'Medrese-i Yusufiye'

''Ayette ifade edilenlere bir bakalım, bir de bu süreçteki zâlimlerin hapse attıkları masumların hâline bir bakalım; elbette pek çok benzerlikler göreceğiz…''

SHABER3.COM

Abdullah  Aymaz / samanyoluhaber.com
Medrese-i Yusufiye

Yusuf Aleyhisselam, kadınların ayartmalarından ve kışkırtmalarından, komplo ve tuzaklarından, en sonundaki  hapis tehdit ve tahkirlerinden sonra Cenab-ı Hakk'a iltica etmesinin ve hapse girme isteğinin neticesinde, göklerden yüce karar indi: 
Rabbin onun bu duasını kabul ederek kendisini kadınlardan uzak tuttu. Hiç şüphe yok ki, O, Semî’dir, her şeyi işitir, Alîm’dir herşeyi bilir… Sonra adamlar, Yusuf’u belirli bir süre için hapse atmaya gerekli gördüler. (Halbuki, onun masum olduğunu, iftiraya uğradığını ispatlayan bunca delil gözleri önünde duruyordu.)” (12/ 34-35)  

Bu son ayette ifade edilenlere bir bakalım, bir de bu süreçteki zâlimlerin hapse attıkları masumların hâline bir bakalım; elbette pek çok benzerlikler göreceğiz…

Artık hapishane hayatı başlamıştır. İçine girip bu medresede yaşananlara bir göz atalım:

“Yusuf ile birlikte, iki genç de hapse girmişlerdi. Bunlardan biri  ‘Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm.’ dedi. Öbürü de dedi ki, ‘Rüyamda başımın üzerinde bir somun ekmek taşıdığımı gördüm, onu kuşlar yiyorlardı. Bu rüyalarımızın ne mânaya geldiğini bize haber ver. Çünkü seni iyilik sever, birisi olarak görüyoruz.” (12/36)

Evet, utanmadan arlanmadan yapılanlar iyice ayyuka ve ortaya çıkınca, kendilerini temize çıkarmak için, algı operasyonları ile masumları şeytanlaştırıp suçlu hale sokarak güçlüler, muktedirler ve derinler hep birlikte  elbirliği işe onları hapislere tıktıkları gibi babasından da büyük bir peygamber olan Hz. Yusuf Aleyhisselamı zindana atıyorlar. Ama Hz. Yusuf  orasını  bir üniversite gibi görüyor ve hemen öğretim ve eğitime başlayarak soru sorunlara cevapları vermeye  gayret ediyor. Ama sorulan rüyaları bile tabir etmeden önce tevhid dersine zemin hazırlayıp  davasını anlatmaya başlıyor: “Yusuf dedi ki: ‘Payınıza ayrılan yemek, henüz önünüze gelmeden önce onun ne olduğunu size bildirebilirim. Bu, bana Allah’ın öğrettiği ilimdendir. Ben Allah’a iman etmeyen ve âhireti inkâr eden milletin dininden çıktım. Onun yerine atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinlerine tâbî  oldum.  Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu iman, Allah’ın gerek bize ve gerekse bütün insanlara yönelik bir lütfudur. Fakat insanların çoğu Allah’a şükretmezler.” (12/37-38)

Tatlı ve yumuşak bir edâ ve uslübla bir giriş yaparak, gerçekleri gözlerinin önüne seriyor. Kendisini de onlarla bir tutup kader arkadaşlıklarını hatırlatarak esas davasına geliyor: “Ey hapisane arkadaşlarım, çok sayıda ilâha inanmak mı, yoksa ezici irade sâhibi tek Allah’a iman etmek mi hayırlıdır? Allah’tan başka taptığınız ilahlar, ya sizin veya atalarınızın taktığı bir takım boş, içeriksiz isimlerden başka bir şey değildirler. Allah onlara hiçbir güç vermiş değildir. Hüküm ve hâkimiyet sadece Allah’ın tekelindedir. O, yalnız Kendisine kulluk sunmanızı emretmiştir. Dosdoğru din, işte budur. Fakat insanların  çoğu bu gerçeği bilmiyorlar.’ (12/39-40)

“Ey kader birliğimiz olan zindan dostlarım, arkadaşlarım!” diyerek onları kendi safına çekiyor, sevgilerini kazanıyor. Sonra şirk ve inkâr düzenini sarsıcı ve zihinlerde yerle bir edici bir tarzda hitaba başlayıp, kendi davasının özüne ve inancının temeline inmeye başlıyor… Tam bir isabetle meseleyi gözlerinin önüne seriyor. Hemen akabinde de rüyalarının yorumunu yapıyor:
“Ey hapishane arkadaşlarım, rüyalarınızın yorumuna gelince, biriniz eskisi gibi efendisine içki sunacak, öbürünüz ise idam edilecek ve başını kuşlar gagalayıp kemirecek. Benden yorumlamamı istediğiniz rüyalara ait hüküm bu şekilde kesinleşmiştir.” (12/41)

Bu tabirden sonra da, kendi durumunu krala arz edilmesini istiyordu. Çünkü araştırma-soruşturma olmadan adâletsiz bir şekilde zindana atılmıştı: “Yusuf, kurtulacağını  tahmin ettiği arkadaşına; ‘Efendinin yanında benden söz et.’ dedi. Fakat şeytan efendisine Yusuf’tan söz etmeyi adama unutturdu. Bu yüzden Yusuf, daha birkaç sene hapiste kaldı.” (12/42)

O dönem Hiksoslar yani Çoban Krallar dönemi idi. Onlar Firavunlar dönemindekiler gibi, kendilerini tanrı veya yarı tanrı diye lanse edenlerden değillerdi…

Fakat içki sunan adam saraya dönünce, o hayatın şatafatından Yusuf Aleyhisselam'ın  meselesini krala anlatmayı unutmuştur. Aslında, Cenab-ı Hak, muhlas yani ihlasa erdirilmiş Hz. Yusuf’a tek yardımcı Kendisinin olduğunu göstermek istiyor; o makam ve mertebenin gereği olarak, Allah’tan başkasından yardım ve kurtuluş beklememesini istiyordu…. Bu eğitimle bu şuura yükseliş tamamlandıktan sonra, Cenab-ı Hak Hz. Yusuf Aleyhisselam için halas ve necat imkânlarını hazırlamaya başladı:

“Bir gün Kral dedi ki: ‘Ben rüyamda yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini, ayrıca yedi yeşil ve bir o kadar da kuru başak gördüm. Efendiler, eğer rüya yorumlamayı biliyorsanız, bu rüyamın ne anlama geldiğini bana söyleyiniz.’ Kralın adamları dediler ki; ‘Bu gördükleriniz bir takım karmaşık, birbirinden kopuk hayallerdir. Biz karmaşık hayal yığınlarının yorumunu bilemeyiz.” (12/43-44)

Bu ayetlere kadar üç rüya anlatıldı. En başta Hz. Yusuf Aleyhisselam'ın rüyası… Hapishanede iki gencin rüyaları ve en son kralın rüyası…

Üstad Hazretleri rüyaları anlatırken: “Rüya üç nevidir. İkisi Kur’an’ın tabiriyle ‘adğasü ahlâm’ yani demet demet karışık hayal yığınlarından  meydana gelen düşler deyimine dahildir, tabire değmiyor. Mânâsı varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın bozulmasından, hayal gücü şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvîrat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen heyecan verici hadiseleri hayal duygusu hatırlar, tâdil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım ‘adğusü ahlâm’dır, tabire değmiyor. Üçüncü kısım ki, sadık rüyalardır.” diyor.

Ayrıca rüyalar tabir edilmesinde dikkat edilecek bir husus şahıslara, makamlara, hatta mevsimlere göre aynı rüya bile olsa ayrı ayrı yorumun gerektiğini bilmektir. Hakiki tabirciler buna riayet ederler.

Onun için kralın çevresindeki kâhinler onun rüyasını tabirden âciz kalıp, “Bu çok karışık, demet demet hayal yığını, biz bunun içinden çıkamıyoruz” demek zorunda kaldılar…. Elbette bütün halkı ve Mısır bölgesini ilgilendiren bir rüyayı ancak kendisine Allah tarafından te’vil-i ehâdis (olayların dilimi anlayıp çözme  ve rüyaları tabir etme) talim edilip belletilmiş Yusuf Aleyhisselam gibi bir zat yorumlayabilirdi…

İnşaallah bir sonraki bölümde, Hz. Yakub Aleyhisselam'ın yorumunu takdim edeceğiz. 
<< Önceki Haber 'Medrese-i Yusufiye' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER