İlk filmini çeken
Ali Vatansever, filmin
kameradan tavşan çıkarmaya ihtyacı olmadığını söylüyor.
Bir ilk film olan '
El Yazısı' sakinliğiyle dikkat çekiyor. Birçok
genç yönetmenin aksine Ali Vatansever, telaşa düşmeden anlatıyor hikâyesini. Bolu'nun Göynük ilçesinde çekilen film, sinemamızın taşraya yaklaşımındaki genel çizgilerin biraz dışında bir yol izliyor. Vatansever ile taşraya bakışını, sakinliğini ve 'el yazısı'nı konuştuk...
İlk filmlerdeini çeken yönetmenlerde pek görmediğimiz sakin bir anlatım diliniz var. Nereden geliyor, sırrı nedir?
Filmin yoğun bir
senaryosu var. Senaryonun kendisini anlatmasına izin vermek, ağırbaşlı davranmak gerektiğini düşünerek yola çıktık. Set öncesinde görüntü yönetmeniyle kamera açılarının,
lens tercihlerinin üzerinden geçmiştik. Ama
oyuncularla prova yaptığımızda bazı planlara gerek olmadığını fark ettik.
Oyun ve ruh zaten oradaydı; kamerayla şapkadan tavşan çıkarmaya gerek olmayan bir projeydi.
El Yazısı, sinemamızdaki taşra filmleri içinde nerede duruyor?
Taşra bu filmde ne ana akım sinemamız gibi romantik ve stilize, ne de yeni akım Türk sinemasında örneklerini gördüğümüz gibi dingin, karanlık, içten pazarlıklı. Çok sık karşımıza gelen bir soru:
Sanat filmi misiniz; ticari film mi? Biraz yoruldum bu George
Bush kafasından. Bu film
siyah ve beyazların filmi değil. Kasabaya uzaktan bakınca her şey eğlenceli ve davetkâr; ama karakterlerin hikâyelerine yaklaşınca herkesin bir dramı ve derdi var. Zaten filmin derdi de
kasabadaki bireyler değil. Zeynep, Ragıp ve Ahmet benim için kasabalılardan bağımsız bir şey ifade etmiyor. Zeynep-
Volkan çekişmesi bir film olur belki. Ya da Ragıp'ın kadınsız evi. Ya da Hamit'in ta kendisi. Benim ilgimi çeken bunlar değil. Bu birlikteliğin filmi. Kasabaya rağmen kasabalı olmaya çalışmanın filmi. Aynılaşmaya rağmen çeşitlenme; yerinde saymak yerine adım atmak.
Hikâyede, nesilden nesile aktarılan bir 'kadersizlik' var. Bunda taşranın rolü nedir sizce?
Taşra kapalı devre
sistem gibi. Bir şehrin mahallesinde de geçebilirdi bu hikâye belki, ama mahalle şehirden bağımsız değildir; en basitinden her gün mahalle değiştirir işinize gidersiniz. Kasaba ise kendi içerisinde bütündür. Herkes sizi bilir; konuşur ve kaderler ortak çizilir. Kasabada bu çok belirgindir. Şehirde biz bunu fark etmeyiz. Mahalle baskısı da bu fark edilmeyendir zaten. Kasabada değil şehre taşısaydık bu hikâyeyi, suyu bulandıran çok fazla ek katman olurdu. Ama biliriz ki kasabada da şehirde de kaderimizi beraber çizeriz; ailemizle, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla. Hepimiz başkası için doğru olanı bildiğimizi düşünürüz. Hepimizin Türk Milli Takımı'nı var olan
teknik direktörden daha iyi yöneteceğimizi düşündüğümüz gibi. İnsanların kendi kararlarına güvenmemiz lazım bence, taşrada, şehirde.
Filmden hareketle; başkalarının, yani el(lerin) yazdığı yazı, alın yazısını yener mi?
Filmin sonunda Ahmet, Ragıp ve Zeynep doğru olanı mı seçtiler? Hiç önemli değil benim için. Önemli olan kendi rızalarıyla ve kendi kararlarıyla bir adım atabildiler. Alın yazısı sonuçlarla ilgili. Önemli olan kararlar. Kendi kararlarımız.
'Daha önce çekseydik başka bir film olurdu'
Tüm bu süreci şekillendiren finansmandır. El Yazısı'nı 2007'de yazmaya başladım. 2008'de senaryo geliştirme ödülü aldık. 2009'da çekecektik; maddi imkansızlıklar devreye girdi. 2010'da yine öyle. En sonunda 2011'de elimizdeki imkanlarla ve tüm ekibin ve oyuncuların desteğiyle işe giriştik. Tabii ki imece usulünün de müthiş katkısı oldu. Filmi internette duyurduk, projeye inananlar ufak destekler verdi. Geri dönüp baktığımda aslında her şeyin zamanında olduğuna inanıyorum. 2011'den önce çekseydik senaryo bu kadar temizlenmiş olmayacaktı; ben senaryoya bu kadar ağırbaşlı yaklaşamayacaktım ve tabii ki oyuncu ekibi bambaşka yüzlerden oluşacaktı. Bu sektörde en önemli vasfın da sabretmek olduğunu öğrendim. Herkesin, her şeyin sırası gelir; önemli olan o zaman gelene kadar sabredip inancını kaybetmemek.