Emre
Baykal küratörlüğündeki sergide,
sanatçının 1990'lardan bu yana ürettiği otuzdan fazla çalışma yer alıyor.
Sergi, Edward Said'in deyişiyle
Filistin deneyimini ciddi, bir o kadar
oyuncu; zorlayıcı ve aynı zamanda kinayeli bir biçimde ortaya koyuyor.
İstiklal Caddesi'nde buluşacaklardı dün. Öğleüstü... Gecikince öteki, beriki aradı. "Duraklar,
kriz masası, polis, nevruz..." diye anlatınca anlaşıldı; gecikecekti. Caddede de zaten bir gerginlik vardı, bir tedirginlik, bir her an her şey olabilir hâli... O sırada gördü
ARTER'in vitrinini. Camda,
Mona Hatoum - 'Hâlâ Buradasın' yazıyordu. Nasılsa daha buradaydı, içeri girdi. Hem içerisi dışarıdan daha güvenli... Ama içeride, görüntü ve his itibarıyla savaşın tam ortasında buldu kendini! Bir sergideydi... Sergi, Hatoum'un son dönem işlerinden biriyle, 'Bunker'le açılıyordu. Yüzeyleri kesilerek veya yakılarak tahrif edilmiş,
hasar görmüş
enkaz halindeki altı çelik bina ile... Beyrut'taki gerçek binaların aynısı. Tüm bunların bir
doğal afet değil de insanların kararıyla olması ne tuhaf diye düşünerek ilerledi ve dünyayı tehdit eden büyük bir
tehlikeyi haritalandıran 'Shift' isimli eserin/
halının üzerine geldi. Dünya, sarı sismik dalgalarla kuşatılmıştı ve nasıl denir, sanki birileri nişan alıp yok edecekti her şeyi. Köşedeki odaya zor attı kendini.
Kapıda 'Misbah' yazıyordu; Arapçada
fener demek.
Işık iyi gelebilirdi... Eğer pirinç fenerin üzerindeki
oyuncak asker figürlerinin gölgeleri odada dolaşmasaydı... Bu
küçük ve masum gölge oyunu başını döndürünce sergi turuna ara verdi ve kataloğa baktı: "... Beyrut'ta doğmuş Filistin kökenli
İngiliz sanatçı Mona Hatoum, tedirginlik hissini araştıran şiirsel ve bir o kadar da politik işler üretiyor. 2011 Joan Miró Ödülü'nün sahibi olan sanatçının ARTER'deki sergisinde, 1990'lardan bu yana ürettiği 30'dan fazla işi yer alıyor..."
filistin deneyiminin kinayeli anlatısı
Sergiye adını veren 'Hâlâ Buradasın' cümlesi üst kattaydı. 1994'te
İngilizce üretilen yapıt, 2006'da Arap harfleriyle tekrarlanmıştı ve portre formatında bir
duvar aynasının üzerine kumlama yöntemiyle yazılmıştı. Bu cümle, sanatçıya göre; var olmanın ve hayatta kalmış olmanın teyidiydi. Ama insanın güvenini tazeleyen bu onaylamanın özünde, süregiden tekinsiz bir durum ve tehlike ihtimali karşısında sağ kalmış olmanın tanıklığı da vardı. Yani huzursuzluğu... Berikine göre ise "Hâlâ buradasın. Kılını bile kıpırdatmadan öylece duruyorsun" anlamına geliyordu, en azından o an için.
Yine o an için, az ilerideki 'Present Tense' isimli yerleştirmenin uzaktan uzağa duyulan kokusu iç ferahlattı. Kudüs'ün kuzeyindeki Nablus şehrinden getirilmiş 2 bin 400 kalıp geleneksel zeytinyağı
sabununun kokusuydu bu. Ama yaklaşınca ve sabun kalıplarının üzerlerine bastırılmış küçük kırmızı boncuklarla çizilen resim seçilince iş değişti. Boncuk hattı,
İsrail ile Filistin arasında '93'te imzalanan
Oslo Barış Anlaşması'nın Filistin'e iade edilmesi lazım gelen bölgelerini resmetmişti.
Tüm bu resimler, boncuklar, sabunlar, haritalar, saçlar, camlar, bronz eşyalar, videolar... Tedirginlik, huzursuzluk ve tekinsizlikle birlikte bir geçmiş saçıyordu ve... O geçmiş; Hatoum'un doğduğu evi, babasının diktiği ağacı, hep sallandığı ama bir keresinde düşüp sol dizini kanattığı salıncağı değil; savaşta büyümeyi, evinden ve yurdundan edilmeyi, Filistin'i anlatıyordu. Her ne kadar sanatçı Filistinli kimliğinin öne çıkarılmasından rahatsızlık duysa da... Galiba yine kataloğa dönmeli ve Edward Said'in 12 yıl önce yaptığı tespitle sergiden çıkmalı: "Görsel açıdan Filistin deneyimini bu kadar ciddi, yine de bir o kadar oyuncu; bu kadar zorlayıcı, aynı zamanda da bu kadar kinayeli bir biçimde ortaya koyan başka kimse olmadı bugüne kadar."