Safvet Senih- Samanyoluhaber.com
Kasım 2013 tarihli, 418 sayılı Sızıntı dergisinde Tuğrul Çağrı Yavuz’un Meryem’in Hikayesi başlıklı ibret verici güzel bir hikaye yayınlanmıştı. Bu gerçek olayın kahramanı Meryem’i Amerika’da gördüm. Şimdi artık sekiz yaşında… Elhamdülillah sapasağlam okuluna devam ediyor. Ama ben geriye dönüp Sızıntı dergisinden bu hikayeyi tekrar okudum ve özetlemek istedim:
Meryem anne karnında henüz 21. Haftasındayken annesi de acı çekiyor, şiddetli sancılar içinde kıvranıyordu. Doktor ‘yüksek riskli’ bire hamilelik durumu olduğunu söyledi. İki yıl önce de bir düşük vakası yaşanmıştı. Fazla hareket etmemesi gerekiyordu. Yurt dışında hizmette bulunuyorlardı. Bu durumu öğrenen diğer eğitim gönüllüsü öğretmenler bir çizelge yapmışlar her gün bir evden onlara yemekler geliyordu. Normal bir doğum 40 haftada gerçekleşeceğinden daha epey vakit olması lazım gelirdi. Yaşama şansı % 10 civarındaydı. Bir müddet sonra doktorlar enfeksiyon riskinin de arttığını söyleyerek hemen anneyi doğumhaneye aldılar. Meryem’in derisi kırmızı-mor arası bir renkte ve damarları seçilebilecek kadar saydam bir haldeydi. Doğumda doktorlar yüzünü düz çevirmeye çalışırken başının çeşitli yerlerinde morluklar oluşmuştu. Bu haliyle bebekten ziyade filimlerdeki uzaylılara benziyordu. Doktorlar akciğerlerine nefes borusu uzatıp solunum makinesine bağlamaya çalışıyordu. 23 haftalık 480 gramlık Meryem kendi başına nefes almaya çalışıyordu, bu sürpriz bir gelişmeydi. Doktorlar her an herşeyin olabileceğini Meryem yaşasa bile çok ciddi fizikî ve zihni komplikasyonlarla karşılaşacağını hatırlattılar. Babası o akşam kulaklarına ezan –kamet okuyup ismini fısıldamak istiyordu, ama uzaktan birşeyler yapabildi. Ondan sonra da bu macera 6 ay daha sürmüştü.
İlk günler oldukça zorluydu. Meryem’in karşılaşabileceği (bazıları ölümcül) riskleri uzunca bir listeyle bildirmişlerdi. Bunlar, çeşitli enfeksiyonlar, akciğer ve solunum problemleri beyinde kanama ve hasar, kalb-damar problemleri, bağırsak dokusu ölümü, körlük ve sağırlık, ayrıca, bunlara bağlı beyin felci, yürüyememe, konuşamama, algı ve öğrenme bozukluklarıyla fizikî ve zihnî engeller…
Bu enteresan hikaye Sızıntı dergisinde, babasının ağzından şöyle devam ediyor:
“Hastanede geçirdiğimiz aylar boyunca eşimle normal ve erken doğum hakkında öğrendiğimiz yeni bilgileri müzakere ediyorduk. Anne karnındaki mucizevî sistemde bebeğin organlarının teşekkülü, olgunlaşması ve aralarındaki uyum çok etkileyiciydi. Daha önce doğumlara ve bebeklere “olağan” nazarıyla bakmıştık. Fakat şimdi, bu Sistemin Sahibine (yine O’nun lütuf ve keremiyle) yönelmiş, sürekli dua ediyorduk. Ayrıca, bizi tanıyanlardan, duasının kabul göreceğine inandığımız insanlardan dua talebinde bulunuyorduk. Meryem, bu dualara icabetle hıfzedilecekti ve bu, doktorlarımızı daha da şaşırtacaktı.
“Risklerden biri de Meryem’in görme fonksiyonlarıyla alâkalıydı. Akciğer ve solunum problemleri sebebiyle bağlı olduğu cihazlardan Meryem’e % 70-80 oksijen ihtiva eden hava verildiği oluyordu (normal havada oksijen oranı % 21 civarındadır). Mekanizması tam anlaşılamasa da, yüksek oksijen oranı erken doğan bebeklerde retinaya sıklıkla menfi tesir ediyormuş. Doktorlarımız, Meryem’in gözlerini gerekirse, operasyona alacaklarını söylediler. Hatta Meryem’in esas doktoru: ‘Meryem buradan göz ameliyatı olmadan taburcu olursa, ben de şapkamı yerim!’ demişti. Amerikan kültüründeki ‘şapka yeme’ tabirini de bu vesileyle öğrenmiş oluyorduk. Aslında dindar bir Hıristiyan olan doktorumuza, Allah’a tevekkül ettiğimizi söyledik. Ancak o fazla ümitli olmamamız gerektiğini tekrar hatırlattı. Biz de hastaneden taburcu olmadan birkaç gün önce ona şapka şeklinde bir pasta yaptırıp hediye ettik; çünkü Meryem’e göz ameliyatı gerekmemişti. Doktorumuzu bu jeste çok içten teşekkür etmiş ve ‘Bu pastayı saklayabildiğim kadar saklayacağım. Ne zaman ona baksam Allah’ın büyüklüğünü hatırlayacağım! Gözümün açılmasına yardımcı olduğunuz için size teşekkür ederim.’ demişti.
“Evet, yaklaşık 6 aylık bir bakımdan sonra Meryem hastaneden taburcu oldu. Bilhassa ilk üç ayı bilinmeyenlerle geçen bu sürede, Meryem’i birkaç defa kaybetme endişesi, uzun süre kucağımıza alıp sevememe, çeşitli operasyon riskleri, ev-hastane arası mekik dokumalar, Meryem’i canının yanması, zihin ve beden fonksiyonlarındaki belirsizlikler bizim için ağır imtihanlar olmuştu. Bu zaman zarfında, sevindiren gelişmeler karşısında şükür, endişelendiğimiz durumlar karşısında da dua, tevekkül ve sabırdan başka yolların insanı isyana götüreceğini eşimle birbirimize telkin ettik. Zor anlarda İnşirah Suresi’nin ‘Şüphesiz her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır’ mealindeki âyetleri kalbimize düşürüldü. Benzer durumdaki diğer ailelerin durumu da bizi oldukça üzüyordu. Bu insanlar olanlara bir açıklık getiremiyor, bazıları güçlüklere dayanamayıp bebeklerini hastanede terk ediyorlardı.
“Meryem bugün üç yaş civarında. (2013 de) Tahminlerin aksine, fazla gecikmeden emeklemeye, yürümeye ve konuşmaya başladı. Hastaneden çıktıktan sonra da gerekli tedavileri gördü. Birkaç küçük problem haricinde (geceleri öksürme ve yürürken bazen düşme gibi) Meryem, hamdolsun, şu anda oldukça sağlıklı. Hatta doktorlarımız Meryem’e hastalık kapmaması için, kapalı ortamlarda kalabalıkla uzun süre birlikte bulunmayı yasakladıkları halde, bunu kısa zamanda kaldırdılar. Erken doğan pek çok bebek taburcu olduktan sonra, hastalıklar yüzünden birkaç defa hastaneye yatırılmasına rağmen, Meryem’i rutin kontroller dışında hastaneye götürmemiz gerekmedi (binlerce şükür olsun!). Kontrollerde Meryem’i görüp ne kadar küçük doğduğunu öğrenen doktorlar şaşırıyorlardı. Özellikle Meryem’i nöroloğu, dualara icabet ile bebeğin yaşadığına inandığımızı belirttiğimizde: ‘Size katılıyorum. Çünkü bu kadar erken ve küçük doğan bir bebeğin bu kadar sağlıklı bir durumda olmasını bilim ve tıp ile açıklayamayız.’ dedi.”
Evet, biz de, dualara icabet eden, tahammülümüzün üstünde yük yüklemeyen, her icraatı hikmetli, çok şefkatli Rabb’imize (celle celâluhu) tekrar binlerce hamd ve şükrediyoruz.