M.ERTUĞRUL İNCEKUL
Sorumluluk varsa umut vardır. Kevn ve fesad dünyasında her şey değişiyor.
Salih'i ilk kez rahmetli babamın yanında çırak olarak çalışırken tanımıştım. İlk zamanlar diğer mevsimlik çalışmaya gelen ve giden bir daha da yüzünü çok görmediğim çıraklar gibi düşünmüştüm. Sonraları tanıdıkça diğerlerinden farklı yönleri olduğunu fark ettim. Örneğin hemen sinirlenmiyordu, işini savsaklamıyordu, yaptığı işi aşkla yapıyordu, insani ilişkilerinde yürekten, riyasız davrandığını gözlemliyordum. Ailesine çok düşkündü ve dürüsttü.
Yaz tatillerinde yatılı okuldan memleketine gittiğinde Salih'le daha çok tanışık olduk, tanıdıkça daha çok sevdim, saygı duydum. Sonraları gidip geldiği sohbetlerin, görüştüğü nezih insanların etkisinden olsa gerek daha fazla ahlaki yönü gelişti, ibadetlerine daha çok dikkat ettiğine şahit oldum. Eğitimine önem verdi. Anadolu’da yaşayanlar bilirler, iyi bir çevre ve aileniz yoksa sokaklarda serserilik yapmak, kötü niyetli insanların ağına düşmek sıradan sayılır.
Salih tüm imkansızlıklara rağmen eğitimine devam etti. Başka bir ilde üniversite kazandı ve mezun oldu. Sonraları İzmir'de olduğunu öğrendim, NT kitap mağazalarında çalışıyordu. Hem okumayı seviyordu hem de müşteri ilişkilerinde çok başarılı idi. Sevilen, çalışkan, dürüst birisiydi. İyiliği dokunan insan sayısı az değildi. Karınca ezmez derler ya, işte öyle birisiydi Salih. Yıllarca babam ile uzaktan da olsa irtibatını kesmedi, hep vefalı davrandı.
1998’de yurtdışına eğitim faaliyetleri için çıktım. Yıllar sonra meşum 15 Temmuz hadisesinden sonra bir gün Salih'i de içeriye aldıklarını duydum. Salih gibi nice arkadaşlarımı, hatta bazılarını eşleri ve çocukları ile hiç acımadan zindanlara aldıklarını bildiğim için şaşırmamıştım. “Bu da geçer Ya Hu!” dedim. Yusuf'un ne suçu vardı yedi yıl zindanlarda kaldı diye teselli ettim kendi kendini.
Leviathan canavarı yani devlet ve diktatoryal rejimler eğer anayasa, demokrasi, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrıcalığı ile sağlam bir zemine oturmazsa, gün gelir kendi vatandaşını, evladını yer. Tıpkı bu günlerde tekrar aynı korku filmini izlediğimiz gibi. Zamanında ödüller verdikleri kişileri bile hain ilan edip, dünyayı dar ederler kendi insanlarına. Faşist rejimlerin coğrafyası değişse de sonuçları hep birbirine benzer aslında...
Bu dönem de öyle oldu. Daha önce Kürtlere, başka azınlıklara yapılanlar bu sefer de Hizmet mensuplarına yapıldı ve hız kesmeden devam ediyor. Türkiye’nin en eğitimli topluluklarından birisine, Türkiye ve kültürünü en çok yurtdışına taşımış ve tanıtmış bir topluluğa tenkil uygulanıyor. Hapishaneler gazeteci, doktor, mühendis, öğretmen, akademisyen, yargı mensubu, iş insanları ve üst düzey kamu görevlilerini ağırlıyorlar. Cumhuriyet tarihinin seviyesi en yüksek mahkumları hapishanelerde çilesini dolduruyorlar. Daha şimdiden bu konuda kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor. Hapishanelerde ise askerlik arkadaşlığından öte yepyeni dostluklar kuruluyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Bylock gibi herkesin ulaşacağı bir uygulamayı kullanmanın, dönemin başbakanının açtığı Bank Asya'ya para yatırmanın, sohbete gitmenin, kermes düzenlemenin, yasal bir derneğe üye olmanın suç olmayacağını tüm hakimlerin ortak kararı ile ilan etmedi mi?
Salih gibi nice arkadaşlardan dinlemiştim, hapishane hatıralarını yazan kitapları okumuştum. Gördüğüm o ki, kahır yerine çokları sabır yolunu seçtiler. Zalimin zulmüne sabır ve bu da geçer ya Hu! Sihirli beyanı ile mukabele ettiler. Kozanın kelebeğe dönüşmesi gibi bin bir sancı ile bu çile dönemini tamamlamaya çalıştılar. Her birileri adeta cebr-i lütfi tezgahından geçirildiler.
Zor ama çok zordur, masum olduğunu bile bile özgürlüğüne ipotek konulması. Sabır taşı çatlar sana bunları reva görüp, keyfi olarak yapanların dışarıda kahraman gibi gezmeleri karşısında. Servetlerini kan ve zulüm üzerine yığmalarına ve ahiretin yarın doğacak gün kadar net olmasına rağmen, hesap günü yok gibi davranmalarına... Ama hayatın yazılmayan kanunları vardır; Kötülük eken er geç kötülük biçer. Masumun ahını alan başka bir zalimin tekmesini yer. Haram üzerine kurulan servetler, makamlar saman alevi gibi bir anda dağılıverir.
Geçenlerde Salih'i serbest bıraktıklarını öğrendim. Yıllarını çaldıktan sonra bir masum daha özgür bırakılmıştı. Geride kalan eşi, annesi, babası, çocukları onca yıl ne yaptı ne etti? Ne yedi ne içti? Hasretlerini neyle dindirdiler? Brezilya gibi çok demokratik diyemeceğimiz ülkelerde bile hapse giren erkeğin ailesine devlet yardım yapıyor! Ya biz de? Kundaktaki bebek bile gözetilmeden zulüm üstüne zulüm yapılıyor.
Salih’in babası Cemil Bey ise yıllarca samimiyetle, hasretle şu duayı etmişti: Yüce Mevlâ’m ne olur bana üç gün bile olsa evladımı, Salih'imi tekrar göster, sonra istersen canımı alabilirsin.
Yakaran gönüllerle edilen dualar kabul gördü ve Salih'in tahliye haberi geldi. Ailede buruk bir bayram havası esti. Hemen Salih'i cezaevinden almaya gittiler. Salih'i cezaevinin önünde görünce de gözyaşları sel olmuş, hasretle sarılmış ve kucaklaşmışlar. Tam üç gün doya doya hasret gidermişler. Sohbet etmişler. Öyle anlarımız vardır ki hayatta dünyalara değişmeyiz. Bu anlarımızın çoğu da sevdiklerimizle geçen zamanın altın dilimleridir. Saniyeleri bile unutulmaz lezzetler, izler bırakır ruhumuzda. İşte bu cihanlara değişilmez üç koca gününün ardından bir anda Cemil Bey rahatsızlanır. Böyle anlarda duyulan ise haşyet ve koca bir sessizliktir ortalığı kaplayan...
Aynen duasında olduğu gibi üçüncü günün akşamı Cemil Bey ruhunun ufkuna yürüdü. Hayatın peçesini sıyırdığımızda göreceğimiz hayatın gerçek yüzü olan ölüm, bir masumu daha önüne kattı ve ebedi aleme uğurladı. O yolculuğa uğurlarken mendil sallanmaz, el sallanmaz... Sadece o sessiz geminin ardından fatihalar, yasinler, dualar okunur. Okunan dualar gök ehlinin senfonisine eşlik eder, hele de uğurlanan yolcu salihlerden ise...
Yolun açık olsun Cemil abi, yolun açık olsun Salih...