Güneş'in derdi, "Bir
baba, kendi kanından birini nasıl öldürebilir?" sorusu.
Film,
ölüme götüren süreci anlatsa da, yaşatmaya dair bir bakış açısına sahip.
Sosyal olaylar karşısında sergilediğimiz bazı kemikleşmiş reflekslerimiz var. En 'mümeyyiz' vasıflarımızdan biri 'suç' ile değil, 'suçlu' ile ilgilenmek. Futboldan siyasi yolsuzluklara, terörden dış siyasete kadar karşılaştığımız olaylara yön veren bir refleks bizdeki. Özellikle kriminal vakaların medyaya yansıması ve onun toplumsal bir refleks haline gelmesi sürecinde 'suçlu kim?' sorusu, çözüm için tek başına yeterliymiş gibi kabul ediliyor. Devlet mekanizması da, suça yönelten sebepler, ortam ya da kabuller üzerine eğilmektense malum soruya
cevap bularak toplumsal refleksi yatıştırma kaygısıyla aslında onu pekiştirmiş oluyor. Özellikle 'töre cinayeti' diye adlandırılarak kolaycı formüller üzerinden parmakların yanlış adresleri işaret ettiği olaylarda bu özelliğimiz iyice gün yüzüne çıkıyor. Üçüncü sayfalarda 'Katil baba, cani kardeş, töre kurbanı' deyince kendimizi, bulunduğumuz muhiti ve hatta bir bakıma ait olduğumuz toplumu
temize çekip bütün sorumluluğu bir 'canavara' mal ederek 'önümüzdeki maçlara' bakıyoruz.
'
Ateşin Düştüğü Yer' filmi, bu toplumsal refleksimizi bir kez daha yüzümüze vuruyor. Hikâye çok tanıdık aslında. Daha önce gazetelerde okumayan, televizyon haberleri ya da dizilerinde görüp seyretmeyen kalmamıştır. Mevsimlik
işçi olarak Muğla'da çalışan Elazığlı bir
ailenin en büyük kızları rahatsızlanarak hastaneye kaldırılır. Başka bir rahatsızlığından dolayı
ameliyat gerekmektedir. Elde avuçta ne varsa toplanır. Ancak aile, kızlarının hamile olduğunu öğrenince ilk tepki 'Kim yaptı?' olur. Hemen suçlu aranır. Önce anne, sonra muhtemel
damat adaylarından 'emmioğlu', sonra patron... Sorunun cevabını öğrenemeseler de, ailenin bağlı bulunduğu aşiret, 'töre gereği' ölüm kararı alır. Bu 'vazife' de, namusunu temizlemesi için babaya tevdi edilir. İlk başta kızını öldürmek için büyük bir kararlılık gösteren baba, birlikte çıktıkları 'ölüm yolculuğu'nun sonlarına doğru vicdanı ile töre arasında çetin bir çatışma yaşar.
Senaristliğini ve yönetmenliğini
İsmail Güneş'in yaptığı 'Ateşin Düştüğü Yer', hemen herkesin âşina olduğu bir hikâyeyi, kabullerin ötesinde bir bakış açısıyla 'anlamaya' çalışıyor. Bu noktada,
genç kızın başına gelen talihsiz olay, ona sebep olanın kim olduğu ya da başına gelenden dolayı onun hakkında 'ölüm kararı' veren 'töre' ve uygulayıcıları ile ilgilenmiyor. Güneş'in derdi, "Bir baba, kendi kanından birini nasıl öldürebilir?" sorusu. Bunun için de, filmin açılışında "Kim bir kişiyi öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Kim de bir kişinin hayatını kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibidir." hükmünü referans veriyor. Bu bakımdan film, ölüme götüren süreci anlatsa da, yaşatmaya dair bir bakış açısına sahip. Ancak
senaryo, babanın vicdani meselesine o kadar odaklanıyor ki, bir noktada kızın olası muhasebesi ve diğer karakterlerin hikâyeye katkısı tamamen unutuluyor. Bir zaman geliyor, olayın merkezindeki genç kız 'azize' gibi karşımıza çıkıyor. Yani, bu tür olaylarda medyada 'cani' olarak sunulan babayı ve onun iç muhasebesini anlama adına baba 'insanîleşirken', genç kız insaniyetten uzaklaştırılıp neredeyse melekleştiriliyor. Ki bu da, filmin esas meselesi olan görünenin ardındaki insanı ve onun iç dünyasını anlama konusunda filmi zayıflatıyor.
İşin yönetmenlik kısmında İsmail Güneş, belki de en 'temiz' filmine
imza atıyor. 'Ateşin Düştüğü Yer' için, sinematografi bakımından Güneş'in en iyi filmi diyebiliriz. Oyunculuklarda Hakan Karahan ve Elifcan Ongurlar senaryonun elverdiği ölçüde görevlerini hakkıyla yerine getiriyor.
Kadının
mağdur olduğu bir sosyal olayda, kadını melekleştirip erkeği yani babayı anlama çabasına yöneldiği senaryosunda kimi hataları olduğu halde Ateşin Düştüğü Yer, 'kadın hassasiyeti' olan, temiz bir sinematografiyle perdeye aktarılmış bir film. Bu açıdan bakınca, geçtiğimiz yılın 'kadın' temalı Altın Portakal'ında seyrettiğimiz onca kötü film arasında 'Ateşin Düştüğü Yer'in yarışmaya kabul edilmemiş olması 'haksızlığa' uğradığı kanaatini güçlendiriyor.
İstanbul nasıl yağmalandı?
İnsanlar nasıl şehirleri kurguluyorsa. biliyoruz ki şehirler de insanları kurgulamakta. Bir şehrin mimarisi o şehirde yaşayan insanların, siyasete, sanata, tarihe bakış açısının, anlam dünyasının da bir göstergesi. "Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir"de İstanbul'un nasıl yaşanamaz bir şehre ivedilikle dönüştürüldüğünü izliyoruz.
Yunan kentbilimci Doxiadis'in ilk defa kullandığı bir kavram 'ekümenopolis'; her tarafı betonlaşmış, havası, yeşili, suyu tükenmiş, hastalıklı kâbus kentlere verilen bir ad. Bir distopyayı çağrıştıran bu
tarife İstanbul'un ne kadar yaklaştığını anlayabilmek için belgeselde geçen en basit bilgiler bile kâfi: "1980'de ilk metropolitan ölçekli İstanbul planı yapıldı.
Plan raporunda kentin coğrafyasının en fazla 5 milyon nüfusu kaldırabileceği yazıyor. O zaman nüfus 3,5 milyon. Bugün İstanbul'un nüfusu 15 milyon. 15 sene sonra 23 milyon olacak." Filmden çıkanların zihinlerinde yankılanacak cümleyi tahmin etmek ise güç değil: "Ucu olmayan bu şehir, bu gidişle hepimizi yutacak."
Uzun soluklu, bol ödüllü
festival yolculuğunun ardından "Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir" nihayet vizyonda. Ticari filmlerin istila ettiği sinema salonlarında belgesellerin vizyona girmesi için özel bir çaba harcanması gerekiyor. Ekümenopolis de kolektif bir girişimin sonucu olarak, ancak iki kopyayla İstanbul ve Ankara'da izleyiciyle buluşabilecek. Bir haftalık vizyon süresinin uzama ihtimali var, seyircinin göstereceği alakaya bağlı.
Belgeselde neoliberal politikalar ve kentin bir
sermaye üretim aracı olarak görülmesi fikrinin tetiklediği betonlaşan bir İstanbul çıkıyor karşımıza. Kentsel dönüşüm,
ulaşım problemi, üçüncü
köprü,
TOKİ 'imparatorluğu' gibi yapıların sıkıntılı yanları vurgulanıyor. Kentlerin
ekonomik ve mekânsal açıdan sınıfsal ayrışmaya maruz bırakılması gibi çözümü elzem meselelere temas ediliyor. İstanbul'un tüm bu semptomlarını yan yana koymaktaki amaç, aslında hiçbirinin diğerinden bağımsız olmadığına dikkat çekmek. Oldukça yoğun bir bilgi aktarımı var belgeselde, yönetmen İmre Azem ilk işinde hayli titiz çalışmış. İstanbul'un hikâyesini Osmanlı'dan itibaren dinlemeye başlıyoruz,
Cumhuriyet döneminden geçerek günümüze doğru yaklaştıkça, özellikle 2000'li yıllarda şiddeti artıyor iktidarın ekonomik kaygılı adımlarının. Gökdelenler ve AVM'lerle donatılan şehir, modernleşmek vaadiyle tahrip ediliyor. Belgeselin ilk sahnelerinde İstanbul'un üzerinde handiyse fantastik bir canavar gibi beliriyor kapitalizm. Filmin keyifli bir seyre dönüşmesinde şüphesiz
animasyonların etkisi büyük, kurgudaki akışkanlık da önemli etkenlerden. Müzik zaman zaman konuyu bastıracak kadar yükselse de belgeselin bütünlüklü anlatımına uyum sergiliyor.
Akademisyenler, mimarlar, sosyolog ve yatırımcılardan alınan görüşler, siyasetçilerin demeçlerinden alıntıların yanında,
Sulukule ve Ayazma'da
kentsel dönüşüm mağdurlarının hayatlarına da sokuluyor
kamera. Tüm bu
sistem eleştirisi içerisinde, yaptırdığı
apartmanları, golf sahalarını göğsü kabararak anlatan Ali
Ağaoğlu, Leyla ile Mecnun'un
Erdal Bakkal'ı gibi her fırsatta ekrandan başını uzatıp reklamını yapıyor: 'Biz yaptık oldu.'
Sistemin işleyişine yönelik siyasi tavrı net filmin. Meramını kekelemeden, kendinden emin dile getiriyor. Teknik, akademik, grafik bilgiler herhangi bir izleyicinin anlayabileceği seviyeye indirgenmiş. Sınıfsal ayrışmaların körüklendiği, insanı yalnızlaştırmaktan öte bir vaadi bulunmayan apartman hayatının teşviki, günü
kurtarmaya dönük büyük projelerin bir çırpıda imzalandığı günümüzde tüm bu aktarıma rağmen şehrin nasıl içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklendiğini hayal edemeyenler ise belgeselin ardından, benzer bir meseleyi ele alan, Meksikalı yönetmen Rodrigo Plá'nın 2007 yılı yapımı etkileyici filmi Yasak Bölge'yi (La Zona) izleyebilir.
TUBA DENİZ
Ekümenopolis
Ekümenopolis
Ucu Olmayan Şehir
YÖNETMEN: İmre Azem
TÜR: BELGESEL
Paris'te macera başkadır
Haftanın iki animasyon filminden biri olan "Paris'te Çılgın Macera", izleyenleri geçen yüzyılın başlarındaki Fransa'ya götürüyor. Orijinal seslendirmesinde Vanessa Paradis, Gad Elmaleh, François Cluzet ve Ludivine Sagnier gibi ünlü
Fransız oyuncuların yer aldığı film, 2004 yapımı '
Köpekbalıgı Hikâyesi'nin yönetmeni Bibo Bergeron'un elinden çıkma.
Türkçe dublajlı olarak,
üç boyut (3D) seçeneğiyle gösterime girecek filmde 1900'lü yılların başında Paris'te bir bahçede yaşayan canavar, genç bir şarkıcı kıza âşık olur. 'İcat çıkarmada' mahir kargo elemanı Raoul ile sinema sevdalısı arkadaşı Emile, yanlarında zıpır bir
maymun olduğu halde
deney yapmaya koyulurlar. Her yana yayılan iksirlerin etkisiyle istemeden bir pireyi dev haline getirirler. Raoul ve arkadaşları, şarkıcı Lucille'in de yardımıyla yeni arkadaşlarını kötü kalpli şef Maynott'tan korumaya çalışırlar, çünkü Maynott dev pireyi yakalayıp şöhret olma amacındadır.
PARİS'TE ÇILGIN MACERA
A Monster in Paris
YÖNETMEN: GOH AUN HOE
SESLENDİRME: Vanessa Paradis, Gad Elmaleh, François Cluzet,
Ludivine Sagnier
Çevreci Pupi işbaşında
'Sevimli Balık Pupi',
Malezya sularından bir animasyon filmi. Son zamanlarda animasyon ve çizgi filmlerde ana tema olmaya başlayan çevreci duyarlık, bu filmde de var. Pupi, mercan kayalıklarının yanında Bamboo Köpek Balığı yumurtalarını bulunca bir hayli heyecanlanır. Fakat yalnız değildir, iki dalgıç yumurtaları toplamaya gelmiştir. Pupi yumurtaları kaçak avcılardan koruyamaz. Su
altındaki yaşamları endüstriyel çöp atıklarıyla zehirlenmektedir. Pupi tek başına çevresini kurtarma görevine başlar.
SEVİMLİ BALIK PUPİ
YÖNETMEN: GOH AUN HOE
TÜR: ANİMASYON
Marvel'in kahramanları toplandı
Marvel şirketinin ürettiği çizgi
romanların uyarlamasında sıra 'Yenilmezler'e geldi. İlk kez 1963'te yayımlanan
çizgi romanın sinema uyarlamasını Joss Whendon yönetiyor. 'Yenilmezler', beş çizgi roman kahramanını bir öyküde buluşturuyor. Beklenmedik bir düşman su yüzüne çıkıp dünyanın güvenliğini tehdit etmeye başlayınca, S.H.I.E.L.D. adlı, uluslararası barışı koruma teşkilâtının yöneticisi olan Nick Fury, dünyayı felâketten kurtarmak için bir takıma ihtiyacı olduğunu anlıyor. Süper kahramanlar Demir Adam,
Hulk, Thor, Kaptan
Amerika, Hawkeye ve Black Widow'un hepsini bir araya toplar.
YENİLMEZLER / THE AVENGERS
YÖNETMEN: JOSS WHENDON
OYUNCULAR: ROBERT DOWNEY JR., CHRIS EVANS, MARK RUFFALO, CHRIS HEMSWORTH