Ya da
Allah tarafından ortaya konmuş, insan ve toplumdaki umumi ahenk ve dengeyi sağlayacak değerler bütünüdür
adalet. Adalet, lügat itibarıyla birinin veya bir şeyin diğerine denk olması anlamına gelir.
İslam alimleri Allah'a kul, Peygamber'e ümmet olan bir insana, ferdî, ailevî, içtimaî alanlarda terettüp eden sorumlulukların hepsini adalet sözcüğüyle ifade ediyorlar. İçtimaî münasebetler, idarî esaslar hep adalet kavramının muhtevası içinde.
Adaletin bir de "insaf" manası var ki bu da dengeli davranma demektir. Hakkınızı almak ya da bir hakkı yerine getirmek istediğinizde dengeli davranmak da adalettir. Çünkü bu tür durumlarda insanlar genelde hakka, hakkaniyete çok riayet edemeyebilirler ki bu da insafla aşılabilir.
Adaletin ilk adımı ferdin şahsi hayatında Müslümanlığını yaşaması ile atılır. Sonra daire genişletilir, aileden topluma uzanan çizgide
ibadet duygusunun, ibadet duygusu içinde itidalin ve aynı zamanda istikametin hakim olması adımları gelir. "Âdalet edin. Takvaya en yakın olan şey adalet ve istikamettir." (Maide, 5/8) buyuruyor Kur'an. Haddizatında Kur'an'dan istifadenin yolu takvadan geçer ve takva ile en içli-dışlı olan şey adalet ve istikamettir. Her cuma hutbelerde okuduğumuz, dinlediğimiz "İnnallâhe ye'müru bi'l-adli ve'l-ihsani..." (Nahl, 16/90) ayetinde de ilk önce adalet emrediliyor, sonra ihsan geliyor. Yani kulluğu yerine getirirken Allah'ı görüyor gibi yerine getirme, yapacağı her şeyi Allah tarafından görülüyor mülahazasıyla yapma. Sonra yakınlardan başlayarak yardımda bulunma.
Dinin istikamet içerisinde yaşanması da adaletin ayrı bir tezahürüdür aslında. Üstad
Bediüzzaman;
akıl, şehvet, gazab gibi üç esasın adl u istikamet üzere kullanılmasını anlatır. Bazı eserlerinde inat ve hırs gibi duyguları da buna ilave eder, bunların ifrat ve tefriti adına örnekler verir.
Niye bana da İhsan Etmesin ki?
Hasedi yani insandaki çekememezlik ve kıskançlık hissini ele alalım. Herkesi ve her şeyi kıskanma ifrat, hiçbir şeyin umurunda olmama, boş verme tefrit. Ortası gıptadır bunun. Madem çekememezlik duygusu size verilmiş, onu istikamet ve adl üzerine kullanın ki o da gıptadır. "Allah falana şunu ihsan etti, niye bana ihsan etmesin ki. Zaten O'nun rahmeti çok geniş." demek lazım. Dikkat edin "Niye ona ihsan etti ki!?" değil. Bu mahzurlu. Ya da alâkasız kalma, o da mahzurlu. "Niye bana ihsan etmesin ki?" Mahzursuz olan budur. Zaten "İşte yarışacaklarsa insanlar, bu Cennet devletine konmak için yarışsınlar! (Mutaffifîn, 83/26) buyuruyor Kur'an-ı Kerim.
Misalleri çoğaltabilirsiniz. Mesela cerbeze ve demagoji, aklın kullanılmasındaki ifrat durumudur. Tefriti ise âtıl, tembel, uyuşuk, miskin olmak, her şeye eyvallah demek. Ama hakk u hakikati kabul, din-i mübinin emirlerine muhatap olma, tenevvür etmiş hâliyle kalbe refâkatı, mükellefiyetin şuurluca idrakinde bulunma, içtihadî faaliyetler... onun adl u istikamet içinde kullanımı demektir.
İnsana verilmesi kötü gibi görünen bir başka duygu var: inat. Doğru olmayan, yanlışlığı muhakkak bir meselede diretme, illâ böyle olacak deme ifrattır. Yanlışlar karşısında hiç dayanamama, direnmeme, karşı koymama... bu da tefrit. Adl u istikameti ise hakta sebattır. "Ben hakkı duydum, tanıdım. Beni makasla doğrasanız,
demir taraklarla etimi kemiğimden ayırsanız dinimden dönmem." deme inadın müspet olarak kullanılmasıdır.
Gayz, kendi kendine kaynayıp köpürme demek. Kur'an
cehennemi tasvir ederken "Cehennem, gayzından, öfkesinden neredeyse çatlayacak haldedir." (Mülk, 67/8) ayetiyle anlatır bunu. İnsan da bazı hadiseler karşısında köpürüp çatlayacak hale gelir. Bazen de hiçbir şeyden anlamaz, duymaz, umursamaz, neme lazımcı tavır takınır. Denize atsan böylelerini üzerine bir damla nem bulaşmıyor. Havadan nem kapma bir ifrat, denize atıldığında ıslanmama bir tefrittir. Aynen böyle de, olmayacak şeylerden dolayı köpürüyor insan. Mesela ortada öyle bir durum söz konusu olmasa bile "hakkım yendi" iddiasıyla adam dövünüyor, yırtınıyor, kahroluyor, kan kusturdunuz tafraları yapıyor. Halbuki çok basit bir şey bu. Bu şekilde gayz etmenin, bu kadar küplere binmenin de âlemi yok. Çünkü Allah var,
ahiret var,
hesap, mizan, Cennet, Cehennem var. Fakat aynı adam Allah'ına, Peygamber'ine küfredildiği zaman hiç ortalıklarda yok. Şahsî dünyası, menfaati ile alakalı şeylerde yeri göğü inleten bu insan
ağız dolusu dine-diyanete hem de her gün küfredenler karşısında hiç rahatsız olmuyor, rahatlıkla başını yastığa koyup miskin miskin uyuyabiliyor. İşte bunun biri ifrat diğeri tefrit. Adl u istikameti ise yerinde, usûlünce tepkide bulunma.
Evet, insan Allah'a, Peygamber'e küfredildiği zaman Ashab-ı Kefh gibi "Onlar ayağa kalkıp 'Rabb'imiz,' dediler, 'göklerin ve yerin Rabb'idir. Ondan başka hiçbir ilaha yönelmeyiz. Şayet böyle bir şey yapacak olursak, gerçek dışı, pek saçma bir söz söylemiş oluruz.' (Kehf, 18/14) diyemiyor, için için kaynayıp köpüremiyor, ne yapabilirim diye uykuları kaçmıyorsa Hak adına hiçbir gayreti yok demektir.
1- Allah tarafından ortaya konmuş, insan ve toplumdaki umumi ahenk ve dengeyi sağlayacak değerler bütününe ve ifrat ve tefrite girmeden din-i mübinin emirlerini yerine getirmeye adalet denir.
2- Üstad Bediüzzaman'a göre insanda akıl, şehvet, gazab, inat ve hırs gibi birtakım duygular vardır ki bunların, ifrat ve tefrite girilmeden adl u istikamet üzere kullanılması büyük bir önem taşır.
3- Şahsî dünyası, menfaati ile alakalı şeylerde yeri göğü inleten bir insan, ağız dolusu dine-diyanete küfredenler karşısında hiç rahatsız olmuyorsa, Hak adına hiçbir gayreti yok demektir.