Bu itibarla biz de bugün aynı konuyu işleyecek, zihinleri meşgul eden bu mühim soruları cevaplamaya çalışacağız.
Bilindiği üzere yüce
İslam,
Müslüman'ı bencillikten korumuş, egoistlikten muhafaza etmiştir. Bu sebeple İslam'la ilgisi olmayanlar, sadece kendi menfaatlerini düşünebilirler, kendilerini kurtardıktan sonra başkalarının sıkıntısını hesaba katmayabilirler. Hatta 'altta kalanın canı çıksın' tekerlemesiyle çevrelerine ilgisiz de kalabilirler. Ama Müslüman böyle diyemez ve çevresine böyle ilgisiz kalamaz.
İman ettiği İslam, ona mükellefiyetler yükler ve buyurur ki:
- Senin
ekonomik durumun iyidir. Dinen zengin sayılmaktasın. Öyle ise servetinin kırkta birini ayırıp çevrende gördüğün ihtiyaç sahiplerine Allah'ın emri olarak vereceksin. Hem öylesine vereceksin ki; sen verdiğin için minnet etmek şöyle dursun, onlar aldığı için minnet duyacaksın, seni borçtan kurtardıkları için teşekkür etme ihtiyacı hissedeceksin.
Evet, İslam, Müslüman'ı işte böylesine çevresine ilgi gösteren sosyal insan yapar, örnek insan haline getirir...
İslam'ın Müslüman'a yüklediği bu
yardım yükümlülüğü bilhassa
Ramazan ayında daha çok gündeme gelmektedir. Zenginler bu ayda servetlerini
hesap ederler, zenginlik sınırına ulaşmışlarsa kırkta birini ayırıp ihtiyaç sahibi din kardeşlerine verme mutluluğu yaşarlar.
Ayrıca
aile bireylerinin fitresini de hesap ederler. Her bir aile ferdi adına bir fitre vermeyi, var oluş sadakası olarak borç bilirler.
Ancak, bu yardımda dikkat edecekleri hususlar vardır. Çevresindeki ihtiyaç sahiplerinden kimileri yakın akraba, kimileri de uzak akraba, konu komşu olabilirler. Bunları ayırmaya ise ihtiyaç vardır. Çünkü yakın akrabaya zekat, fitre verilmez. Verirse zekat, fitresini sanki bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymuş gibi olur. Vermemiş durumuna düşer. Öyle yanılgıya düşmemek için kimlere zekat, fitre verilip kimlere verilmeyeceğini bilmesi gerekir.
Nitekim zekat ve fitre, sayacağımız şu yakınlara verilmez. Zira bunlar kendisinin çok yakınlarıdır. Onları zekatla, fitreyle değil de servetin kendisiyle desteklemeli, kendi aile bireylerinden birileri olarak kabul etmelidir. Bu ortakları da şöyle sıralamak mümkün olabilir:
-
Anne,
baba, nine,
dede, oğullar, kızlar, bunların çocukları olan torunlar... Bunlara zekat, fitre verilmez!
Bunlar
yabancı değil, servetin sanki ortağıdırlar.
Zekatla, fitreyle değil servetin kendisiyle korumaya alınmalıdır. Şayet ihtiyaçları varsa...
Bunların dışında zekat ve fitre verilecek uzak akrabalarla konu komşuları da şöyle sıralamak mümkündür:
- Evlenerek başka aileye gitmiş ihtiyaç sahibi kız kardeşlere, ayrılmış oğlan kardeşlere, bunların çocuklarına, yani yeğenlere, amcalara, dayılara, bunların çocuklarına, hala ve teyzelere, kayınvalideye, kayınpedere, damada, geline ve akraba olmayan diğer ihtiyaç sahipleri konu komşuya, ihtiyaç sahibi öğrencilere zekat ve fitre verilmelidir...
Bir de servetin kazanıldığı yerin bekleyen muhtaçlarına...
Bu itibarla, bulunulan yerdeki yoksullar sizden bir şeyler beklerken başka yerlere göndermek (caiz olsa da) münasip görülmeyebilir. Öyle ise sizden bir şeyler bekleyenlerin ihtiyaçları karşılanır. Sonra çok münasip görülen uzaklara da gönderilebilir. Yeter ki gönderilen bu kimseler tam ihtiyaç sahibi olsunlar.
Bayramdan önce ellerine geçerek bayramın mutluluğunu birlikte yaşama imkanına onlar da kavuşsunlar.
Daha doğrusu, bayram sevincinde hep beraber olalım. İçimizde üzgünler, dargınlar, kırgınlar kalmasın. Yardımların hikmeti de budur zaten. Hep birlikte sevinmek... Bir taraf ihtiyaçlarını karşılamış, huzur içinde bayram yapıyor, diğer taraf ise sıkıntılar içinde kıvranıyor, sonra bir arada bayram yapıyoruz... Bu, İslam'ın mesajına, Müslüman'ın merhamet ve şefkatine de uygun düşmez. Ağlayanlarla gülenler yan yana bayram yapamaz. Ya birlikte ağlayacağız ya da birlikte güleceğiz.
Çünkü biz Müslüman'ız... İslam, bize bu tebliği ve telkini yapmakta, biz de Müslümanlığı böyle anlamaktayız...
AHMET ŞAHİN- ZAMAN