Hep medyadan uzak durmayı
tercih ettiler. Mehmet Akif
Ersoy'un yeni çıkan kitabı Gençler için Safahat,
torunu
Selma Argon imzasını taşıyor. Selma Argon
Mehmet Akif Ersoy'un kızı
Suat Hanım'dan olan en
küçük torunu. O, dedesini hiç göremeden annesinin anlattıkları ve okuduklarıyla sevmiş biri. Bir hazine gibi yıllarca annesini yanından ayırmadan
yaşamış. Selma Hanım dedesine hayran. Onu eleştirenlerin ve dışlayanların haksızlık yaptıklarını düşünüyor. Onun için istediği tek şey ise
Mısır Apartmanı'nın Mehmet Akif Ersoy
Kültür Merkezi olması.
İstiklal Marşı'nın kabul yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde Selma Argon'un gözünden Mehmet Akif'i konuştuk.
Mehmet Akif Ersoy bizim Milli Şairimiz. Size göre Akif kim?
Tüm kimliklerden öte o benim önce dedem. Dedemin ismini duyunca içim titriyor. Ben onu tanıma keyfine ne yazık ki erişemedim. Tüm bunlardan da öte canım anneciğimin babası. Canımdan biri...
Mehmet Akif'in torunu olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?
Küçüklüğümde evde hep konuşulurdu. Fakat ilkokula başladığımda bunu daha net hissettim. Herkes bana onun torunu gibi yaklaşıyordu. İlkokulda bunun güzelliklerini çok gördüm. Başöğretmenim beni Mehmet Akif'in yadigarı olan en küçük torun sıfatıyla severdi.
Peki
İstiklal Marşı'nı nasıl algılardınız?
Müziğe karşı bir kabiliyetim vardı. O yüzden İstiklal Marşı'nı çok küçükken öğrendim.
Allah'tan güzel okurdum İstiklal Marşı'nı, o nedenle hep bana okuturlardı.
Nasıl bir öğrenciydiniz?
Eğitim yaşamımda hiç zorluk çekmedim. O yıllarda tabi bütün gün okulda olurduk. Sakin bir talebeydim, evde de sevilen bir çocuktum. Ailenin en küçüğüydüm. Ablamla aramızda bir hayli yaş farkı var o nedenle ablacığımda beni çocuğu gibi sevmiştir. Dayım bize çok iyi baktı. Yattığı yer
cennet olsun. İyi büyüdük ve iyi bakıldık.
Mehmet Akif Ersoy size
miras olarak ne bıraktı?
Koskoca bir isim. Özellikle geçtiğimiz yıl Mehmet Akif yılı olmasıyla ne kadar çok sevildiğini daha iyi anladım. Arayanlar oldu. Bizi
Kastamonu'ya davet ettiler. Kastamonu günleri hayatında önemli bir yer tutuyordu. Oradaki çocukların "Boynuma sarılıp ne olur gitmeyin burada kalın" diye ısrar etmeleri çok güzel bir duyguydu.
Maddi olarak?
Maddiyatı hiç önemsemiyorum. Çünkü kendisi de maddiyattan çok uzak biriydi. Manevi anlamda onun torunu olmak çok büyük bir onur.
Dedeniz Mehmet Akif'in
aile ilişkilerini çocuklarına ve torunlarına yazdığı
mektuplardan biliyoruz. Bunları da ağırlık olarak anneniz Suat ve ablanız Ferda Hanım'a yazmış...
Aslında dedemin çok mektubu var. Ancak ortaya çıkanlar, elimizdekiler bu saydıklarınız kadar. Sadece ailesine değil, dostlarına da çok mektup yazarmış.
Akif herkes tarafından mizacı sert biri olarak bilinir. Yazdığı mektuplar onun özünde sevecen esprili ve düşünceli tarafını gösteriyor...
Dedem insanların hayatlarıyla detaylı olarak ilgilenirdi. Aslında sıkılgan ve utangaç bir insan. İstiklal Marşı
TBMM'de okunurken başını eğerek dinlemiş, hatta bir ara dışarı çıkmış. Alkış seven bir insan değildi ve övülmekten hoşlanmazdı. Ablama hitaben yazdığı Ferda Hanım şiirinde ne kadar umut dolu olduğunu görüyoruz.
Bu mektuplar arasında size yazılan bir şiir yok. Ablanıza imreniyor musunuz?
Ben geç dünyaya geldiğimi için yetişememişim. Tabi ki özlem duyuyorum, bana da bir şiir yazmasını çok isterdim.
Dedeniz torunlarına karşı çok ilgiliymiş...
Öyle. İkimizin ismini de dedem koymuş zaten. Ferda ve Selma olsun demiş. Annem ilk kızına Ferda, ben doğunca da Selma koymuşlar.
Selma'nın anlamını biliyor musunuz?
Evet, selamete ermiş kişi demek. Dedemi görmeyi çok isterdim.
Görseydiniz tepkiniz ne olurdu?
"Dedeciğim" der boyuna sarılırdım.
Mehmet Akif en çok mektubu anneniz Suat Hanıma yazmış. Anneniz babasına düşkün müydü?
Çok düşkündü. Annem ile ayrılığımız toplasanız bir buçuk yılı geçmez. Evliliğimde de yanımdaydı. Gün geçmezdi ki "Babamı, annemi çok özledim" demesin. Hep "Babacım, annecim" diye konuşurdu. Özlemi belli olurdu. Son zamanlarda benim dışımda pek kimseyi tanıyamaz olmuştu. 93 yaşında
vefat etti. Vefatından önce:
Televizyon kapanmadan önce İstiklal Marşı okunurdu. O İstiklal Marşı'nı ne zaman duysa saygısından oturuşunu düzeltirdi. Çok büyük sevgisi ve saygısı vardı.
Mehmet Akif bu ülkenin milli şairi olmasının dışında nedir sizce?
Dedemin şiirleri dikkat e
derseniz, yaşadığı ve gördüğü olaylarla bir belgesel niteliği taşır. Söylemleri bulunduğu yılın yetmiş yıl sonrasını da anlatıyordu. Mehmet Akif, şairliğinin dışında dinine çok bağlı bir insandı. Fakat bu hiçbir zaman yobazca olmadı. Asım'ı
yurt dışına gönderir ve ona "Avrupa'nın ilmini al buraya gel, burada uygulayacaksın" der. Gelenekleri, dine bağlılığı millet,
bayrak ve
toprak sevgisini çok önemserdi.
Bir de sözünün eri olduğunu biliyoruz...
Evet. Karlı bir kış günü arkadaşıyla buluşmak için sözleşiyor.
Anadolu yakasına geçmesi gerekiyor ancak hava şartları yüzünden tek tük
vapur işliyor. Zor bela dedem kalkıp Beylerbeyi'ne geliyor. Kapıyı çalıyor, arkadaşının evde olmadığını görünce kırılıyor ve üç ay boyunca konuşmuyor. "Sözüm namustur, ancak ölürsem sözümden dönerim" diyen biriydi.
Siz bugün şairin hakkının yendiğini düşünüyor musunuz?
Kendisinin kimseden bir talebi olmadı. Ne
ödül gibi bir beklentisi vardı, ne de bundan dolayı özel bir muamele görmek istedi. İstiklal Marşı için verilen parayı bile gazilere, dul ve yetimlere bağışladı.
Peki anlaşıldı mı?
Yeterince anlaşılmadı. Ancak kendisi de buna pek kafa yormadı. O kendi tarzında şiirler yazarak insanları uyanışa çağırmıştı. Milli Mücadele döneminde manevi bir lider olarak çalışmış ve Anadolu'da ayak basılmadık yer bırakmamıştı. Tüm insanlara Milli Mücadele'nin ne kadar önemli olduğunu ve bu toprakların kaybedilmesi halinde gidecek bir yerimizin olmadığını söylemiştir.
"Ya bu vatanı koruyacağız ya da uğrunda öleceğiz" diyen o dur.
Emin dayımı da yanına alarak TBMM Ankara'dan taşınmasına karşı çıktı. "Ölürsek hep birlikte ölelim" dedi. En en büyük korkusu, çocukların ve kadınların düşmanın eline düşmesiydi.
Mehmet Akif'in ölümü hazin doludur. Cenazesin
e devlet erkanından kimsenin katılmaması acı bir durum...
Bu konu beni de hep çok yaralamıştır. Üstelik Atatürk'ün çok değer verdiği bir isimdi.
Kuran-ı tercüme etmesi için dedeme görev veriyor ve "Bunu bizzat siz yapabilirsiniz" diyor. Ayrıca Milli Mücadele için dedemi Ankara'ya davet eden de oydu.
Siyasete yaklaşımı nasıldı?
Siyaset, dedemin hiç sevmediği bir şeydi. O sanat, şiir ve kitaplarıyla uğraşmak istiyordu.
Milletvekili olmak gibi bir hayali yoktu. Fakat bir ara işsiz kalmış. Onun gibi Milli Mücadele'de rol almış birçok isimin mahkemede yargılanmaları ve
hapis yatmaları onu çok yaralamış ve kendisine yapılmış gibi hissetmiş. Çünkü haksızlığa hiç tahammülü yoktu. Hatta o yüzden
Ziraat Mektebi'nden
istifa etmiştir.
Neden peşine hafiye takmışlardı sizce?
Manevi bir liderdi. Belki de birgün gerçek bir lider olabileceğini düşünmüş olabilirler. Çünkü peşine hafiye takılacak biri değildi. Süleyman Nazif, Şerif Muhiddin Targan, gibi insanlarla ahbaplık kurmuş biri. Burada bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi vardı. Bir taraftan para da kazanması gerekiyordu.
Zor bir hayat...
Hayatı zor, ancak o dönemde yaşayan kişilerin çoğunun hayatı zor. Mithat
Cemal birgün eve geliyor ve evde sekiz çocuk olduğunu fark ediyor. Dedemin beş tane çocuğu olduğunu biliyor ancak "Bu üç çocuk nereden geldi?" diye düşünüyor.
O üç çocuk kimindi?
Dedem Ziraat Mektebi'nde çok sevdiği bir arkadaşıyla" Eğer birimiz önce ölürse çocuklarına diğeri baksın" diye aralarında anlaşıyorlar. Nitekim arkadaşı ölüyor, onun üç çocuğunu dedem yanına alıyor. Ben uzunca bir zaman onları öz teyzelerim olarak biliyordum. Süheyla Karan'a Süheyla Teyze derdik.
Mehmet Akif'in Mısır'a
sürgün edildiği doğru mu?
Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine gidiyor. Hem oradaki üniversitede ders vermek hem de kızlarına
Farsça,
Osmanlıca eğitimi vermek için. Mısır'a çok gidip gelmiş. Orada kendisine yer tahsis edilmiş. O dönemin prensi dedemi çok severmiş. Bir yerde kendini
gönüllü sürgün etmiş oraya.
Eşi İsmet Hanım'ın Akif'e yazdığı mektuplar yok. Neden?
Çünkü İsmet Hanım sürekli yanındaydı. Onu çok seyrek olarak İstanbul'a gönderirmiş. Babamla beraber şarkta kaldığı için çocuklarını özlermiş. Ara sıra gelirmiş ancak onun dışında hep Mısır'daymış.
Akif'in ailesinden ayrı kaldığı bir dönem var...
Evet. Bütün evini ve çocuklarını bırakarak Anadolu'ya gidiyor. Ondan bir yıl haber alamıyorlar. Para pul yok. Sadece yanlarında Halil diye bir
yardımcıları varmış annem de parasızlıktan onun işine son vermek zorunda kalıyor. Halil Bey de "Yok Hanımım siz bana emanetsiniz ben hiçbir yere gitmem" deyip koruyup kollamaya devam ediyor.
Çok maddi sıkıntı yaşamışlar mı?
Evet. Eşten, dosttan veresiye alıyorlarmış. Sonra dedem para gönderdiğinde borçlarını kapatmışlar. O yıllarda evlerde doğru düzgün ekmek yok. Varlıklı kişiler eve un veya ekmek gönderir ancak anneannem kesinlikle kabul etmezmiş. "Komşum açken ben nasıl
beyaz ekmek yerim" dermiş. Annem "Yediğimiz ekmeklerin sıkınca suyu çıkardı" derdi.
Bir dönem Mehmet Akif ailesi sefil yaşam sürüyor gibi haberler çıktı. Bu haberler ne kadar gerçek?
O haberler annemle Beyoğlu'nda oturduğumuz dönemde çıktı. Bizim eve kayyum bakıyordu. Ermenilerden kalan bir evdi. Sahipleri vefat etmişti. Kayyum anneme "Bir hafta içinde evi boşaltacaksınız" diyor. Ben çok sinirlendim. Akademiden bir arkadaşım "Hasan Pulur dedeni çok severdi ona haber ver" dedi. Haber verdim. Bu konuyla ilgili gazetede yazı yazdı. Ertesi gün bizim
sokak Türkiye'nin her yerinden gelen insanlarla doldu. Telefon edenler mektup yazanlar oldu. Ancak hiçbir zaman sefalet içinde olmadık.
Fakat anlattığınıza göre rahat bir yaşam da sürmemişsiniz?
Sefillik bakış açısına göre değişiyor. Kendi yağımızla kavrulduk. Fakat evimiz yoktu. Kiracıydık ve "Evden çık" dendiğinde çıkmak zorundaydık.
Dayınız Emin Bey'in bedeni bir çöp konteynırının yanında bulundu. Bu trajik değil mi?
Emin Dayım çok talihsiz bir insandı. Bir
takım arkadaşlarından kötü alışkanlıklar edindi. Kendini kurtaramadı, onun durumu dedem için büyük bir hüsran oldu. Belki de
hastalığına sebep olan nedenlerden biri buydu. Dedem bir mektubunda Emin Dayım için "Hasta, artık kurtulamaz" diyor.
Devlet tarafından korunmayı beklediniz mi?
Hayır. Evden çıkarılma olayı olmasaydı, devletten hiç bir talebimiz yoktu. Bize Kadıköy'de Misak-i Milli Sokağı'nda vilayete bağlı bir yerde küçük müstakil bir ev buldular. Yaklaşık 9 yıl orada oturduk. Yardım etmediler diyemem ancak o olaya kadar biz bir şey istemedik.
2011 Akif yılıydı. Gecikmiş bir ilgi olduğunu mu düşünüyor sunuz?
Mehmet Akif sadece bir yılla sınırlandırılacak biri değil. Bunu dedem olduğu için söylemiyorum. Araştırması gereken çok yönü var. Karakterinin iyi anlaşılması lazım. Son çıkan kitapta sadece şiirler yok kendisi de anlatılıyor.
Özel istediğiniz bir şey var mı?
Ankara'daki Taceddin Dergahı belediye tarafından
restore edildi. Orada küçük bir müzesi var. Mısır Apartmanı'nı önemsiyorum. Onun kaldığı oda bir türlü tespit edilemiyor. İkinci katta dışarıya
bakan bir oda olduğu var sayılıyor. O apartmanın Mehmet Akif Ersoy kültür evi olmasını ve sanat icra edilmesini isterdim.
Mehmet Akif'in akrabası olmak zor bir şey mi?
Başımızdan geçen talihsiz hadiseler döneminde ismimizin anılmasını istemedik. Ev meselesinde olduğu gibi... Çünkü kendisinin para ve mal ile ilgisi yoktu. Dürüstlükten hiçbir zaman caymadık. Ne olursa olsun gerçeği söyledik.
Hassas bir aile misiniz?
Öyleyiz galiba. Herşeyden kendime bir üzüntü payı çıkarıyorum. Sanıyorum yaşımın da gereği olarak böyle. Özellikle hayvanlara dayanamıyorum.
Anneniz geçmişinden bahsedermiydi?
Çok anlatırdı. Zaten en büyük pişmanlığım anlattıklarını
kayıt altına almamaktır. Hiç aklıma gelmedi bir gün gideceği. İnsanın hep yanında olacak sanıyor.
Mehmet Akif'in şairliği için bir kesim "Milli değil, dini şairdir" diyor. Bu sizi şaşırtıyor mu?
Dinine bağlı olmak ayıp değil. İnsanın dinini sevmesi en başta yapması gereken şeydir. Ben de dinini seven biriyim. Dedemin hurafelere inancı yoktu. Yobazlığa karşıydı. Keşke hepimiz okuyup da yalan yanlış olarak değil de doğru düzgün uygulayabilsek. Dedemin inancı nedeniyle dışlanmasını önemsemiyorum.
Neden gözden uzak bir yaşam sürmeyi tercih ettiniz?
Dedemin karakteri böyledi. Ailemizde onun izinden gitti. Mecbur kalmadıkça dedemin ismini kullanmadık. Çekilen sıkıntılardan
isyan edecek noktaya geldiğiniz oluyor. "Bunlara layık değiliz" diyorsunuz. Çok sıkıntı çektik, çok büyük borçlar altında kaldık. Fakat büyük yardımlar da gördük. Elimizden tutanlardan Allah razı olsun.
Bir araştırmaya göre Safahat Kur'an-ı Kerim'den sonra en çok satılan kitap. Siz bu kitapların
teliflerini alabildiniz mi?
Büyüklerimiz zamanında İnkılap Yayınevi'ne vermişler. Alınan telifi de kardeşler aralarında paylaşmış. Yetmiş sene doluncaya dek hakları İnkılap
Kitap evindeydi. Ama onun dışında birçok yayın evi bastı. Sonraki basılanlardan bir şey almadık. Biliyorsunuz yetmiş yıldan sonra telif hakkı kalmıyor. 75 yıl oldu. Kitabın yazarı Mustafa ve Fatih Bey bizi bir şekilde buldular. "Gençler İçin Safahat kitabı satılırsa size telif hakkı vermek istiyoruz" dediler. Çok mutlu oldum, sevinçten ağladım.
O gelirle ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Borçlarımızı kapatacağız.
Kaç kuzensiniz?
İkisi vefat etti. Büyük teyzemden bir kuzenim kaldı. Ortanca teyzemden bir kuzenim var. Bir de ablamla ben kaldık. Dört kuzeniz. Görüşürüz. Birbimize gidip gelemesek de
telefonlaşır halimizi hatırımızı sorarız. Kuzenler arasında en genci benim. Yaşadıklarımızdan sonra bende kendimi eve kapattım.