Bu '
muhalif' buluşmanın odak noktası '
Amerikan imparatorluğu' olunca dünya tarihi de söyleşiye giriyor.
Hollywood'un muhalif yönetmenlerinden
Oliver Stone ile Marksist yazar
Tarık Ali'nin '
Amerikan İmparatorluğu'nun tarihi üzerine koyu bir sohbete tutuşması bile başlı başına bir ironi. Yadırgamıyoruz, çünkü 'ironinin çağı'ndayız artık. Mesela düne kadar, yer altından fışkıran bombalara, sayfalar dolusu belgeye, 'kâğıt parçası'na, faillerin itiraflarına rağmen; kolları her yana ulaşan bir '
örgüt'e
burun kıvıranları, 'örgüt yok' kararından sonra
adalet için yürüyen kalabalıklar arasında görebiliyoruz. Hoş bir kavram olarak bağrımıza bastığımız ironinin mizahtan ayrıldığı yer de burası; ikiyüzlülük.
Stone ile Ali'nin söyleştiği '
Tarih Üzerine Söyleşi' kitabı (Alfa, Çev.: Pınar Arpaçay) başka bir ironiyi ortaya çıkarıyor: 'Amerikan İmparatorluğu'nun yakın tarihi. 'İmparatorluk' ifadesi Tarık Ali'ye ait. Söyleşiden çıkan ironinin, tıpkı bugünlerde ülkemizdeki benzer bir şekilde mizahtan uzak. İki muhalif isim, ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurduğu küresel imparatorluğun dünyanın tarihi seyrini nasıl değiştirdiğini
kahve sohbeti yaparcasına rahat bir üslupla gözler önüne seriyor.
Üç yıl önce Paraguay'dan bir
telefon geliyor Tarık Ali'ye. Telefonun ucundaki Oliver Stone, o sıralarda
Güney Amerika'nın seçilmiş 7 devlet başkanıyla görüşmeler yapmak üzere ABD'nin 'arka bahçesi'ni dolaşmaktadır. Tarık Ali'nin, ABD'nin değişen
Latin Amerika politikaları üzerine denemelerinden oluşan '
Karayip Korsanları:
Umut Ekseni' kitabını
okumaktadır ünlü yönetmen. Stone, 'Amerika'nın Anlatılmamış Tarihi' (The Untold History of America) adlı 12 saatlik bir belgesel üzerinde çalışmaktadır. Tarık Ali, belgeseli izlediğinde 'işe yaramaz' bulur. Sonrasında Ali ile Stone, 7 saat süren bir söyleşi yapar. Amerika'da sınırlı sayıda gösterime giren 'South of the Border' (Sınırın Güneyi) adlı belgesel böyle ortaya çıkar. Ülkemize hiç uğramayan bu belgeselin bir bölümünü içeriyor '
Tarih Üzerine Söyleşi' kitabı.
BELGESELDEN KALANLAR
Tür olarak 'söyleşi' olduğu su götürmez. Ancak ortaya çıkan malzeme, Amerikan tarihinin ironik bir okuması. 1. Dünya Savaşı'na girişiyle birlikte izolasyon anlayışından vazgeçen ABD'nin bugün 'geri tepme' (blowback) noktasına gelen politikalarını didik didik ediyor ikili. Bolşevik Devrimi,
Hitler-Mussolini-Stalin-Churchill Avrupa'sı; Normandiya Çıkarması, Japonya'ya atılan
atom bombası ve Oliver Stone'un hem şahsi hayatında hem de yönetmenlik kariyerinde önemli yer tutan Vietnam'ı konuşuyorlar.
Sohbet dönüp dolaşıp Güney Amerika'ya da geliyor. Sovyetler'den sonra Amerika'nın durumunu şöyle özetliyor Tarık Ali: "Sovyet
sistemi çöktüğünde, Batı'da yıllarca süren bir
zafer gösterisi oldu. Biz kazandık, seni ezdik, seni yendik. Ve tüm dünyada buna alternatif bir hikâye ortaya çıkacakmış gibi görünmedi. Ve sanırım Amerikan liderleri arasında bir gönül rahatlığı baş gösterdi. Artık ne istersek yapabiliriz, yaptıklarımız da yanımıza kâr kalır, diye düşündüler. Bize meydan okuyacak kimse yok. Sistem yenilmez. Ve bu her imparatorluk için daima tehlikeli bir düşünme tarzıdır; sizi etkileyebilecek hiçbir şeyin olmadığına inanmak; çünkü hayat öyle değildir. Bunun üzerine ilk meydan okuma, ne gariptir, Güney Amerika'dan, neoliberalizmi deneyimleyen bir kıtadan geldi."
Filmleri ile tarihi 'yeniden' yazan bir yönetmen (JFK ve Müfreze'yi hatırlayalım) ile tarihi kendi bakış açısıyla okuyup resmi söyleme
itiraz eden bir düşünürün buluşması her açıdan ilgiyi hak ediyor. Bu buluşmanın ana malzemesi Amerikan imparatorluğu olunca kayıtsız kalmak pek mümkün görünmüyor.