M. Ertuğrul İncekul
Avrupa’da Müslüman kimliğimizle varolmak ve bu kimliğimizle bulunduğumuz toplumlara katkı sağlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Herşeyden önce insan olma üst kimliğimiz mahfuz, Müslümanca bir hayat yaşamak için ekstra gayret sarf etmemiz gerekiyor. Aşırı milliyetçi kanatların söylemiyle artan göçmen düşmanlığı ve popülizmle yükselen İslamofobi, Müslümanların kendi kimlikleri ile ev sahibi toplumlarda yaşamalarını daha zaruri kılıyor. Bu meseleye etno-dini yani kültürel, etnik ve dini öğelerini koruyan bir kimlik inşası olarak bakabiliriz. Amin Maalouf'un "Ölümcül Kimlikler" adlı kitabı, kültürel, etnik ve dini kimliklerin çatışmalarını ve bunların insanlar üzerindeki etkilerini ele alır. Kitap, farklı kimliklerin insanların yaşamlarını nasıl etkilediğini, çatışmalara nasıl neden olduğunu ve bu durumların toplumlarda nasıl sorunlara yol açtığını inceler. Maalouf, kültürel çeşitliliğin zenginlik olduğunu savunurken, aynı zamanda bu çeşitliliğin kötüye kullanılmasının ve çatışmalara yol açmasının risklerine de dikkat çeker.
Göçmene bakış
Batı'nın Müslümanlara bakış açısından kırılma noktası diyeceğimiz yakın tarihlerdeki olayların önde gelenlerinden birisi, Bosna-Hersek savaşıdır. Bir diğeri 11 Eylül 2001 Amerika'ya olan saldırıdır. 2004 Londra ve 2005 Madrid saldırıları da önemli kırılma noktalarıdır. Fransa, Belçika'da yaşanan terör eylemleri de Avrupa'yı tedirgin etmiştir. Bu olayların özellikle göçmen ve Müslüman kimliklere bakan yönleri yüzünden Müslümanların sosyo-kültürel konumlarının yeniden ele alınmasını zaruri kılmıştır. Bu açıdan Avrupa içindeki Müslümanların sulhun temsilcisi olması, dürüst ve iyi vatandaşlar olarak topluma katkı sunması gelecekte güven tesis edilmesinde etkili olacaktır.
Ülkelerin göçmen politikaları ve toplumun göçmenlere bakışı, entegrasyon ve Müslüman kimliğimizi ifade etme adına önemli bir parametredir. Göçmene ve dışarıdan gelenlere açık toplumlarda kimlik inşası daha kolay olmaktadır. Bir Danimarka toplumuna kıyasla, İspanya, Portekiz gibi sosyalizm geçmişi olan ülkelerin göçmene bakışı aynı değildir. Ama şu gerçek unutulmamalıdır, aşırı göçmen karşıtı söylemler artsa da popülist ve politik zeminde kalacaktır çünkü Avrupa nüfusu hızla yaşlanıyor ve yerine genç nüfuslar gelmiyor, gelenler de zaten önceki nesiller gibi idealist ve lokal bakmıyorlar. Bu sebepten Avrupa üretim, hizmet, sağlık gibi sektörlerin devam etmesi için göçmen iş gücüne muhtaçtır. Tam da bu noktada Avrupa toplumlarına etkileşim, çeşitlilik olarak yeni katkılar sunabiliriz. Bireyselliğin ve egosantrik yaşamın anlam arayışını hızlandırdığı bu zaman diliminde, cömertlik, kanaat, diğergamlık, komşu hakları, yaşlıya hürmet veya varlığa şefkat gösterme, varlığı metafizik, kalbi boyutuyla yorumlama gibi konularda bu toplumlara yeni örnekler, yeni bakış açıları oluşturabiliriz.
Radikalizmden korunma ve entegrasyon
Radikalizmin her dinde, kültürde, anlayışta olanı ile mücadele edilmelidir. Bir diğerinin özgürlüklerini, yaşam alanlarını daraltan anlayış ve sistemlerin insani yönü eksiktir. Müslümanlar Batı toplumlarına tehdit değildir. Bir şekilde terörü savunan ve icra edenlerin anlayışı İslam’ı temsil etmez, edemez. Müslüman terörist, terörist Müslüman olamaz. Bu anlayışı bazıları görmezlikten gelse de hakikati insanlara göre değiştiremeyiz. Gerçek Müslüman sulhu, sevgiyi, varlığa karşı şefkati temsil eden insandır.
Radikalizmin önüne geçmenin önemli çözümlerinden birisi, Müslümanların bulunduğu ülkelerde kendi değerlerini koruyacakları yaşam alanları oluşturmalarıdır. Kültür ve eğitim merkezleri, rehberlik programları, okuma kampları, helal gıda temin edilecek restoran, kasap, ibadet edilecek yerler vb. Kimlik inşasında gaye-i hayal, mefküre, dava düşüncesi çok hayati bir hedeftir ve insanı en dinamik şekilde ayakta tutacak, canlı tutacak bir iksirdir. Yaşatma ideali yaşayan ölülerin yapabileceği bir iş değildir. Müslüman davet için yaşar. Önce kendi hakikatleri özümser sonra da içinde bulunduğu toplumları Hakk ve hakikate davet eder.
Eğitim, sanat, medya gibi alanlarda ev sahibi toplumlara nasıl katkı sağlayabiliriz, kadim mirasımız, ikinci jenerasyon göçmen çocuklarının sağlıklı kimlik gelişimi gibi konulara daha önceki Göç ve Entegrasyon Divanı yazımda değinmiştim.
Komplekslerimizden kurtulmak
Komplekslerimizden kurtulmamız, Müslümanca yaşayabilmemiz için gerekli bir aşama, akabedir. İslam ile karşı karşıya getirilen Hristiyanlık değil hep Batı olmuştur. Dolayısıyla sanki İslam geri kalmış gibi algılanmıştır. Batı medeniyetini Hristiyanlık mirası üzerine kurdu, biz ise İslam Medeniyetinin müthiş mirasından hep kaçtık! Elimizdeki tarih Endülüs’ü , Anadolu’yu, Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’yı, Orta Asya’yı ve Doğu’yu kapsama alanına alan bir kültür mirasıdır, kendimizi darlığa mahkum etmemiz anlaşılır gibi değildir.
Modernite ve gelenek arasında sıkışmışlığa işaret eden Fazlurrahman; “Eğer Müslümanlar anlama sorununu halledebilirse kendi değerler dünyasını yeniden inşa edip, anlam sorununu çözebilirlerse, bütün dünya için yeni bir evren inşa edebileceklerdir” diyor.
Dinin kıymeti, o dini temsil eden mensuplarının zihin ve kavrayışının kalitesine dayanır. Birçok Müslüman modernizmi kendi dinlerine yönelik bir tehdit olarak görmüştür. Halbuki bilim, modernizm kendi inandığımız değerlerle cem edildiğinde önemli bir hayat iksiri olur. Müslüman topluluklar kimliklerin farklı kalıplara göre yeniden inşa edebilirler. Batılı İslam yoktur, Batılı Müslümanlar vardır.