Dış politikada son yılların en hareketli dönemi yaşanıyor. İsrail ve Rusya ile başlayan dönüşlerin Mısır’la sürmesi bekleniyor. İttifaklar yeniden şekilleniyor. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllarca bayraklaştırdığı Mavi Marmara organizasyonunda öne çıkan İHH’yi bir anda günah keçisi ilan etti. AK Parti’deki büyük değişimi konuştuğumuz Prof. Dr. Yüksel Taşkın’a göre Müslüman Kardeşler’e de (İhvan) zamanla aynen İHH gibi mesafe konacak. Bu da “dünyaya kafa tutma algısı” oluşturulmaya çalışılırken “ilkesiz bir realizme savrulma” demek. İçeride ise partinin Kürtler ve Cemaat’e karşı araçsallaştırıldığı, nihayet kendisini kullananlarca “tepeleneceği” bir başka süreç yaşanıyor. Taşkın, “Basındaki bazı iktidar yanlıları ve bazı danışmanların kimliğine bakın. İnsanlar bunu nasıl göremiyor?”
Siyasi iktidarın, Ortadoğu’nun hamisi olduğu iddiasıyla uzun yıllar meydan okuduğu İsrail’le anlaşması, AK Parti’nin ‘siyasal İslamcı kimliği’ni tekrar tartışmaya açtı. Parti politikasındaki bu ‘U’ dönüşü, 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara olayına yönelik kullanılan dili de değiştirdi. Yıllarca miting meydanlarında İsrail’i yuhalatmak için kalabalıklara tekrar tekrar hatırlatılan bu olayın üzeri, İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) günah keçisi ilan edilmesiyle kapatıldı. Bu tutum, parti tabanında bölünmelere yol açan tartışmaların alevlenmesine sebep oldu. Biz de AK Parti’nin siyasal İslamcılığını, bu alanda çalışmalar yürüten Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yüksel Taşkın’la konuştuk.
İslamcılık, üzerinde uzlaşı sağlanamayan bir kavram, ama Türkiye’de iktidar partisi üzerinden tartışılıyor. Sizce AK Parti, ‘siyasal İslamcı’ bir parti mi?
Türkiye’de AK Parti öncesinde İslamcılar hem kendi aralarında hem de liberaller ve solcularla yoğun bir tartışma içindeydi. AK Parti’yi oluşturanlar böyle bir tartışma kültüründen geçmedi. ‘Ben iktidar olursam öteki ile ilişkim nasıl olacak? Kürt meselesine, Alevi meselesine, İslam içi çeşitliliğe nasıl bakacağım’ diye tartışmadı. Hep kendini ötekine göre konumlandırma, hep mağduru oynama durumu var. İslam anlayışında kafa karışıklıkları vardı. Düşünün 40-50 yıl Avrupa Birliği karşıtı bir geleneksiniz, 2 yılda AB yanlısı oluyorsunuz. Yani hazırlıksız bir şekilde iktidara gelindi. Duruma göre tepkiler verilerek, doğaçlama yoluna gidiliyor.
Son örneğini İsrail’le yapılan anlaşma ile gördüğümüz parti politikalarındaki tutarsızlığın sebebi bu mu?
Bir yandan ‘İslami bir davamız var’ diyerek dünyayı yönetenlere kafa tuttukları algısı oluşturmaya çalıştılar, diğer yandan en basit makyavel-realizme savrulabildiler. Burada bir tutarlılık yok. Tamamen anı kurtarmaya yönelik bir duruş var. Üstelik bütün o çıkışlara rağmen hükümet, İsrail ile ilişkilerini büyük oranda muhafaza etti. Yahudi lobisiyle de iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Dava peşinde koştuğu dönemde bile aslında sıradan seçmenin çok da anlamadığı ilişkilerine devam ediyordu. Söylem ve hareket tarzındaki zıtlık uzun zamandır vardı.
İsrail’le anlaşma yapılmakla kalınmadı. Mavi Marmara olayında birlikte hareket ettikleri İHH günah keçisi ilan edildi. Mısır’a yönelik politika değişikliği halinde, benzeri bir çıkışın Müslüman Kardeşler’e de yapılma ihtimali var mı?
O tarafta da çok fazla işaretler var. Mısır meselesinde de bunu göreceğiz. Müslüman Kardeşler’i destekleyici sözlerin yoğunluğu düşürülecek. Bu kadar abartılı ideolojik dış politika söylemi tutturursanız bunun kaldırılamayacağı paniğiyle de ilkesiz bir realizme savrulmanız çok doğal olur. Bir yandan ‘biz dava için politika yapıyoruz, gözümüz başka bir şey görmüyor’ diyeceksiniz, öte yandan bütün insani değerleri de dışlayabilen değerleri savunacaksınız. Bu savrulma, inanılmaz bir başarısızlığı gösteriyor.
‘Siyasal İslam kaybetti, çünkü iktidar oldu’ yorumlarına katılıyorsunuz o halde.
Ben bu iflas literatürüne o kadar bulaşmıyorum ama çok muazzam bir imkân heba edildi. Düşünün, toplumun büyük bir kesimine ‘bu insanlar bu kadar da korkulacak insanlar değilmiş, hürriyetçi bir İslam mümkünmüş’ dedirtilebilirdi. Ben her zaman Türkiye’de Müslümanların bu demokratik süreçlerde vazgeçilmez bir unsur olduğunu savundum. O yüzden bugün bana insanlar, ‘işte sizin yüzünüzden bunlar iktidara geldi’ diyorlar. Ben seküler çevreden insanlarla konuşurken onların ruh haline bakınca müthiş bir hayal kırıklığı, müthiş bir endişe, korku ve ötekine dair büyük bir öfke duyduklarını görüyorum.
90’ların İslamcılığı bugün nasıl bir değişim gösterdi?
Türkiye’nin demokratikleşme süreçlerinde devlet hep sert tepki vererek bütün gücü kendinde topladı. Erdoğan, toplumun nihayet sivil anayasasını yapabilecek imkâna sahipti. Ama o da devletin geleneksel rotasına girdi. Askeri vesayet çöktüğü için önlerinde fren mekanizması da yoktu. Fren ve denge mekanizması olmadığı için de iktidar olmak müthiş bir şekilde başlarını döndürdü. Muazzam güç birikiminden vazgeçmek istemedi ve bütün bileşenlerini de partinin etrafından uzaklaştırıp kendini müthiş bir ideolojik kısırlığa da mahkûm etti. Erbakan zamanında bile biri çıkıp ‘Bu Necmettin’in partisi’ diye bağırmadı. Adalet Bakanı, ‘Bu Tayyip’in partisidir’ diye bağırdı. Mesela bu müthiş bir entelektüel gerileyiştir.
Vefa, Yassıada’da yamyassı oldu
“İslamcı gelenekte Namık Kemal’ler, Nurettin Topçu’lar, Sezai Karakoç’lar var. Bugünkü durum ise karikatürün de karikatürü. Hep ‘Menderes, Özal ve Erdoğan’ derler ama vefa Yassıada’ya çarpıp yamyassı oldu. Biraz insani değeri olan bir hareket Yassıada’yı inşaat cehennemine çevirmezdi.”
…………………………………………..
İslamî grupları İslamcılarla tepeliyorlar
Otoriter bazı kesimler Türkiye’de şunu öğrendi: ‘Biz İslami grupları tepeleyemedik, ama bu mümkünmüş. Devletin kaynaklarıyla da yapılabilirmiş. Yapılacak şey İslamcıları kullanmakmış.’ Bazı İslamcılar da şöyle demeye başladılar: “İleride darbe olsa hepimizin nasıl tepeleneceğini resmen görmüş olduk.” Buralarda çok tehlikeli şeyler oluyor. Birileri de şu hesabı yapıyor. Hayali bir figür kurun kafanızda ve bunun 3 tane düşmanı olduğunu düşünün: Kürtler, cemaat ve AKP… AKP, şimdi Kürtleri ve cemaati tepelemeye çalışıyor. AKP’yi de biz tepeleriz, bu 3 düşmandan aynı anda kurtuluruz hesabı yapılıyor. Basındaki bazı iktidar yanlılarına ya da bazı danışmanların kimliğine bakın. Bunu ben görüyorum, başkalarının da görmesi gerekiyor. İnsanların bunu nasıl göremediğini anlamıyorum.
…………………………………………………………………………………………………….
Farklı düşünenlerle yan yana duracak özgüvenleri yok
AK Parti, medeniyetler ittifakından bahsederken nasıl oldu da kendi toprakları üzerindeki farklı kimliklerle bile bir arada yaşayamaz hale geldi?
İnsanların bir arada yaşama ve birbirine alışma süreci baltalandı. O kadar özgüvensizler ki, her yerde kendi kadroları olsun istiyorlar. Bir üniversite kuruyorlar hepsi kendi adamları. Tamam, çoğunluk yine senden olsun, ama üç tane de farklı düşünen olsun. Farklı düşünenle yan yana duracak bir özgüvenleri yok. Hep bir izolasyon. Bu, grup taassubu ve bencilliğini besliyor. Sen eğer senden farklı olanla yan yana gelemezsen medeniyetler ittifakını bırak, sen kendi kendini taşralaştırır, çoraklaştırırsın.
Dışarıyla temasa kapalı olduklarını söylüyorsunuz ama parti içinde de birlik yok. Kurucular bir bir tasfiye ediliyor. Ortak aklın yok edilmesi İslamcılığın şûra anlayışına aykırı değil mi?
1980’lerin ikinci yarısından sonra İslamcılar şöyle bir itiraz geliştiriyorlardı: “Gelenek ve tarih, İslam’ın özünü kirletti. Gelenek, İslam demek değil. Dolayısıyla biz yeni bir okuma yapacağız.” O gün birisi çıkıp ‘Başkanlık genlerimizde var’ deseydi, o günün İslamcıları sert bir itirazda bulunurlardı. ‘Bizim İslamcılığımız sadece sultanizmi mi üretti?’ derlerdi. Kur’an-ı Kerim, meşvereti inşa ederken biz dünyanın en eski yönetim şekline, tek adamın bileğinin gücüyle bastırmasına fit olduysak demek ki gelenek karşısında mağlup olmuşuz’ derlerdi. Fakat bugün bir İslamcı çıkıp, ‘Başkanlık genlerimizde var’ dediğinde ötekiler buna itiraz etmiyor. 90’ların Türkiye’sinde kabul edilmeyen bir ifadeydi bu. Öyle bir yerden bugünlere gelindi.
Dindar olduğu algısıyla toplumdan destek gören AK Parti döneminde toplumda seküler eğilimler neden bu kadar arttı?
Ben ahlaklı olabilirim ama iç siyasetin ve dış siyasetin realist öncüllere göre yapılması gerekir deniyor. 90’lara gidin bir İslamcıdan müthiş bir tepki alırsınız. O zaman gücü reddet derler. Şimdi maşallah bazı insanlar görüyorum ‘efendim tabi devleti de boş bırakmamak lazım’ şeklinde konuşuyorlar. Tamam, güzel meşrulaştırıyorsun da orada ahlaki duruşuna halel getirecek bir şey varsa çekil o zaman. Bu realizmin bu kadar kolay içselleşmesi sekülerleştirici bir şey. ‘Durun bir iktidara gelelim bakarız, durun şunu tepeleyelim sonra ahlaklı oluruz’ anlayışı olmaz. Çünkü insan ne ise odur.
Peki, bu reel tutumuyla iktidar nasıl ‘dindar nesil’ yetiştirecek?
İsmet Berkan’ın araştırması bu noktada önemli. İmam hatiplilerin günlük ibadet oranları çok düşük çıkıyor ve imam hatipler arttıkça üniversite giriş sınavındaki başarılar da azalıyor. Alt sınıflara ‘size imam hatip verdik, dindar çocuğunuz olsun, muslukçu da olsa olur’ deniliyor. İmam hatiplerden mezun olanları çok iyi yerlere gelemeyecek şekilde dizayn ediyorlar. Ülkenin elitleri yine özel okullar ve kolejlerden çıkacak bu eğitim sisteminde.