'Bu seçimde hiç görülmemiş şeyler oluyor' diyen Yeni Asya Yazarı Kazım Güleçyüz yazısında "Herşeyin arkasında “paralel yapı”yı arar hale gelen bu halet-i ruhiyenin normal ve sağlıklı bir psikoloji olduğunu söylemek mümkün mü? Demokratik olgunluk, bu konuların daha sakin ve mutedil üslûp ve söylemlerle tartışılmasını gerektirmez mi? Ortalık vatan hainliği, itikadî sapıklık, münafıklık suçlamalarından geçilmiyor. Tam bir paranoya... İktidar uğruna değer mi?" diye sordu
Bu psikolojinin arkaplanında, kendilerinin, istiklal harbinde bütün milletin katılım ve desteğiyle kazanılan zaferin ardından, bu zaferde büyük emek ve gayreti geçen hemen herkesi dışlayıp tasfiye ederek iktidarı ele geçirmiş olmaları ve bu yüzden o iktidarın her an ellerinden alınması ihtimalinden korkmaları yatıyor.
Nitekim 1950’de demokrasiye geçilmesiyle, korktukları başlarına geldi. İktidarı kaybettiler. Ama peş peşe yaptıkları ihtilal ve müdahalelerle, derin iktidarlarını korumaya çalıştılar.
İrtica paranoyasının nerelere vardırıldığının yakın dönemdeki en uç ve trajikomik örneklerini 28 Şubat sürecinde hep birlikte yaşadık.
O devrin artık geride kaldığını düşündüğümüz şu günlerde ise, yine paranoya boyutlarına varan refleksler sergilendiğini görüyoruz. Bu defakilerin çıkış adresi, AKP iktidarı.
Evvelâ 7 Şubat 2012’deki MİT krizi, sonra özellikle geçtiğimiz 17 Aralık’ta başlatılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu, iktidar tarafından, “paralel yapı”nın hükümeti devirmeyi amaçlayan darbe girişimleri olarak yorumlandı.
Ardından, aynı yapının “ahtapot gibi” bütün devlet kurumlarına el atıp sızdığı iddia edildi.
Artık emniyetten yargı, istihbarat, TSK ve YSK’ya, TİB ve TÜBİTAK’tan Adlî Tıp’a, SGK’dan BBDK’ya, her kurumda “paralel yapı” aranıyor. Başlatılan tasfiye furyası, hiç hız kesmeden ve daha da yaygınlaştırılarak devam ediyor.
İhanetle suçlanan “paralel örgüt”ün hedefi, yerel seçimde AKP oylarını olabildiğince aşağı çekmek ve ardından cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ın önünü kesmek, dahası “Erdoğan’sız AKP ve Türkiye” olarak ifade ediliyor.
Ortaya atılan iddia ve ithamlar, ses kayıtları, yayınlanan broşürler bu çerçevede yürütülen yıpratma kampanyası ile irtibatlandırılıyor. Herşeyin arkasında “paralel yapı”yı arar hale gelen bu halet-i ruhiyenin normal ve sağlıklı bir psikoloji olduğunu söylemek mümkün mü? Demokratik olgunluk, bu konuların daha sakin ve mutedil üslûp ve söylemlerle tartışılmasını gerektirmez mi? Ne bu şiddet, bu celal? Türkiye 1950’den beri birçok yerel ve genel seçim yaptı. Hepsinde belli ölçülerde heyecan ve gerilimler yaşandı. Tartışma ve polemikler oldu. Yayınlar yapıldı, broşürler çıkarıldı. Suçlayıcı iddialar ortaya atıldı, cevapları verildi...
Ama bu seçimde, evvelce hiç görülmemiş şeyler oluyor. Ortalık vatan hainliği, itikadî sapıklık, münafıklık suçlamalarından geçilmiyor. Tam bir paranoya... İktidar uğruna değer mi?