Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Kurt Gövdenin İçine Girmiş
Kur’an-ı Kerim hemen ikinci Suresi olan Bakara Suresinde Kur’an’ı ve onun meyvesi takvayı, takva sahiplerini anlattıktan sonra iki ayetle kâfirler hemen sonra da on üç âyetle münafıkları yani gövdenin içine giren kurtları anlatıyor. Onun için İşarat’ül-İ’caz tefsirinde ikiye karşı on üç âyetin gelmesinin hikmetleri çok enfes biçimde Üstad Bediüzzaman Hazretleri anlatıyor. Evet düşmanı bilirsin ona karşı gereken tedbiri alırsın, ama bir kurtçuk gibi gizlice içine yerleşen münafığı seçmek, tanımak çok zordur, mücadele etmek daha zordur!..
Senelerce uğraşıp organize ve planlı bir şekilde devleti ele geçirenler, asker millet olduğu için, yukarıdan gelen emirlere bir erin komutanına kayıtsız şartsız uyması gibi itaat eden “Ben bilmem ama, yukarının bir bildiği vardır” düşüncesiyle hareket sâfi anlayışlı bu halka özlerinden köklerinden koparıcı icraatlarla şaşkına çevirdiler! Eğilmemiş baş bırakmadılar ama sadece dik duran, aktif bir sabırla hareket eden bir Bediüzzaman kaldı. Yüzde on organize bir sinsi grubun yüzde doksan sarıklı âlim ve şeyh grubunu kısa zamanda nasıl devre dışı bıraktığını Üstad, On Üçüncü Lem’a’da şöyle anlatıyor:
“Ben kendim, mükerreren görmüşüm ki, yüzde on ehl-i fesad, yüzde doksan ehl-i salahı mağlup ediyordu. Hayretle merak ettim, tetkik ederek katiyen anladım ki o galebe kudretten, kuvvetten gelmiyor belki: 1-Fesattan, 2-Alçaklıktan, 3-Tahripten, 4-Ehl-i Hakkın ihtilafından istifade etmekten, 5-Ehl-i Hakkın içine ihtilaf atmaktan, 6-Zayıf damarlarını tutmaktan, 7-Hissiyat-ı nefsaniyet ve 8-Şahsî garazları tahrik etmekten, 9-İnsaniyetin mâhiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten, 10-Şan ve şeref nâmıyle riyakarane nefsin firavunluğunu okşamaktan, 11-Vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor.”
İşte böyle bir dönemde, uydurma Menemen olayları ile masum ve mazlum Şeyh Esad Efendi Hazretleri gibi şahsiyetlerin zehirlenip öldürüldüğü ve mensupları gaddarca asıldığı bir hengamede herkesin korkup sindiği o ürpertici cinayetlerin işlendiği demlerde dimdik duran ve “Yüzer milyon başlarım feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun. Dünyayı başıma ateş yapsanız, HAKİKAT-I KUR’ANİYE’YE FEDÂ OLAN BAŞLAR, ZINDIKLARA TESLİM-İ SİLAH ETMEYECEK!..” diyen bir Bediüzzaman vardır.
Kastamonu sürgününde her an polis kontrolünde olmasına rağmen bir gün, ayetler ve Besmele yazılı mezar taşlarını bile bile lağımlar için kullanıp döşenmeye başladığını görünce celallenip Üstad, öyle bir kükrer ki, ustalar neye uğradıklarını şaşırıp kaçmaya başlarlar. Hatta bu işe nezaret eden yüksek memurlar korkudan oradan uzaklaşırlar.
Ama talebelerini anarşi ve teröre kayacak tehlikelerden de hep uzak tutmuştur.
Kastamonu’nun manevi dinamiklerinden Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin torunlarından Hilmi Efendi, Kastamonu’nun Osmanlı'dan kalan ilim ve irfan yuvalarını yıkmaya başlayan Vali Avni Doğan'ı, öldürmeye karar verir. Bir gün bu maksatla silahını kuşandığı gibi vilayete doğru yola çıkar. Tam Üstad’ın kaldığı evin önüne geldiğinde, pencereden tıklandığını fark eder. Baktığında Üstad’ın kendisini, yanına çağırdığını, işaretinden anlar. Hilmi Bey, Üstad'ı duymuş ama henüz ziyaretine gitmemiştir. “Bu hocanın derdi nedir acaba?” diyerek yanına gider. Üstad, kendisini kucakladıktan sonra eline Tahmidiye ve Sekine dualarını verip, bunların çok acele yazılıp geri getirilmesi gerektiğini söyler… Asıl maksadını unutan Hilmi Bey evine gider bunları yazar. Üzerine bir sekine ve manevi bir huzur hâli hâkim olduğunu görür. Artık, içinde ne öfke ne kin kalır. Böylece böyle bir gaileden kurtulur.
İşte böylece pek çoklarını elini kana bulamaktan, kurulan tuzaklardan, içinde bulunan atmosferin iyice yaşanmaz hale getirilmesinden kurtarmıştır. Cenab-ı Hak bu büyüklerimizden ebediyyen razı olsun!..