Reklam panayırında Ramazan reytingi
Başta gazeteciler olmak üzere ülkemizin yazarları kendi çıkardıkları gazetelerinin Ramazan sayfalarını okusa, programcılar ve genel yayın yönetmenleri de yayımladıkları Ramazan programlarını izlese, dini anlamamaktan ve cahillikten kaynaklanan başlıca sorunlar kendiliğinden çözülür.
Eskiler zaman en büyük müfessirdir (yorumcudur) derlerdi. Şimdi konuların ve olayların gündemde kalma ve unutulma sürelerini de medyamız belirliyor.
Medyamız genel hatlarıyla Ramazana kazandıracağı reyting açısından bakıyor. Magazin programları, ismi ve içeriği kısmen rötuşlanarak yeniden
pazarlanıyor. ‘Pazar keyfi’yerine ‘Ramazan keyfi’sihirli camdan evimize yansıyor. Artık tesettüre giren bunalımlı bir manken yahut film çevirmek için başını açmayı düşünen artistler
AGB’nin seyredilme listelerini zorluyor.
Birkaç sene öncesine kadar, medyada din ve gelenek istismarını anlatmak için Bizim Yunus’un, “Aşkın pazarında canlar satılır/Satarım canımı alan bulunmaz” deyişine atfen “Reyting pazarında
iftar satılır/Güzelim orucu tutan bulunmaz” diyebilirdik. Bugün gelinen noktada
ekranlarımızda göz dolduran programlar görüyoruz.
Yine de ters giden bir şeyler var. Eskiden ’nefesi kuvvetli’hocalarımızın yerini şimdi ’reytingi yüksek’hocalarımız aldı.
Diyanet İşleri Başkanı
Bardakoğlu’nun bazı hocaları melankolik davranmak ve “Horoz gibi dövüştürülmek” le suçlaması düşündürücüdür. Bardakoğlu, “Yaşlı başlı, unvanlı unvansız hocaların, din görevlilerinin ekrana çıkarılıp,
incir çekirdeğini doldurmayan konularda atıştırılmaları, alaycı sorulara maruz olmaları hepimizi rencide ediyor. İnsanların ekran başına toplanması bu işin ahlaki olduğu anlamına gelmez” diyor. “
İslam dininin
akıl, tefekkür, bilim,
estetik yönünü öne çıkarmalıyız” diyen Bardakoğlu, yetkili ve icracı bir kurumun başında. Bunun sözde kalmamasını umuyoruz.
‘Ramazan programı’ kavramına paralel bir de ‘Ramazan reklamı’ deyimi yaygınlaşmaya başladı. Kimi iletişimciler, reklamın, Batı’nın
tüketim kültürünün diğer toplumlara transferinde ‘
misyoner’görevi gördüğü ve “bir kültürel kodlayıcı olarak” toplumlar tarafından sempatik yollarla ve
gönüllü olarak kabullenildiğini ileri sürerler.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da “11 Ayın Sultanı” nda ekranlar, Ramazan reklamlarıyla donatıldı. İftarı bekleyen tüketiciyle ’tamamen duygusal’bağ kurmak isteyen
markalar, yoğun reklam kampanyalarına girişti.
Medya Takip Merkezi (MTM)’nin, reklam panayırına dönüşen Ramazan aylarında TV’lerde yayımlanan reklamlarla ilgili bir araştırması var. 9
Eylül-25
Ekim 2006 tarihleri arasını kapsayan araştırmaya göre, Ramazan ve bayram temalı reklam veren 68 değişik marka içinde ekranı en fazla işgal eden marka;
Coca Cola. 4 binin üzerindeki Coca Cola reklamlarının yüzde 83’ünde Ramazan teması işlenmiş. Altı kanalın jeneriğine sponsorluk yapan Cola Turka ise Coca Cola’nın yarısı kadar reklam verebilmiş.
Avrupa’da yaşayan Türklerle daha ’duygusal bir bağ’kurmak ve pazar payını artırmak isteyen pek çok marka, Avrupa’da da yayın yapan Türk kanallarında özellikle Ramazan ve bayram içerikli reklam yayımlatmış.
Reklamların kültürümüze göndermelerde bulunması yanlış değil. Firmaların Ramazanın bereketinden istifade etmeye çalışmalarını da yadırgamıyorum! Fakat bir tespit yapmak gerekiyor: Şirketler Ramazanın dini boyutu yerine eğlence veya daha masum bir ifadeyle gelenek yönüne ağırlık veriyor. İftarı beklerken
ezan sesi yerine top patlaması, mukabele okunması ve
teravih namazı yerine
Karagöz -
Hacivat eğlenceleri ön plana çıkarılıyor. İftar sofrası ise artık
şerbet ve kompostoyla değil kola şişeleriyle süslenip donatılıyor. Klasikleşen ifadeyle ‘Ramazan bayramı’yerine ’
şeker bayramı’imajı reklamların ana öğesi oluyor.
Her şeye rağmen Ramazan pırıl pırıl hem günümüzün hem geleceğin ufkunu parlatıyor. Hiçbir istismar onun hasretle beklenen güzelliğini gölgeleyemiyor.
Ahmet ÜNAL - YENİÇAĞ