Erdoğan'ın seçim mitinglerinde diline doladığı çocuk ve aile meselesine çeşitli kesimlerden tepkiler sürerken, Zaman Gazetesi Yazarı Mehmet Kamış, bunun çirkince üzerinde tepinilecek bir mesele olmadığını yazdı. Kamış yazısında, "Bol bol referans verdiği Bediüzzaman da hiç evlenmemiş ve dünyadaki en büyük mutluluk olan evlat sevgisinden mahrum kalmıştı. O zaman insan döner senin evlatlarını sorgular. Üstelik ortaya çıkanlar senin hiç de iyi bir baba olmadığını gösteriyorken. Marifet, evlat sahibi olmak değildir, evlada müstakim olmayı öğretmektir. Şimdi soruyu şöyle soruyorum: Evlatlarına haramı-helali, helalinden kazanmayı öğrettin mi?" ifadelerini kullandı.
Bunun, çirkince üzerinde tepinecekleri bir mesele olmadığını siyasetçiler bilmezler mi? Yoksa sıkışmış, hırsızlık yaparken suçüstü yakalanmış olanlar, kendilerini savunmak için bu meseleyi pervasızca ağızlarında sakız yapabilirler mi?
Siyasetçilerin işine geldiği zaman bol bol referans verdiği Bediüzzaman da hiç evlenmemiş ve dünyadaki en büyük mutluluk olan evlat sevgisinden mahrum kalmıştı. Bunun sebebini bakın nasıl açıklıyor: “Kırk seneden beri gayet dehşetli bir dinsizlik cereyanının hücumu karşısında, her şeyini feda edecek gerçek fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur’an-ı Hakîm’in hakikatine, değil dünya saadetimi, belki lüzum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeye karar verdim. Değil bir sünnet olan geçici dünya eşlerini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırakmaya mecburdum ki; hakikî ihlâs ile Kur’an hakikatine hizmet edebileyim. Çünkü bu dehşetli dinsizlik komiteleri, öyle dehşetli hücumları ve desiseleri yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için a’zamî fedakârlık yapmak ve dini hareketlerini Allah’ın rızasından başka hiçbir şeye âlet yapmamak lâzım geliyordu.’’
Allah insana evlat vermeyebilir. Çok ister, çok çaba harcar, tıbbın bütün gelişmelerini kullanır ancak yine de evlat sahibi olamayabilir bir insan. Biz evladı verenin Allah olduğuna, bu konuda tek karar vericinin O olduğuna mutlak inanırız. Bundan dolayı kimse ne kınanabilir, ne suçlanabilir. Bilakis böyle ağır bir imtihana tahammül ettiği için o insanlara çok büyük saygı duyulur. Ancak bir de Bediüzzaman gibi büyük dimağlar vardır ki, bunlar milyonlarca evladın selameti için kendi evladını sevmeme fedakarlığında bulunurlar. Onların bütün hayali milletin imanını selamette görmektir. Öyle ki, onların evladın cennet kokusunu bile koklamaya harcayacakları zamanları yoktur.
Tıpkı Bediüzzaman gibi Fethullah Gülen Hocaefendi de bütün hayatını soruşturmalarda, kovuşturmalarda, takiplerde, aranmalarda, sürgünlerde geçirmiş, dünya nimeti adına hiçbir şeye tenezzül etmeyen bir hayat kurgulamış kendisine. Bu yüzden yar peşinde koşacak, evlat kokusunda harcayacak bir vakti olamamış. Bunun yerine dünyadaki milyonlarca çocuğu evladı bellemiş, hepsinin acısını acı bilmiş, bütün hayatını onlara vakfetmiş. Kendisini dinleyen herkese de o çocukların imdadına koşmalarını öğütlemiş. Fethullah Gülen Hocaefendi’ye söylenecek en son şeydir evlat sahibi olmadığı... Ya da daha önceki yalanlardan çok daha büyük bir yalandır böyle bir iddiada bulunmak. Bütün hayatını çocuklara ve yeni nesillere vakfetmiş birisine böyle bir söz söylenmez çünkü.
O zaman insan döner senin evlatlarını sorgular. Üstelik ortaya çıkanlar senin hiç de iyi bir baba olmadığını gösteriyorken. Senin de söylediğin gibi, hiçbir baba evladından hırsızlık öğrenmez, her çocuk ne öğreniyorsa babasından öğrenir. Marifet, evlat sahibi olmak değildir, evlada müstakim olmayı öğretmektir. Şimdi soruyu şöyle soruyorum: Evlatlarına haramı-helali, helalinden kazanmayı öğrettin mi?