!” diyerek merhametini ve şefkatini gösterecektir. O, dünyaya geldiği zaman, ehl-i keşfin tasdikiyle, validesi “Ümmetim, ümmetim!” şeklindeki yakarışını işitmiş. O’nun (aleyhissalâtü vesselam) bütün hayatı ve yaydığı şefkatli ahlâk güzellikleri, kusursuz merhametini ve şefkatini gösterir.’

Şefkat Peygamberi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) tattıklarını insanlığa da tattırmak için Miraç’tan dönmesi eşsiz bir “îsâr”dır ve aynı zamanda, ümmet-i Muhammed’e o fedakârlık ufkunu işaretlemektedir.

İşte dünyada kalınacaksa, bunun için kalınır: İnsanlığın elinden tutup ebedî saadete yönlendirmek… yani Hizmet için. Dünyada, böyle yüksek bir gâye-i hayal için durmaya değer. 
Sultanlar Sultanı (celle celâluhu) insanlara anlatılmayacaksa.. bu mevzuda bir hizmet, say u gayret ortaya konmayacaksa.. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sevdirilmeyecekse.. bir insanın hidayetine Allah’ın izniyle vesile olunmayacaksa.. şahsî hayat adına böyle yüksek bir gâye-i hayale bağlanılmayacaksa… yaşamanın ne gibi bir anlamı olabilir ki?  “Allah’ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin!” buyruluyor.

Samimi Hizmet gönüllüleri, bugün bu gâye-i hayale daha çok talipler. Ötede şanlı, namlı, nişanlı, adlı, ünvanlı hâle getirecek bir yolda yürütüyor Allah, onları. Onun için, Cenâb-ı Hakk, öyle yüce bir şeye talip olmanın bir parça sıkıntısını çektiriyor. Büyük bir şeyi elde edecekseniz, azıcık sıkıntı çekmeniz, âdet-i İlahîdir. “Belanın en çetini, en zorlusu, enbiyâ-ı ızâma… Sonra derecesine göre diğer insanlara gelir.”  

Bu sebeple, dünyanın başlarını döndürdüğü, bakışlarını bulandırdığı insanlar var gücüyle saldırıyorlar Hizmet gönüllülerine. Bu kıymetli, çok değerli olan Hizmet’i değersizleştirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Kur’an’ın ifadesiyle: “Bilerek dünya hayatını âhiret hayatına tercih ediyorlar.” 

Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-enâm, kendi ashabına “Arkadaşlarım!” diyor, “Ashabım!” diyor, “yol arkadaşlarım, dava arkadaşlarım, mefkûre arkadaşlarım, gâye-i hayal arkadaşlarım!” diyor. Diğer taraftan, her şeyin bittiği, boyunduruğun yere konduğu, “Allah’a inandım!” diyen insanların bile şeytana zil taktırıp oynattıkları bir dönemin geleceğini haber veriyor. Halkın kendini bozgunculuğa saldığı böyle bir dönemde ellerinden geldiğince tahribatı tamire, fesadı ıslaha çalışanlara da ‘Kardeşlerim!’ diyor. ‘O gariplere müjdeler olsun!’

Boykot döneminin sonunda, hüzün senesinin ardından Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in Miraç’la mükâfatlandırılması gibi, her sıkıntı fevkaladeden bir iltifatla taçlandırılmıştır. Meselenin sonucu bu ise, mü’min kaybetmiyor demektir. Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruh dünyasında, ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikten asla söz edilemez.

O gün, kadınıyla erkeğiyle, geride kalanıyla hicret edeniyle, dünya yüzüne güleniyle gülmeyeniyle, gazi olanıyla şehadet şerbeti içeniyle bütün sahabîler, kendi başlarına gelenleri Hakk’ın hususî iltifati, ihsanı biliyorlardı. Dağınıklığa meydan vermeden, suçlu arama peşine düşmeden, yıkıcı, kırıcı eleştirilere kapılmadan Allah’ın kendilerine sunduğu krediyi tam değerlendirirken diğer taraftan arkada kalanlar için kederlenip kavlî ve fiilî dualar ediyorlardı. Asla taş atmıyorlardı kadere. En küçük bir imayla olsun Yüce Yaradan’ı kimseye şikâyet etmiyorlardı.

Bizler de, Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize miras kalan bu “îsâr” ruhuyla hizmet ederken, gece âleminin taçları ve zamanın Allah’a en yakın zirveleri ya da O’na açılmanın rıhtımları, limanları, rampaları sayılan bu mübarek gün ve gecelerde, geride kalan arkadaşlarımızı unutmayalım. 

Hizmetimizin geleceği için her türlü fedakârlığa katlanarak sıkıntı çeken arkadaşlarımızı dualarımızda sık sık zikretmek bizim için öncelikli ve çok önemli bir vefa borcudur. Hislerimiz, heyecanlarımız ve beyanlarımızla her ellerimizi kaldırışımızda onlar için Cenâb-ı Hak’tan kurtuluş dilemek aynı davaya gönül vermenin gereğidir.

‘Ey çaresizler çaresi! Sebeplerin sukût ettiği, içtimaî ahvalin boz-bulanık bir hâl aldığı, her yanda zâlimlerin "hay-hûy"unun duyulduğu, yığınların çaresizlikle kâh sağa, kâh sola toslayıp durduğu şu karanlık günlerde, zulmet zulmet içinde kıvrananlara nezdinden bir ışık gönder.. sonsuz kudretinle bütün zulüm ve haksızlık ateşlerine bir su serp.. şeytanın ocaklarını söndür ve iblislerin boyunlarına çözemeyecekleri tasmalar geçir. Allahım, Sana ve dinine düşmanca davranmak suretiyle kendilerine yazık edenlerin akıllarını başlarına getir. Fakat, şayet muradın bu değilse, onların buna liyakat ve istidatları yoksa, bütün bütün gayz, kin, nefret ve düşmanlığa kilitlenmişlerse, onların haklarından gel; şerîrlerin şerlerinden bütün mü'minleri muhafaza eyle!.. 

Allah’ım! Zâtına ve Habîbine karşı bize, öyle delirtici bir iştiyak ver ki; başka bütün iştiyaklar, sinemizden silinip gitsin! Ey yegâne merhametli, başka bütün iştiyaklar, sinemizden silinip gitsin!.. Amin. 

Miraç Kandiliniz Mübarek Olsun. 
<< Önceki Haber Miraç ufkunda insanlığa hizmet Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER