Ali Ünal hizmet hareketi ile ona karşı taarruz eden yapının barışması için gerekli olanları yazdı. A. Taşgetiren'in sureti haktan görünerek sağdan yaklaştığını vurgulayan Ünal'a göre sulh için en temel şart Kur'an-ı Kerim'de yazıyor.
***
Sulh, ama nasıl?
Müsteşrikler, İslâm’a cepheden saldırmakla Müslümanları İslâm’dan uzaklaştıramadıklarını, tam tersine, cepheden saldırılar karşısında Müslümanların kenetlendiğini görünce, tam bir nifak olan suret-i haktan görünme yolunu seçtiler.
Yazdıkları eserlerde, diyelim ki 90 doğrunun içine 10 yanlışı monte ederek Müslümanların iman ve teslimiyetlerini sarsmaya çalıştılar. İçinde yaşadığımız süreçte de, AKP’nin Hizmet’e cepheden saldırması Hizmet’i sadece güçlendirmektedir; fakat Hizmet insanlarının kuvve-i maneviyelerini sarsacak, bazılarında sarsan ve mevcut zulmü ve hukuksuzluğu zihinlerde, kalblerde hafifletecek en tehlikeli üç yaklaşım var: (1) Hizmet’in onu öldürmek için haksızca ve hukuksuzca boğazının sıkıldığı bir zamanda “Cemaat’in de hatası olmadı mı?” suçlamasında bulunmak; (2) Delilsiz ve mesnetsiz, “Hizmet de Ergenekon, Balyoz gibi davalarda hata yapmıştı; yaptığının karşılığını görüyor.” zehrini akıtmak. (3) Suret-i haktan görünmek. Bu üçüncü yaklaşımı, Ali Bulaç’ın aktarmasına göre, meselâ Taşgetiren’de görüyoruz. Şöyle konuşmuş Taşgetiren özetle:
“Cemaat’in problemi bizatihî varlığından kaynaklanmıyor. Hiç kimse Cemaat’e okul, dershane açtığı, fakir fukaraya yardım götürdüğü için kızmıyor. Problem, Cemaat’in siyaseti yönlendirmeye çalışmasında, politika empoze edip, o politikaya uyulmadığını gördüğünde devlet içerisindeki uzantılarını siyaseti terbiye etmek için kullanmasında ortaya çıkıyor. Bir cemaatin siyasî düşüncesi, devlet içinde mensupları olur mu, olur. Bir gazetede köşe yazısı yazar mı cemaat mensupları, yazar. İktidarı eleştirirler mi, eleştirirler. Ama cemaatin mensubu bir görevli bulunduğu devlet dairesinde müsteşarı, bakanı dinlemez de, cemaatin merkezinden kaynaklanan inisiyatifi kullanmaya kalkarsa, işte problem buradan çıkıyor.”
Ali Bulaç, “Bu tespitlerin tümü doğru” dese de, Taşgetiren’in Cemaat’e yönelttiği suçlamayı haklı çıkarıcı tek bir delilin bir yıldır ortaya konamadığını yazıyor. Demek ki, bu suçlama, her şeyden önce mevcut pratikte doğru değil; yani Cemaat’in hiçbir mensubu, bulunduğu devlet dairesinde “Cemaat merkezi”nden kaynaklanan inisiyatif kullanmamış; öyleyse, böyle bir iddia ile Cemaat’e yapılanlar, tamamıyla zulüm ve haksızlıktır. İddia, mevcut pratikte bir defa daha doğru değil; çünkü yine Bulaç’ın dikkat çektiği üzere, Cemaat, hukuksuzca bir davranış olarak, tamamıyla bitirilmek üzere yurtdışındakiler dâhil, bütün müesseseleriyle hedefte.
İkinci olarak, Taşgetiren’in iddiası, teorik olarak ve özü itibariyle de yanlış. Çünkü siyaset, halkın iradesiyle iktidara gelir, ama iktidara geldikten sonra onu yönlendirecek olan, hukuktur. Şu ana kadar da Cemaat’e mensup diye sorgulanan, içeri alınan, vazifesinden azledilen onca Emniyet ve Yargı mensubunun hukuksuz davrandığına dair tek delil ortaya konamadı.
Sulh meselesine gelince: Evet, sulh, hayırdır. Fakat ortada bir mesele varsa, hayır olan sulh nasıl ve nerede sağlanacak? Fertler arası meselelerde fertlerin kendi şahsî haklarından vazgeçivermesi bir fazilettir. Fakat mesele millet meselesi, ülke meselesi, hak ve hukuk meselesi, milyonların meselesi ise burada kimse fedakârlıkta bulunamaz; fedakârlık ihanet olur.
Kur’an da, bu konuda gayet açıktır: “Mü’minlerden iki taife birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bulun. Bir taraf diğeri aleyhine tecavüz edecek olursa, tecavüz eden tarafla Allah’ın emrine boyun eğinceye kadar savaşın. Artık boyun eğerse bu iki taifenin arasını adaletle bulun ve adalet hususunda titiz davranın. Allah, adalet hususunda titiz davrananları sever.” (49:9-10)
Evet, sulh hayırdır; ama sulh, adalet, hem de titizce adalet üzerinde yapılır ve o zaman hayır olur.