Mutlaka zengin olacaktı. Hayırlısı zengin olması mıydı değil miydi, hiç düşünmüyor, ille de köşeyi dönmeyi istiyordu. Bu yüzden tam üç defa
Efendimiz (sas)'e müracaat ederek zengin olması için dua etmesini istemiş, hatta sonuncusunda da
yemin ederek demişti ki: Seni hak
peygamber olarak gönderen
Allah'a yemin ederim ki; zengin olursam yoksullara fazlasıyla
yardımda bulunacağım!.. Bu söz ve ısrar sebebiyle Efendimiz de istediği duayı yapmış,
- Sâlebe'ye istediği malı ver ya Rab! diye niyazda bulunmuştu. Bundan sonra
koyun alan Sâlebe'nin sürüsü kısa zamanda öylesine çoğaldı ki; cami kuşu Sâlebe, artık
vakit namazlarını bırak cumalara dahi camiye gelemiyor, çölde sürüsünün arkasında sürünüp gidiyordu. Efendimiz, zaman zaman Sâlebe'yi soruyor, 'Çölde koyunlarının peşindedir. Onun için camide görünmüyor.' dediklerinde,
- Yazık oldu Sâlebe'ye! diye hayıflanıyordu. İşte bu sıralarda Tevbe Sûresi'ndeki zekât âyeti nazil oldu.
Efendimiz, imkân sahibi zenginlere memurlar gönderdi. Zekâtlarını toplayıp hazineye getirecekler, oradan da ihtiyaç sahibi fakirlere dağıtılacaktı. Sâlebe'ye de uğrayan memurlar, onu çölde koyunlarının peşinde bularak yeni durumu anlattılar.
- Gelen
ayetler, malı çok olanın kırkta birini zekât vermesi gerektiğini bildirdi. Senin de zekât vermen gerekiyor! deyince öfkelenen Sâlebe,
- "Bu sıcak çölde çalışıp kazanan benim, size ne oluyor ki, gelip benim malımın kırkta birini istiyorsunuz. Bu sizin istediğiniz haraçtan başka bir şey değildir." diyerek, zekât memurlarını eli boş çevirdi. İşte Sâlebe'nin bu davranışından sonra gelen ayetlerde deniyordu ki:
- Münafıklardan bazıları da, mal mülk verip zengin ettiği takdirde fakir fukaraya yardım edeceklerine dair söz verirler, ne zaman ki Allah onlara istekleri malı verir zengin olurlar; o zaman Allah'a verdikleri sözü unuturlar, cimrilik edip yoksulun hakkını vermezler... (Tevbe Sûresi, âyet 76) Hülasat'ülbeyan'a bakılabilir.
Mealini arz ettiğim bu âyet-i kerime Sâlebe'nin münafıklar sınıfına kaydığını işaretliyordu. Bunu anlayan akrabası, gidip ona derhal malının sadaka ve zekâtını vermesini, yoksa gelen âyetle, münafıklardan biri olarak damgalanmış olacağı ikazında bulundu. Akrabasının bu zorlaması üzerine gelen Sâlebe, zekâtını vermek istediğini söylediyse de Resulullah (sas) üzüntülü bir eda ile,
- Senin zekâtını alamam artık Sâlebe. Allah (celle ve alâ) men etti!.. cevabıyla karşılaştı. Eskinin cami kuşu Sâlebe'si için bu, dehşetli bir sonuçtu. Resulullah (sas) âhireti teşrif ettikten sonra Hazreti Ebû Bekir'e müracaat eden Sâlebe, sırasıyla
Hazreti Ömer ve Osman'a da müracaat ettiyse de hepsi de, "Resulullah'ın kabul etmediğini biz nasıl kabul edebiliriz?" şeklinde karşılık verdiler. Hazreti Osman zamanında son anlarını yaşadığı sıralarda Sâlebe'nin kulaklarında Resulullah'ın ilk ikâzları yankılanıyordu:
- "Sâlebe, şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamayacağın çok maldan hayırlıdır!" Ama iş işten geçmişti artık. Sâlebe, zekâtını vermeyenlerin ibret alacağı kötü bir örnek vererek gidiyordu ahirete...
Cami kuşu diye söylenen Sâlebe nerede, zekâtını vermekten imtina edecek kadar mal hırsına kapılmış olarak giden Sâlebe nerede. Demek ki insan, servetin de hayırlısını dilemeli, gereğini yerine getireceksem ver ya Rabbi demelidir.
AHMED ŞAHİN - ZAMAN