CNN Türk’te yayınlanan Aykırı Sorular programında sorularıyla birçok ünlü düşünürü, yazarı, çizeri ve siyasetçiyi terleten başarılı sunucu Enver Aysever, programı ile ilgili eleştirilerden televizyonculuk dünyasına, Soma olaylarından Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Kehkeşan Dergisi’ne çok özel açıklamalarda bulundu.
Televizyon kadar edebiyata ve sahne sanatlarına düşkün olduğunu belirten Enver Aysever, küçüklüğünde “eli kalem tutan biri” olarak algıladığı tiyatroyu çok önemsediğini ve sanata düşkünlüğünün o yıllarda arttığını belirtiyor. TV işine kamera arkasında başladığını ifade eden Aysever, programının 2 yıldır gündemde olmasını sorduğu gerçek ve samimi sorulara bağlıyor ve ekliyor, “Türkiye’de basbayağı bize dayatılan talk şovlara karşı bir program yapıyorum.”
Programı hakkında eleştiriler aldığını da belirten başarılı sunucu, “Benden hoşlanmayan kişiler genellikle ideolojik duruşumdan ya da programcılık tarzımdan hoşlanmıyor. Ama gayri samimi olduğum için değil öyle olduğum için hoşlanmıyorlar. Mesela “böyle soru mu sorulur?”, “adam kantarın topuzunu kaçırdı”, “cahil” diyenler de var. Bunların hiçbirinin benim için bir önemi yok.“ dedi.
Hayatını televizyonculuk yaparak geçirmek istemediğini belirten başarılı sunucu, “Ben bir romancıyım, yazarlığa zaman ayırmak istiyorum. Ayrıca TV’yi bir şöhret aracı olarak gören, oradan çıktıktan sonra unutulma travması yaşayanlardan biri olmak istemem, böyle bir duygum da yok. Önümüzdeki “X” kadar dönem sonra haftada, belki de sadece bir gün olan, meseleleri daha derinlikli tartışabileceğim, farklı formatta bir yayın düşünebilirim.”dedi.
Günümüz toplumu için nitelediği “Kültürel Şizofreni” tanımına açıklık getiren Enver Aysever, “ İki tane temel kavramdan bahsettim aslında, birisi “entelektüel sefalet” bir diğeri ise “kültürel şizofreni”. “Entelektüel Sefalet”, cehaletin kutsandığı bir çağı yaşadığımızı düşündürüyor bana. Fazla bilgi, kişiyi entelektüel derinlikten, diyalektik akıl yürütme olanağından yoksun kılıyor. Bilgi bombardımanı arasında ayıklama yetisine sahip olmayan kimseler, bir şizofreni yaşıyor. Gelen bütün bilgiler çeldirici ve birbiriyle taban tabana zıt olunca karmaşa doğuyor. Birbiriyle bir araya gelmesi mümkün olmayan fikrileri, olguları hiçbir entelektüel dayanakta olmadığı halde savunur ya da karşı durur hale geliyor insan. Bunlar hep bu TV, İnternet çağının sorunları.”
Son dönemdeki Türkiye gündemine de değinen Aysever, Türkiye’de bir baskı rejiminin olduğunu söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü; “ Düşünsenize bir başbakan, dünyayı sadece kendinden ibaret sayıyor. Daha vahim sorunlar da var. Din merkezli siyaset, her şeyi Allah’a havale etme anlayışı, bu dünyada hesap vermekten vazgeçmek, tüm bunlar sağlıklı toplumların öngörebileceği durumlar değil. İnsanlarımız 12 Eylül’den sonra, özellikle de askerlerin içinde olduğu dönemde bir eline Kur’an, bir eline bayrak verilerek uyuşturuldular. “Hamdolsun” kavramı bile “hakkını arama, bulunduğun durumu sorgulama, işsiz olsan bile sesini çıkartma, örgütlenme, kadere boyun ey” haline getirildi. Bunun adı siyaset dilinde sömürü ve köle düzenidir.
Soma’da yaşanan acı felakete ile ilgili konuşan Enver Aysever, “Soma meselesi sahici bir gündemdi, ama tartışıldığı biçimde değil. Neoliberal politikalar, can güvenliği, işçi güvenliği, sendikal örgütlenme hakkı, iş hayatının boyutları, işçi sınıfının durumu, o asgari yaşam koşulları, insanların köleleşmesi vs. Biz tüm bunları gündeme getirdiğimizde demode diyorlardı, tipik solcular diyorlardı. O demode solcuların tartıştığı her şey bugün tartışılıyor. Üstelik o dille tartışılıyor fakat bilmediğiniz bir alanda tartışıyorsunuz. Yahu sömürü, kölelik bitti de bu ülkede biz mi görmedik. Sömürü ve kölelik sürüyor dedik ve işte önümüzde somut örneği. Kentler büyük rant üretiyor. İktidar, neoliberal politikalarla 12 Eylül’den sonra, insansız bir dünyada rantı sürekli üretmek ve paylaşmak zorunda kaldı. Bu nedenle bugün insan can güvenliği, sağlığı, tarihsel miras filan hiçbiri önemli değil onlar için.
Son olarak Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik Kehkeşan Dergisi’ne özel açıklamalar yapan başarılı sunucu, “Cumhurbaşkanlığı seçim sistemi baştan yanlış. İnsanların kendi oyunu kullanarak cumhurbaşkanını seçmesine karşı değilim. Ancak önce oyunun kuralları koyulur sonrasında seçim yapılır. Türkiye’de başbakanın bize dayattığı o dar elbiseye eyvallah diyecek halimiz yok. Yüzde 52’yi bulup Cumhurbaşkanı da olsa gayrimeşru değil, çünkü diğer yüzde 48’in tamamen reddettiği, bu kadar ayrıştığı bir yerde bizlere adil olduğunu hissettiremeyecek. Çatışma ortamı doğacak. Kaldı ki başbakanın bugüne kadarki siyasette dehası denilen şey, önce asker, sonra Ergenekon, sonra cemaat üzerinden düşman yaratarak kendi tabanını konsolide etmesi. Bu başarı getirebilir ama huzur getirmez, kalkınmışlık ve demokrasi getirmez.” dedi.
Röportajın tamamını Kehkeşan Dergisi’nin Haziran sayısında bulabilirsiniz.