Parayla sohbet olur mu?
Yüce
Allah, insanoğlunu yeryüzüne sırf kendisine
ibadet etsin, O'nu tanıtsın ve başkalarına da tanıtsın diye göndermiştir. Allah'ın adının gönüllere nakşedilmesi, İslâm dininin, şanına uygun bir biçimde yüceltilip yayılması bir mü'minin en önemli vazifesidir. Buna biz "i'lây-ı kelimetullah" diyoruz ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın da en çok sevdiği ameldir. Allah'a îman ve O'nun nâm-ı celîlîni i'lâ etme gayreti müminlik şiarıdır. Aslında, Allah'ın adı zatında yücedir, o her zaman âlîdir, O'nun "Aliyy" ismi de vardır. "O'nun adını yüceltme" ifadesi ile kararmaya yüz tutmuş kalblerin kir ve lekelerinden arındırılarak asıl sahibine hazır hâle getirilmesi, gönül tahtının Mâlikü'l-Mülk'e, Melikü'l-Mülûk'e arz edilmesi ve Yaratıcı ile kullar arasındaki engellerin kaldırılması kastedilmektedir.
Peygamber mesleği olan bu vazifenin ifasında en önemli vesilelerden biri "
nasihat"tir. Nebiler Serveri (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) "Din nasihattir" buyurarak bu hakikati işaret etmektedir. Nasihat, sadece birkaç insana hitaben yapılan sohbet değildir.
Paneller, sempozyumlar, konferanslar, televizyon,
gazete,
radyo, internet,
seminerler vb. her türlü faaliyet nasihat olarak değerlendirilebilir.
Tarih, kültür,
aile hayatı, psikoloji, pedagoji, edebiyat, gibi konularda yapılan benzeri faaliyetler eğer dinin temel değerleri gözetilerek, o eksen etrafında cereyan ediyorsa nasihattir ve onlar da "i'lây-ı kelimetullah" gayreti içinde mütalaa edilir.
İ'lâ-yı kelimetullah vazifesi, en kutsal vazifedir. Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadeleriyle "Eğer, Allah nezdinde ondan daha kutsal bir vazife olsaydı Cenâb-ı Hak
peygamber efendilerimiz gibi en seçkin kullarını o vazifeyle gönderirdi. Oysaki Allah Teâlâ, peygamberlerini i'lâ-yı kelimetullah vazifesiyle görevlendirmiş ve sürgünlerin, hapishanelerin, hakaretlere maruz kalmaların, işkencelerin, idam sehpalarına götürülmelerin, hatta şehit edilmelerin çokça görüldüğü bu kutsal yola en güzîde kullarını -bir mânâda- feda etmiştir."
Ayrıca, i'la-yı kelimetullahı ister emr-i bi'l m'aruf, nehy-i anil münker yani iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma şeklinde ele alalım; ister "Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et." (Nahl, 16/125) çerçevesinde mütâlaa edelim; isterse de "Din, nasihattir..." hadis-i şerifinin ifade ettiği mânâlar itibariyle değerlendirelim, o, Rabbimizin ve Efendimizin nâm-ı celîlinin dört bir yanda şehbal açması ve insanların cehalet zulümatından kurtulup imanın aydınlığına ermeleri için, Allah'ın rızasını kazanmaya mâtuf olarak eda edilen bir vazifedir. Bu vazifenin semeresi sadece ve sadece rıza-yı ilahîdir.
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah irşad erlerine, Peygamber Efendilerimizin (Aleyhimüsselâm) lisanından bir edeb öğretir. Bütün Nebiler kendi halklarına hitab ederken "Ben sizden bu vazifem karşılığında hiçbir
ücret talep etmiyorum. Yaptıklarımın karşılığını sadece Allah verir." demişler ve kimsenin minneti altına girmemişlerdir. Minnet altına girmedikleri gibi "Allah'ın ayetlerini birkaç kuruşa satmak" gibi bir ithamdan da kurtulmuşlardır. Yâsin Sûre-i celîlesinin 21. Ayetinde "Yaptıkları
hizmet karşılığında sizden hiçbir ücret talep etmeyen hakiki hidayet rehberlerine tabi olun" buyurulmakta ve ücret karşılığı nasihat edenlere tavır almak gerektiğine işaret edilmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, kendisine
küçük bir
hediye gönderen talebesine yazdığı cevabî mektupta (bkz. Mektubat, 2. Mektub) neden hediye kabul etmediğini altı sebeple anlatmaktadır. "Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cer (para kazanma vasıtası) yapmakla itham ediyorlar... Bunları fiilen tekzip lazımdır. Sun'îlikten ve başkalarına
esir olmaktan beni kurtaran bir parça kuru ekmeği yemek ve yüz yamalı bir elbiseyi giymek bana daha hoş geliyor. Başkalarının en âlâ baklavasını yiyip en süslü elbiselerini giymek sonra da onların hatırlarını saymaya mecbur olmak bana nahoş geliyor" ifadeleriyle de hepimize ulaşmamız gereken hedefi göstermektedir.
Bugün değişik vesilelerle insanlara nasihat etme, onları farklı konularda bilgilendirme konumunda olan bazı arkadaşlarımızın, maalesef bu işler karşılığında ücret talep ettiklerini hatta pazarlık yaptıklarını duyuyoruz. Yeni çıkan bir kitabını tanıtmak üzere bir sohbet toplantısına katılan, ya da uzmanı olduğu alanda (yukarıda sayılan bütün alanlar olabilir) dini hassasiyeti olan kitlelere seminer, sunum, konferans, panel aracılığıyla seslenme imkânı bulan insanlar herhangi bir ücret talep edemezler. Bu böyleyken ne yazık ki, kalacakları otelin odasını, yatağının çarşafını, içeceği suyun bardağını bile
tarif edenler de çıkabiliyor.
Sohbetin, seminerin pazarlığını yapan veya ücreti sabitleyip program başına binlerce lira talep edenler var. Bütün bunlar, dinin ruhuna, peygamber ahlakına ve
dava düşüncesine aykırı uygulamalardır.
Eğitimimizi, kariyerimizi, dünyamızı ve en önemlisi ahiretimizi borçlu olduğumuz kitlelere sohbetleri, seminerleri ücret karşılığında satmanın geçerli hiçbir mazereti olamaz. Ellerinden yıllarca burs aldığımız o vefakâr, hasbi insanların karşısına onlardan ücret talep ederek çıkmanın Allah nezdinde izah edilecek bir tarafı yoktur.
Burada günah sadece para talep edende değil, aynı zamanda onlara o parayı vermeyi göze alarak programa çağıranlardadır. "Sizden hiçbir ücret talep etmeyen insanların arkasından gidin" ayeti bize bunu emretmektedir. Ben bugüne kadar sohbetlerinden çok istifade ettiğimiz, feyiz aldığımız büyüklerimizden hiçbirinin bir ücret talep ettiğini duymadık.
Abdullah Aymaz,
Mehmet Ali Şengül, İsmail Büyükçelebi,
Ahmet Kurucan,
Hekimoğlu İsmail, Mehmet Kırkıncı Hocaefendi gibi kıymetlerin ve burada isimlerini sayamadığımız daha nicelerinin herhangi bir program için ücret talep ettiklerine şahit olduk mu?
Ayrıca parası verilerek yapılan bir programın tesiri ne olabilir!
Programı organize edenler, o programdan ne gibi bir bereket ve netice beklemektedirler! Öyle bir program hangi ailevî, içtimaî, manevî problemimize çare olabilir ve bize hangi değerlerimizi öğretebilir? Maksat sadece "dostlar programda görsün" türünden
yasak savmaksa bunun da elbette mes'uliyeti büyük olur.
SÜLEYMAN SARGIN - ZAMAN