FARKLI İLGİLERİN ORTAK DERGİSİ SIZINTI 32 YAŞINDA
Oniki
Eylül 1980 öncesi, Türkiye’de her gün karanlık odakların ustaca kurduğu tuzaklara düşen gençlerin birbirini öldürdüğü günlerdi. Gençlik idealistliği ve ülkeyi
kurtarma aşkıyla, her grubun kendine göre bir kurtuluş reçetesi yazdığı, fakat tartışılmasına asla tahammül etmediği, herkesin kendi doğrularını insanlara dayatma cehdi içinde kimsenin kimseyi dinlemediği günlerdi. Gençleri anarşiden uzak tutmak için kollarını iki yana açarak, “bu ülkeye
hizmet etmek istiyorsanız eğitime öncelik vermeniz gerekir, sokaklarda anarşi çıkararak ülkeye hizmet edilmez” diyen bir hareket başladı. Bütün huzursuzluğun ve anarşinin temelinde
inanç bunalımı ve iman eksikliği olduğunun farkında olan bu hareket, sahnede oynanan -çeşitli izm’ler ve ideolojik doktrinlerle süslenmiş- oyunun farkındaydı.
Ancak meşru dairede ve meşru metodlarla mücadele edilmesi gerektiğinin farkında olan bu hareket, aynı zamanda kendilerine yapılan saldırılara karşı da meşru ve müspet hareketlerle
cevap verilmesi kanaatlerini hiç değiştirmediler. Gençliğin bunalımı ve çıkmazına karşı, onların dertlerine derman olabileceklerini
ümit ettikleri bir yolu
tercih ettiler.
SEVGİ ve HOŞGÖRÜ’NÜN KÜLTÜR DÜNYASINDAKİ GÜÇLÜ SESİ
İnandıkları doğruları hiç kimseyi kırmadan, üslubunca insanlara takdim etmenin gayreti içinde yollar aradılar. Üslûblar, semboller geliştirdiler. Kendilerini anlamakta zorlananlara karşı ille de, belli kavramları dayatmak yerine güzeli, iyiyi ve doğruyu farklı bir tonda ve farklı nefesle takdim ettiler. Bunun için ismi bile mütevazı, sessiz, fakat samimi bir ses olarak SIZINTI ismiyle arz-ı endâm ettiler.
Ülkenin hastalığı belliydi. Tefrika, fakirlik ve cahillik, hepsinin temelinde yatan da derin bir iman bunalımı, mâzi düşmanlığı, “bu millet adam olmaz” ümitsizliği. Demokratik prensipler ve inanç hürriyeti isteklerine karşı, “bu ülkenin şartları farklı,
demokrasi bize fazla gelir kolaycılığı” ve maalesef ülkenin aydın geçinen çoğunluğunun da bu ateşin altına odun atma yarışında olması, o günleri çok iyi anlatmaktadır. Azınlıkta olan gerçek aydınlarının sesi ise ya çıkamıyor veya duyulmuyordu. Duyulsa da seslerine müspet cevap verebilecek insan sayısı çok azdı.
Böyle bir ortamda İzmir’de bir avuç insan büyüklerinin koydukları teşhise katıldıklarını beyan ettiler. Evet, geçmişte imansızlık ve ilhâdın kaynağı cehaletti ve mücadele yolu belliydi. Bugün ise tam aksine inançsızlığın en önemli kaynağı ilmî temsil eden müesseselerden ve sözde “bilim”den geliyordu. Fizik,
kimya,
biyoloji,
astronomi gibi bilim dalları olması gereken gerçek mânâlarından ve çizgisinden koparılmış, materyalizme ve ateizme alet edilmişti. Neticesi de kalbi ve vicdanı körelmiş, aklı şer işlere yönelmiş, ipten kazıktan kopmuş anarşist bir nesil olarak kendini gösteriyordu.
Hastalığın teşhisi koyan bu
küçük topluluk, kendi kurtuluşlarına vesile olanın sohbet ve nasihatlerinden görmüşlerdi ki bütün ilimler, fenler ve hûlâsa bütün kâinat kendi lisânıyla Yaratıcılarından bahsediyordu. Kâinatın, ilmi ve kudreti sonsuz bir sahibi olduğunu, insanların huzur ve mutluluğu için âhiret hayatına ve
hesap gününe inanmanın gerekliliğini, bütün bunları insanlığa getiren kâinatın iftihar tablosu bir elçinin gösterdiği hayata ne kadar uyarsak o nisbette huzurlu olacağımızı, biliyorlar ve herkes de bu hakikatleri bilsin istiyorlardı.
1979 yılında 6000’lik bir tirajla Türkiye’de yayın hayatına giren SIZINTI DERGİSİ, 700 binlik tirajla, 42 ülkede 31. cildini bitirmek üzere. Kâinata bakışta sebepleri sadece birer perde olarak gören, tabiatı
Sanatkâr değil, sanat eseri olarak hak ettiği mevkie oturtan, yaratılmış varlıkların üzerindeki nakışlarda tesadüfün en küçük bir payının olamayacağını açıkça ortaya koyan
dergi, yola çıkarken ilimle-dinin çatışmadığını, bunların bir bütünün iki yüzü olduğunu söylüyordu. Aklın nurunun fen ilimleri, kalbin nurunun ise dinî ilimler olduğu düşüncesi gibi, dinsiz ilmin kör, ilimsiz dinin ise topal olduğu anlayışını kendine temel çıkış noktası gören yazar kadrosu bu düşüncesinde ne kadar isabetli olduğunu, dergiye gösterilen teveccühle ispatlamıştır.
SIZINTI’nın otuzbir sene boyunca, hiçbir sayısında günlük, basit siyasetle meşgul olduğunu görmedik. O meselenin köklerine inmeyi tercih etti ve insanı merkeze aldı, gençliğin yıkılmış aklî, kalbî ve vicdanî fakültelerinin geliştirilmesini esas kabul etti. Cemiyetin ve neslimizin
ıslahı ve terakkisi için fen ve teknoloji adına çarpıtılarak sunulan bütün gelişmeleri gerçek veçhesiyle okuyucusuna takdim etmeyi, tarihimize ve edebiyatımıza ait yanlış düşünceleri, en makul ve nezih bir üslûpla tashih etmeyi tercih eden dergi, 32. senesine girmeye hazırlanırken inandığı yolda kararlı bir duruş sergilemektedir.
Dünya barışının geleceği adına yetişecek nesillere yol gösterme misyonu içinde hep önde koşma azmindeki derginin misyonu çok yüce ve himmeti çok yüksektir. Bombalarla ve balyozlarla parçalanmayan sert kayaların arasına sızan ince bir suyun, donduğu zaman o katı taşları nasıl parçaladığını biliyoruz. Suyun kayalara sızarak onları eritip parçalaması ve verimli
toprak haline getirmesi gibi, SIZINTI’ da taş gibi kalblerin içine bir yerden sızarak, onların erimesi ve bütün insanlığa faydalı fertler haline gelmesi için çalışmalarına devam ediyor.
1979 yılının
Şubat ayında, “Bu Ağlamayı Dindirmek İçin Yavru” isimli başyazısıyla yayıncılık hayatına merhaba diyen derginin,o günden bu güne de
baskı sayısı, her
Aralık ve Ocak aylarında düzenlenen abone kampanyasında, okuyucularının özverili çalışmaları sayesinde sürekli artmaktadır.
Sızıntı’nın temel hedeflerini şu cümlelerle özetleyebiliriz:
1-Din ile bilimin çatışmadığı, tam aksine bir bütünün iki yüzü gibi olduğu,. din ile bilim kainat kitabının iki farklı okuması veya tercümanı gibi görülebilir. Bunu iki veciz ifade ile kısaltabiliriz:
Bediüzzaman hazretlerinin “aklın nuru fünun u medeniye, kalbin nuru ulum u diniye” ifadesi ve yakın bir mânâ olarak da Einstein’a izafe edilen “dinsiz ilim kör, ilimsiz din de topaldır” ifadeleri önemlidir. SIZINTI’nın, insanı kafa ile kalb, madde-mânâ, beden-ruh,
akıl-vicdan gibi farklı mahiyet ve seviyelere göre yapılan ikilemelerin aksine Yaratıcı ve kâinat bütünlüğü içinde bütün fakülteleriyle ele almaktan yola çıktığı söylenebilir.
2-Varlıklara mânâ-yı harfi ile bakmak, mânâ-yı ismi ile bakmamak, yani varlıkların ne güzel yaratıldığını söyleyip Yaratanın sanatını nazara vermek. Her bir yaratılanın hikmetli ve gâyeli olduğunu gösterip, hiçbir varlığın hikmetsiz ve gâyesiz, başıboş olmadığını göstermek,
3-Yaratılışta sebeblerin bir perde olduğunu, asıl yaratanın Kudreti ve İlmi Sonsuz bir Yaratıcı olduğunu belirtmek,
4-Tesadüfen hiçbir şeyin ortaya çıkamayacağını, kendi kendi kendine olamayacağı anlayışını pekiştirmek,
5- Tabiatın bir Sanatkâr değil, sanat eseri olduğu mesajını vurgulamak, SIZINTI’nın başta gelen hedefleriydi.
Bu temel düsturlar çerçevesinde dergide çıkan yazılar şu bakış açılarına göre tasnif edilebilir:
1) Biyoloji, tıp, fizik, astronomi, matematik gibi ilmî konularda yazılan yazılar. Tabiatı, tesadüfü reddeden, varlıklardaki hikmeti, hassas ve mükemmel yaratılışı, ahenkli nizamı, başıboş olmadığını gösterirken sebeplerin de birer vesile ve perde olarak Yaratıcı tarafından şart-ı âdi olarak konulduğunu belirten yazılar. Bu açıdan bakıldığında
küfür ve ilhâda karşı çok hassas olunmuştur. Meselâ; genetik klonlama ile ilk defa Doly isimli
koyun kopyalandığında, Türkiye’deki bazı ateist odakların meseleyi, tamamen bir inkâr-ı ulûhiyet delili olarak takdim etmeleri karşısında hemen özel bir sayı ile cevap verilmiştir (Yıl:1997, Sayı: 219). Materyalizme ve ateizme en büyük
destek olarak görülen ve bilimsellik kisvesiyle dayatılan evrim teorisine karşı devamlı yazılar yanında özel sayılar da çıkarılmıştır (Yıl:1986, Sayı: 94).
Yaratılıştaki mükemmelliği bilhassa vurgulayan, Allah’ın yarattıklarında eksik ve kusur olmadığı, tam aksine bizin aceleciliğimiz ve ilmimizin kıtlığından dolayı hadiselerdeki mükemmelliği okuyamadığımızı vurgulayan yazılar önemlidir. Meselâ; hamile hanımlarda “aşerme” olarak bilinen hâdisenin ne kadar önemli olduğu, bunu geçirmek için kullanılan ilaçların ise aksine zararlarını gösteren yazı hanım okuyucularımız için çok önemli bir dönüm noktası olmuştur (Yıl:2002, Sayı:280).
2) Kur’an ve Sahih Hadislerde zikredilen birçok âyet ve buyrukların bugünkü ilimle çelişmediği, aksine çok daha önünde gittiğini ve ilmi
teşvik edip yol gösterdiğini nazara veren yazılar. Astronomi, fizik, biyoloji v.s. gibi dallarla ilgili birçok âyetin bugünkü bilimden çok daha ileri durumları açıkladığı. Tıbb-ı Nebevî gibi konuların ne kadar mühim hakikatlere işaret ettiği ve bunların
modern tıpla çelişmediği hususlarına ait yazılar. Meselâ; Ortodoks tıp ile geleneksel
halk tıbbının çatıştırılmasına karşılık, itidalli bir yolu
tavsiye eden “Tamamlayıcı Tıp” üzerine yine özel bir sayı çıkarılmıştır (Yıl:2000, Sayı :253).
3) Tarihimizde iyi bilinmeyen veya kasıtlı olarak bize kötü olarak tanıtılan bazı şahısların gerçek yönlerini açığa çıkaran, ecdadımıza bir
vefa borcu olarak veya geçmişten ibret alınmasını telkin eden yazılar.
4)
Edebiyat ve düşünce dünyamıza ait bazı şahsiyetlerin iyi bilinmeyen yönlerinin aydınlatılması. Bir zamanlar imanlı ve inançlı olan bazı yazar ve şairlerin zaman içinde nasıl olup da tam ters bir istikamete yöneldiklerinin altında yatan iman ve eğitim boşluğunu gösterme.
5)
İslam medeniyetinin geçmişte bütün medeniyetlerin zirvesinde olduğu, modern bilimin köklerinin temelde Ortaçağ İslam dünyasından tercümeler yoluyla alındığı, fakat batının bugün bunu gizlediği hususlarını açıklayan “bilim tarihi” ile ilgili yazılar.
6)
İman ve inanç akidelerimizin her birinin kendi çerçevesinde bir hikmetinin olduğu bu çerçeve içinde bir medeniyete bütün olarak bakılınca her şeyin
yerli yerine oturduğunu (
faiz, zekât,
temizlik, komşuluk,
kurban, oruç, ezan, mezarlarımız, cami ve türbelerimiz, bunları inşa adına sergilenen sevgi, muhabbet, fedakârlık, kendini adanmışlık gibi bizim medeniyetimize ait her türlü mânevî değerlerimiz), bu güzelliklerimizin hikmet ve gâyeleriyle birlikte insan fıtratına olan uygunluklarını anlatan yazılar.
Otuz yılı aşkın bir süredir devamlı okuyuculardan gelen mektuplar, yapılan işin ehemmiyetini daha iyi anlatmaktadır. İki evladından birini 1980 öncesinin anarşi ortamının çatışmalarında kaybeden bir zatın diğer oğlu ve kendisi SIZINTI’yı bulunca nasıl imana ve hid
ayete uyandıklarını anlattıktan sonra, keşke diğer oğlumuz da bu dergiyi görseydi, inançsız ölmezdi, niye bu dergiyi bize daha önce göstermediniz şeklinde sitemleri anlatılıyordu. Bilhassa hanımlardan gelen mektuplarda SIZINTI’yı okuduktan sonra değişen hayatları, intiharlardan dönmeleri,
aile yuvalarının yıkılmaktan kurtulmaları ve pek çoğunun ibadetlere olan hassasiyetlerinin artması dikkati çekmektedir.
Başyazılar dergi okuyucularınca özel bir
gündem olarak kabul edilmektedir. Her sayısında ülkenin en temel meselesinin ne olduğu,
tedavi reçeteleri, davranış biçimleri, sulh ve ıslah yolları anlatılmıştır. İnsanımızla sevgi ve
diyalog yolları aranması gerektiği telkinleri yapılmış, kavgadan ve anarşiden uzak durulması gerektiği, nesillerin kurtuluşunun eğitim ve okumakla olduğu, okuyucuların da kendilerine çeki-düzen vermeleri mânâsında sorgulamalar yapılmış, konuşmaktan ziyâde temsil kabiliyetinin kazanılması gerektiğinin ehemmiyeti vurgulanmıştır. Orta sayfalarda da İslâmî kavramlar ve terminoloji, tasavvufun ve kelâmın konusu olan hassas mevzular, efradını câmî ağyârına mânî denilecek bir üslûb ve vukufiyetle ele alınarak, çok temel ruhî ve kalbî kavramlar oturtulmaya ve istikamet adına yapılması gerekenler telkin edilmiştir.
Dil mevzuu üzerinde de hassasiyetle duran SIZINTI, din, kültür ve medeniyeti muhafaza etmenin ancak dilimize sahip çıkmakla olacağı düşüncesindedir. Bu yüzden birileri tenkid etse de dil hususunda ehemmiyetle durulmakta, çok da katı olmadan “Yaşayan
Türkçe” ye mümkün olduğunca riayet edilmeye, kesin uydurukça olan amaç,
yaşam, olanak, olasılık,
yanıt v.s. ) gibi kasıtlı olarak belli bir zihniyeti temsil etmek için dilimize sokulan kelimeler kullanılmamaya çalışılmıştır.
Derginin yazıları Ortaokul,
Lise ve
Üniversite seviyelerine uygun bir üslub ve ağırlıkta yazılmasına gayret edilmekle beraber aynı dergide çok geniş bir perspektife hitab etmenin sıkıntısı ister istemez yaşanmaktadır. Herkesin her yazıyı okuması ve anlaması her zaman mümkün olmayabilir, ama herkesin hiç olmazsa üç-dört yazıyı rahatlıkla okuyup anlamasına gayret edilmektedir. Bu perspektiften bakıldığında dergide işlenmemiş bir mevzu hemen hemen yok gibidir ve bu yapısıyla da kâinatı okuyan ve
tefsir eden bir ansiklopedi hüviyetinde olup, sadece alfabetik değildir.
SIZINTI yayın hayatına başladığı günden beri yazar kadrosu için de bir mektep olmuştur. 1979 yılında henüz asistan seviyesinde olan yazı heyeti kadrosu büyük ekseriyetiyle
profesör ve doçent seviyelerinde ve sahalarında söz sahibi insanlar olarak çalışmalarını aynı bünyede sürdürmektedirler. Dergi yazılarını yazarken kendilerini de geliştiren yazı ekibinin büyük bir kısmı artık kitaplarıyla raflarda yerlerini almaya başlamıştır. Yeni iltihâk eden akademisyenlerle yazı kadrosu giderek güçlenen dergi heyeti, bir taraftan yeni ve orijinal bakışlar yakalama, bâkir mevzuları ortaya çıkarma gayretleri yanında, ilk çıktığı günlerdeki ihlâs, aşk ve şevk ufkunu tekrar yakalamak için kendi beslenmesi doğrultusunda arayışlar içinde iştişarelerini sürdürmektedir.