Yeni Asya Gazetesi Mağdur köşesine mektup gönderen bir tutuklu cezaevinde yaşananları anlattı..
Bu hafta (...) Cezaevinde yeni bir uygulamaya geçildiğini öğrendik. Artık adi suçlularla F....den tutuklu olanların koğuşları karıştırıldı. Cezaevi savcısı bunun pilot uygulama olduğunu (...)’dan sonra tüm cezaevlerinde aynı uygulamanın yapılacağını söylüyor. (...) Bu bir yıllık süreçte zulümde hep başı çekti. Her yer, her hafta 45 dk kapalı görüş verirken (...) iki haftaya bir 15 dk verdi. 15 dk yakınlarımızı görebilmek için 8-10 saat yol gittik. Tabiîki gideriz, Allah sağlık ve imkân versin. Her yer en az 1 saat açık görüş verirken (...) yarım saat verdi. Üstelik yüzlerce tutuklu yakını salona alınmak için daha üst arama sırası bekliyorken tutukluları salona alıp süreyi başlattılar. Kıyafet vermek istediğimizde görüş süresini başlatıp “ağlayarak n’olur görüşe gireyim” diye yalvardığınızda “ya kıyafeti vereceksin ya görüşe gireceksin” dediler. 10 saat yolu 15 dk için çekmeye razı olmuşken kıyafet verme sırasında süre bittiği için görüşemeden ağlayarak geri döndüm. Allah biliyor ki ahirette dâvâcıyım o memurlardan. Şimdi ise zaten hayatı kitap okuma programlarında geçmiş insanları aynı koğuşta tutmak yeterince eziyet olmuyor diye adi suçlularla koğuşlarını birleştirdiler. Bizler bir yıldır olduğu gibi, bu olayın da hayır tarafını görmeye çalışıyoruz, Allah’ın izniyle. Zira adi suçtan hükümlülerle aynı koğuşta olmaktan “Onlara Kur’ân-ı Kerîm öğretme fırsatım oluyor” diye mutlu oluyorlar. Öyle değişik bir buluşma ki bu, birbirleriyle hiçbir ortamda muhatap olamayacak insanlar birbirlerini anlama fırsatı buldu belki de. Daha ikinci gün koğuşa adi suçlular için Elif ba cüzü siparişi verilmiş. “Sabah namazına beni de uyandırın olur mu?” diye tembihleyen olmuş. “Dünüm bile bugünümle aynı değil” diyen olmuş. Yakınına “Sanki cezaevinde değil de yatılı Kur’ân kursundayım artık” diyen olmuş. Bunlar tüyleri diken diken eden şeyler. Tabiî bir yanda da aileme “F...ö”lerle aynı koğuşta olduğumu söylemeye utanırım diyen hükümlüler de olmuş. Trajikomik... Belli ki zalimin zulmünün şeklini değiştirmiş olması yine çok güzel kapılar açacak.
Bir tutuklunun şöyle bir lâfı olmuştu: “Bizi burada hapsettikleri için neler kazandığımızı bilselerdi bir dakika tutmazlardı...” Başımıza gelenlere hayır tarafından bakıp imtihanı kazanma gayretinde olmak bizlere düşen, lâkin koğuşların karıştırılmasıyla zulmün boyutunu arttırma peşinde oldukları gerçeği değişmiyor.
Gezegende tek zulüm gören de biz değiliz maalesef. İslâm âlemi için acı kesintisiz devam ediyor. Müslümanların girdikleri bataktan çıkamıyor oluşları, hem İslâmı yaşamada hem de pozitif bilimlerde içler acısı halde olmalarıyla ilgili binlerce makale, kitap yazılmıştır zannediyorum. “Bu süreçte ne yapabiliriz?” sorusuna ise verecek somut cevabım yok. Zira kendi ülkemde kendi devletim ve milletim tarafından aç susuz bırakılmış, sivil ölüme terk edilmiş bir insanım. Haliyle elimden pek birşey gelmiyor. Tam da bu yüzden kitap okuma kampanyasını başlattım sosyal medyada. Elimizden sadece okumak ve duâ etmek geliyor çünkü. Her gün belli bir miktar Kur’ân-ı Kerîm, tefsirli meal ve kendi belirleyeceğimiz bir kitap daha okuyoruz. Her kesimden katılan var, Kur’ân ve meal yanında Peygamberler tarihi okuyan da var, nutuk okuyan da. Bu birlik ve beraberlik için o kadar önemli ki... Düşüncelerimiz ne kadar farklı olursa olsun aynı tabanda birleşebiliyor olmak gelecek adına ümit verici. Cezaevinde 10 ayda 80 kitap bitiren, ayda 3000 sayfa kitap okuyan, 3 güne bir Kur’ân hatmi yapan insanların yanında bizlerin de bu süreçte çok okumamız gerekiyor.
Bu süreç Allah’ın bizi bir eğitime alma süreci gibi geliyor bana. Üniversitelerdeki kredili sistem gibi tabiri caizse. Kur’ân-ı Kerîm, meal, kitap okuma, oruç, tesbih, tefekkür kredilerini almazsak mezuniyet gecikiyor, eğitim süreci uzuyor. Bizler zamanı verimli geçirmiyorsak bu süreci uzatıyoruz belki de. Bu süreçten zihnen ve ruhen sağlam çıkmanın tek yolu kendimizi geliştirmek bence. Kendini yetiştirmek, gelecek güzel günlere hazırlık yapmak. Lâf olsun diye demiyorum, gerçekten çocuklarımıza insanları hangi dinden ya da görüşten olursa olsun sevmeyi öğretme zamanı. Başka düşüncelerle aramızdaki ayrılıkları değil ortak noktaları aramayı öğrenmek ve öğretmek. O zaman dünya daha yaşanılabilir bir yer olacak inşaallah.
Bir gün bu dünyada barış güvercinleri sembolik değil gerçekten uçacak, inanıyorum... Şimdi zeytin dallarını taşıyacak güvercinleri besleme zamanı...