Benim duymadığımı zannederek, arkadaşlarından öğrendiği haberi bana anlatmak için oyunu bırakıp koşarak geldiğinde nefes nefese kalmıştı.
Kelimeleri ardı ardına öyle heyecanla sıralıyordu ki; duyduğu şeylerin bir çırpıda dudaklarından dökülmesini, meramını bana anlatıp, aylardır ayrı kaldığı babasına kavuşma fırsatının doğduğunu düşünerek bunu benden teyit etmemi istiyordu adeta.
Kapıyı hızlı kızlı vurarak, bir an evvel açmamı isteyen oğlumu daha evvel hiç böyle görmemiştim. Kapıyı açtığımda ayakkabılarını çıkarıp, içeriye girmeyi beklemeden anlatmaya başladı. Diğer zamanlar; binanın merdivenlerinde, kapı önlerinde yüksek sesle konuşulmayacağını bilen ve buna dikkat eden oğlum bu kuralları unutmuştu.
"Anne çıkmış çıkmış" diye nefes nefese anlatmaya başladı.
"Oğlum içeri gir" dedim. "İçeride sakin sakin anlatırsın" Ama sakinleşeceğe benzemiyordu. İçeri aldım koltuğa oturtup ben de dizinin dibine yere oturup gözlerimi oğlumun babasının gözlerine benzer gözlerine diktim; "Haah" dedim "Şimdi anlat bakalıım"
"Benim babam da çıkar değil mi anne" diye; gözlerime bakıp, kendi düşüncesini destekler mahiyette cevap vermemi bekliyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece sustum ve sıkı sıkı sarıldım yavruma. Anlattığı haberi biliyordum. Duymaması için de uğraştım ama olacağa çare yoktu. Hem ne kadar gizleyebilirdim ki.
"Anne, Mert'in babası çıkmış hapisten" dedi. ''Benim babam da çıkar değil mi anne" diye de ekledi.
Allah'ım, öyle bir deyişi vardı ki bu sözü. Onun sevincine ortak olduğumu göstermek istiyordum ama; bir şeyi ona izah etmem lazımdı. Beynimde fikirler zikzaklar çizerek dudağa gelecek kelimelere yol ararken; öyle çaresizdim ki. Onun bir tebessümüne neler verirdim. Ama hakikati anlatmam lazımdı. Sırf oğlumun sevinci kursağında kalmasın diye onu yapmacık hareketlerle oyalayamazdım. Hem nereye kadar. Hakikatin er-geç anlaşılması gibi bir huyu var ki; Hz. Adem'den kıyamete kadar bu huyu değişmeyecekti.
"Hakikati söyleyip kurtulmak varken insanlar er-geç ortaya çıkacak yalanları niye söyler ki" derdim hep. Yalan öyle kötü bir illet ki; yalanın anlaşılmaması için ilk yalandan daha büyük bir yalan, sonra onun için ondan daha büyük bir yalan söylenir. Ve bu iş öyle bir hal alır ki, dönüp baktığınızda geri, keşkeler çoğalmış, nedamet üstüne nedamet katlamış. Belki dünya kazanılmış ama ahiret kaybedilmiş oluyor. İşte şimdi böyle bir imtihanla karşı karşıyaydım. Düşüncelerime tamamen zıt bir şeyi uygulayamazdım. "Beş yaşındaki bir çocuk bunları anlar mı ki" diye beynimde fikirler çatışırken. Anlayacağını umarak oğluma durumu izah etmeye karar verdim.
Ellerini ellerimin içine alıp önce doyasıya koklayıp öptükten sonra.
"Benim aslan oğlum" diye söze girdim. "Biliyorum Mert'in babasını salmışlar" Daha sözümü bitirmeden;
"Benim babamı da salarlar" dedi. İçimden "Allah'ım ne olur yavruma bir travma daha yaşatma" diye inledim. İçimde hakikat adeta çırpındıkça çırpınıyordu "Sal beni" der gibiydi
"Evet" dedim. Salacaklar. "Ama bu hemen değil"
Bir anda ciddileşti. Allah'ım babasına ne kadar benziyordu. Gözlerini gözlerime dikti.
"Niye ki" dedi. "Mert'in babası da babamla aynı okuldalardı. Mert de benimle aynı kreşe gidiyordu. Benim babamı da salarlar" Defalarca yutkundum. Dudaklarımı ısırıp, kaçırdım gözlerimi yavrumdan
"Anneciğim bak! Sen artık büyüdün. Babanın yokluğunda evimizin erkeği sen oldun. Onun için evin erkeği bazı şeyleri bilmesi gerek ki; evin reisliğinin hakkını verebilsin. Şimdi beni iyi dinle Yusuf Bey" diye, bir beyefendiye hitap eder tarzda ciddiyetle anlatmaya devam ettim.
"Sana anlatacağım şeyler hoşuna gitmeyebilir ama, bilmen lazım. Yalnız bu anlattıklarımız burada kalsın. Arkadaşlarınla bunları sakın paylaşma.''
"Niye ki" dedi yine. Benim masum meleğim.
"Anneciğim, babana ve her içeri girene oradaki görevliler kötü davranarak itirafçılık adı altında iftiracılık yapmaya zorluyorlar, dediklerini yapmaları durumunda oradan kurtulacaklarını söylüyorlarmış"
"İtirafçı olmak ne anne. Kötü birşey mi"
"Evet kötü bir şey ama, görevliler içerideki o insanlara çok kötü davrandıklarından oradan belki kurtulabiliriz diye, o görevlilerin bilmediği, dışarıdaki sohbet arkadaşlarının ismini istemeyerek veriyorlar. Bundan dolayı bu sefer dışarıda olanları da tutukluyorlar. Buna itirafçılık deniyor annem. Onun için bunları arkadaşlarınla paylaşma ki Mert ve ailesi utanıp zor durumda kalmasın"
"Hıı" dedi bir tanem.
"Şimdi Mert'in babasına çok kötü davranmışlar. O da hasta olduğu için dayanamamış sohbet arkadaşlarının ismini vermiş. Yani kendisi çıktı ama bu sefer de dışarıda olan on iki arkadaşı daha içeri girdi"
"Anne" dedi. "Babama söyleyelim ne olursa olsun itirafçı olmasın. İtirafçılık çok kötüymüş. Şimdi Hasan'ın, Emre'nin ve bir sürü arkadaşımın da babası hapse girdi. Onlar da benim gibi babasına hasret kaldılar. Daha fazla arkadaşım babasına hasret kalmasın"
O zamana kadar gizlemeye çalıştığım gözyaşlarıma hakim olamadım. Sarıldım sıkı sıkı. Saldım gözyaşlarını bitevi.
"Erkeğim benim! Biliyordum senin ne kadar büyüdüğünü. Aslan oğlum benim. İşte şimdi tam erkek oldun. Babasının oğlu. Canım oğlum"
"Ağlama anne" dedi. "Ben beklerim babamı. Yeter ki başka arkadaşlarım da babasız kalmasın" dedi, geçti her akşam babasının eve geliş saatinde beklediğimiz pencerenin önüne. Daldı uzun uzun hayallere. Neler hayal ediyordu bilmiyordum.
"Annem sana kurabiye yaptım yer misin" dedim. Beni duymadı bile. Ben de hayallerini bölmemek için odama geçip iki rekat namaz kılmak istedim. Namazımı bitirdim açtım ellerimi.
"Ey kapısına gelenleri boş çevirmeyen, Rahmeti sonsuz Rahman, Rahim, Kerim Settar, Cebbar Allah'ım! Kapına geldik rahmetine iltica ediyoruz Rabbim. Senin her şeye gücün yeter. Sen her şeye kâdirsin. Hizmet-i İmaniye ve Kur'aniye davasına gönül vermiş, öğrencisinden öğretmenine, memurundan esnafına, polisinden doktoruna, her türlü meslekten oğullarımızı kızlarımızı, kardeşlerimizi, abilerimizi ablalarımızı, Hocamızı ve hocalarımızı, Sen her türlü bela ve musibetten, kâfirlerin ve zâlimlerin, İslam adına fitne ve fesat şebekelerini fütursuzca kullanan siyasetçilerin, dost görünen düşmanların, mü'min görünen münafıkların şerrinden muhafaza eyle" diye duaya başlamıştım ki arkadan bir hıçkırık sesi duydum. Baktım ki yavrum ellerini açmış dua dua yalvarıyor.
Kabul et Ya Rab, kabul et Ya Rab...
Zeynep ZAHİDE