Evrensel barışa giden yol mayınlıdır, dikenlidir, yokuştur. Bunca çatışmanın olduğu bir dünyada barışa inanmak, barış için çalışmak, mücadele vermek, dünyada sulh adacıkları oluşturmaya uğraşmaktan daha anlamlı bir çaba bilmiyorum.
Batı medeniyetinin hamurunda Hegel, Marks, Darwin gibi önemli düşünürlerin payı vardır. Huntington’un medeniyetler çatışması tezi de etkili olmuştur.Batı medeniyeti, öteki medeniyetleri kendi medeniyet tarzı ve değerler sistemi içinde eritmeye, evcilleştirmeye ve kaybetmeye eğilimli hâle getirmiştir. Bu eğilim, ötekilerle ilişkide "çatışma" metodunu esas almıştır. Hatta ötekilerle çatışmak, onları kapsamak, onların kişilik, özellik, kimlik ve ayrıcalıklarını yok etmek... Bu eğilim, bütün bunları ötekileri medenileştirmeyi (!) amaçlayan "şerefli medeniyet misyonu" (!) edinmiştir.
Kültürün medeniyet oluşumunda yeri çok merkezidir. Kültür, toplumda bulunan bir takım değerlerin yanı sıra insanın, fikir, inanç, edebiyat ve sanat yönünden kendisini eğitmesidir. 'Medeniyet' ise içindeki eşyalarla birlikte, olayları düzenlemektir. Kültürün bir anlamı da medeniyettir. Kültür insanın değişmesi ile ilgilidir. Değişen yaşam biçimleri ile kültür dolayısıyla medeniyetler ortaya çıkar. Medeniyet, tüm kültürlerde insanların buluşma noktası olmuştur. Kültürlerdeki değişim, insan faktörünün değişmesinin doğal bir sonucu olarak her kültürde var olagelmiştir.
Batı anlayışında ‘’öteki’’ kavramına bir yazımda değinmiştim. Diğer toplumları ötekileştirmek, düşmanlaştırmak, tek tipe indirgemek durağanlık, düşmanlık, kutuplaşma doğurur. Aynısını Doğu toplumları yaptığında da, yani Batı’yı şeytanlaştırdığında da aynı sonuçlar ortaya çıkar.
Batı ülkeleri sanayi, teknoloji, insan hakları yönüyle oldukça mesafe almışlardır. Düşünce ve kültür konusunda kalıplaşmış geleneksel bir tutum sergilemek yerine, dayatmacı Batı medeniyeti karşısında tutarlı ve adil bir metot geliştirmeliyiz.
İslam medeniyetiyle diğer medeniyetler arasındaki münasebetlerde, kültür çeşitliliğini kabullenmeliyiz. Çünkü dünyamız medeniyetler beşiğidir. Bu medeniyetler her türlü kapalılıktan uzak bir etkileşim içinde olmalıdır. Medeniyetler arası ilişkilerde esas olan, her türlü çatışmadan uzak bir yarış mantığı geliştirmektir. Makyavelist bir ezicilik rekabeti değil ama birbirine saygı duyacak, farklılıklarını evrenselliğe dönüştürebilecek bir anlayışa ihtiyacımız olduğu aşikardır.
Küreselleşme ve Kimlik Problemi kitabında Prof.Muhammed İmara önemli tespitlerde bulunmuştur; İslam, "çokluk felsefesi"ni evrensel bir görüş olarak benimsemek suretiyle medeniyette birlik ve merkezilik düşüncesini reddeder. "Birlik" sadece Allah'a mahsustur. Allah'tan başka varlıklar çokluk, dayanışma, denge ve fayda esaslarına dayanır.
İslam, bu çokluğu halklar, toplumlar ve kabileler, diller, lehçeler ve kavmiyetler, şeriatlar, dinler ve mezhepler, hayat tarzları, kültürler ve medeniyetler ile ilgili ilahi bir sünnet ve değişmez bir kozmik kanun olarak görür. Netice itibariyle "çokluk"; asıl, kural ve kanundur. Dünyanın, öteki medeniyetlerle çatışıp onları yere seren bir medeniyetin değil, "medeniyetlerin kulübü" olması gerekir!
Medeniyetler çatışmasının İslami alternatifi, medeniyetlerin birbirleriyle ilişkilerinde "durağanlık" hâli değildir. Çünkü durağanlıkta "cansızlık" vardır ki bu çoğunlukla uyduluk ve taklitçiliğe sebep olur. Bunlar ise medeniyette birlik ve merkeziliğe götürür. Çatışma felsefesinin İslami alternatifi, ancak medeniyetler arası "tedâfu' felsefesi" olabilir.
Bu tedâfu' sosyal, kültürel ve medeni bir "hareketlilik"tir. Yani haksız tutumları, zalim uygulamaları, yoldan çıkmış ilişkileri, öteki tarafları yere serip çokluğu ortadan kaldıracak bir çatışmaya girmeden çeşitli gruplar arasında bozulan ilişkileri yeniden denge ve adalet çizgisine getirecek bir hareket ve yarış ile adalet çizgisine getiren medeniyetlerarası bir rekabet ve yarışmadır.
O halde çokluğu koruyan bir hareket, rekabet ve yarışma olan ve "çatışma" ile "durağanlık" arasında ortada bulunan "Tedâfü" yani "medeniyetlerin birbirleriyle farklılıklarını ve çatışma noktalarını öne çıkarmadan, çatışmaya girmeden evrenselleşen dünyada umum insanlığın menfaatine olan ortak noktalarda diyaloğa girmeleri", medeniyetlerarası ilişkiler konusunda İslâm'ın felsefesidir ve İslâm medeniyetimizin yoludur.
Medeniyetler arasındaki ayrılıklar gerçektir ve önemlidir. Medeniyetlerin farklılığı şuuru gittikçe artmaktadır. Medeniyetler arası çatışma, çatışmaya hâkim olan evrensel şekil olması itibariyle, ideolojik çatışmanın ve diğer çatışma şekillerinin yerini alacaktır. Uluslararası ilişkiler, daha önce Batı medeniyetinin sınırları içinde sona eren bir oyundu. Artık onun Batılı olma sıfatı gittikçe kalkacak ve Batılı olmayan medeniyetler oyunda sadece hedef değil, faal üyeler olacaklar. Siyaset, güvenlik ve ekonomiyle ilgili uluslararası başarılı müesseselerin medeniyetler arası değil, daha çok medeniyetler içinden çıkacakları kuvvetle tahmin edilmektedir.’’
Gülen düşüncesinin evrensel barışa katkıları
Hizmet Hareketi bu anlamda farklılıkları bir avantaja çevirmiştir. Hem Türkiye’de hem de dünyanın hemen her noktasında başarılı eğitim girişimlerine imza atmış ve fiilen evrensel barışa katkıda bulunmuştur. Özellikle etnik ve dinsel çatışmaların yoğun olduğu bölgelerde çatışan kesimlerin çocuklarını aynı sıralarda eğitme başarısını göstermiştir. Bunun sayısız örneği bulunmaktadır. Afganistan, Irak, Bosna vb.
Hunt, bu bağlamda Gülen hareketinin geldiği ve beslendiği arka plan, kök ve kaynak olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasına işaret ederek bu mirasın nasıl hem Müslüman hem de Avrupa dünyasının bir parçası olduğunun araştırılmasını öneriyor. Gülen hareketinin, modern İslam'ı çok kültürlü çok lisanlı bir fenomen olarak yaşaması olgusuna araştırmacıların dikkatini çeken Hunt'ın bu tespiti, Gülen hareketinin dünyadaki diğer modern İslami hareketlerden bağımsız ve özellikle Osmanlı modernleşmesine dayanan kök vurgusuyla örtüşüyor.
Paul Weller ise, Fethullah Gülen, Dinler, Küreselleşme ve Diyalog başlıklı tebliğinde Toynbee'den aldığı Herodyan taviz ile Zealotçu reaksiyon kavramları üzerinden Gülen hareketini yalnız modernizmle İslam arasında bir uyum aramak değil aynı zamanda modernizme eleştiri yoluyla yeni ufuklar açan dinamik bir hareket olarak ele almış. Yazara göre öncelikle Müslümanlara hitap etse de Gülen'in sözleri potansiyel olarak diğer din mensuplarına da uygulanabilme kabiliyeti taşıyor.
Gülen Hareketinin ulaştığı çap ve etki alanı, modern dünyayla Müslümanların ilişkisi sorunu incelenirken, Türkiye tecrübesinin görmezden gelinmesinin giderek imkânsızlaşacağını gösteriyor. Bu açıdan ilk olmayan ama ilkler arasında önemli bir yeri olan bir uluslararası çalışma olarak "Küresel Barışa Katkılarıyla Gülen Hareketi" başlıklı kitap, dikkate değer bir çalışma. Kitabın, Gülen Hareketini, küresel meydan okumaya karşı geliştirdiği cevapların potansiyelinde hareketle, önümüzdeki yıllarda daha yakından cevap beklenen bazı sorular üzerinde düşünmeye çağıran bir gündem sunması da özellikle araştırmacıları ilgilendiren bir başka yönü.
Evrensel barışa giden yol bizim sevdamızdır. O hayali hepimiz kurarsak bir gün neden gerçek olmasın ki? Cervantes’in sözünü hatırlayalım: Birimiz rüya görürse o rüya olur, Hepimiz aynı rüyayı görürsek, o gerçek olur.