Meylü'r - rahat ve celladı sehhar

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, yeni yazısını 'Meylü'r - rahat ve celladı sehhar' başlığıyla köşesine taşıdı.

SHABER3.COM

         Bediüzzaman Hazretleri, Müslümanları geri bırakan ve ilerlemelerine engel olan düşmanlardan sekizincisi hakkında diyor ki:

         “Sonra, umum meşakkatin anası ve umum rezâletin yuvası olan MEYLÜ’R-RAHAT (rahat düşkünlüğü)  geliyor. Himmet ve gayreti kaydedip bağlar, sefâlet hapisanesine atar. Siz de ‘İnsan için, çalışmasından, say ve gayretinden başka yoktur.’  (Necm Suresi, 53/39)  âyeti olan âlicenap mücâhid o  SİHİRBAZ  CELLÂD’a gönderiniz.

         “Evet size meşakkatte, büyük bir rahat var. Zira, fıtratı  müheyeyyiç (heyecanlı)  olan insanın rahatı sayu gayret ve mücadelededir.”

         On Yedinci Lem’a’nın Sekizinci Notasında deniliyor ki: “Vazifede (çalışıp gayret göstermekte)  lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil: Sen kendi âzâ ve duygularının hizmetlerine bak. Her biri şahsî bekân için ve nev’inin (insanlığın) bekâsı için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var.  Bizzat hizmet, onlara bir lezzet alma hükmüne geçiyor. Hatta hizmeti terketmek o organın bir nevi azabıdır.

         “Hem en zâhir bir delil de, horoz ve yavrulu tavuk gibi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedâkârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez onlara yedirir. Ve bir şevk, iftihar ve lezzet almakla o vazifeyi gördüğü görünür. Demek o hizmette yemekten fazla bir lezzet alır.

         “Hem küçük yavrularına çobanlık  eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu fedâ eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları duyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmek elemine üstün gelir. (…)

         “Hem bizzat hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şudur ki, nebatat ve ağaçlar, bir şevk ve lezzeti hissettiren bir tavır  ile Cenab-ı Hakkın emirlerine yapışıp onların gereğini yerine getiriyorlar. Çünkü her birinin dağıttığı güzel kokular ve müşterilerin nazarını çekerek ziyaretlerle süslenmeleri ve sümbülleri ve meyveleri için çürüyünceye kadar kendilerini fedâ etmeleri, ehl-i dikkate gösterir ki, onların İlahî emire sarılıp itaat etmelerinden dolayı öyle bir lezzetleri var ki, nefsini mahvedip çürütüyor.

         Bak başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, Rahmet hazinesinden lisân-ı hâl ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Nar ağacı sâfî bir şarabı, Rahmet hazinesinden alıp meyvelerine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.

         “Hatta hububatta dahi sümbüllenmek vazifesinde zâhir bir iştiyak görünür. Nasıl ki, dar bir yerde hapsedilen bir zât, bir bostana, geniş bir yere çıkmayı iştiyak ve arzu ile ister. Öyle de hububatta, sümbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor.

         “İşte Sünnetullah (Allah’ın koyduğu kanun ve nizam)  tabir edilen, kainatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz tenbel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle çalışıp gayret gösterenlerden daha ziyade zahmet ve sıkıntı çekerler. Çünkü daima işsizler ömründen şikayet ederler; eğlence ile çabuk geçmesini isterler. Sa’yeden ve çalışanlar ise, şükrederler, hamdederler ömürlerini geçmesini istemezler. ‘İstirahat içinde olan atâlet ve betalet ile ömründen şikayet eder  oturur; sa’y ve gayretle amel eden ise, şükreder durur’  küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki:  ‘Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır’  cümlesi darb-ı mesel olmuştur. (ataların dilinde).”

         Bu sekizinci düşman ve engel, damarlara işleyen bir hayat tutkusu ve rahat düşkünlüğü olarak gelişmeleri hep engellemiştir. Hem de bu, bir sihirbaz cellattır. Derler ki, bazı Çinli cellatlar o kadar hızlı kafa keserler ki, kestikleri kafa daha bir müddet omuzlar üstünde sağlam gibi durduğu için fark edilmez ancak yere düştükten sonra kesildiği anlaşılır. Bu rahat düşkünlüğüne tutulanlar  içten içe çürüyüp biterler de hala kendilerinin faal hizmetler içinde olduklarını sanırlar ve öyle mangalda kül bırakmadan övünür dururlar.

         Hz. Osman (r.a.)  döneminde İspanya’ya hizmet için bazı sahabeler gönderilmişti. Onlar orada tevhid anlayışında Hıristiyanlarla karşılaşmışlardı. Yani 325’teki konsilden sonra teslis, devlet tarafından kabul edilip, mecburiyetle temin edilince, Aryüs gibi bazı din adamı Hıristiyanlar, bu dayatmayı kabul etmedi. İznik’te, Antakya’da  ve İspanya’da bazı direnişçiler gizlice inanışlarını devam ettiriyorlardı. Tabiî devletin korkunç baskıcı gücü karşısında seslerini çıkaramıyorlardı. İşte o zaman Sahabe Efendilerimizin karşılaştıkları bunlardandı. Bunlarla rahat anlaşmışlardı. Ama zamanla irtibat kesilince İspanya’dakiler sanki unutulmuş gibi oldu. 710 senesinde Mâlik bin  Ziyad bir grup Müslüman ile bunları araştırmakla görevlendirilip İspanya’ya gönderildi. Onlar iyi haberlerle dönmüşlerdi…  Bir sene sonra da Tarık bin Ziyad komutasında bir ordu gönderildi. O günkü idareden hoşlanmayanlarla işbirliği yapılıp Cebel-i Tarık Boğazından İspanya’ya girmişlerdi. Muvaffak şekilde ilerlemişler ve büyük bir ordunun toparlanıp karşılarına çıkmasına fırsat vermeden Endülüs’e girmişlerdi. Ama Tarık  bin Ziyad’ın  üstündeki komutanın gelmesini beklemediği için bu muzaffer komutan cezalandırılmıştı bile, hatta zindana atılmıştı. Fakat aslında itaatsiz etmek niyetinde değildi. Durum öyle gerektirdiği için hızlı hareket etmek zorunda kalmıştı. Görüldüğü gibi bazan şartlar iyi niyetli ve başarılı insanları bile zor duruma düşürebiliyor…

         Peki, böyle başarılar devam ederken,  sekiz asra yakın bir Endülüs Medeniyeti ayakta iken, nasıl oldu da her şey birden berhava oldu. Meylürrahatın rolü ne idi?
<< Önceki Haber Meylü'r - rahat ve celladı sehhar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER