Çanakkale Boğazı’ndan girerken
Türk bayrağı çekmediğinden tutun da, bir
uçak gemisinin Boğazlardan geçmesinin Montrö Anlaşması’na aykırı olduğuna varıncaya kadar epeyce
sakız bıraktı basınımıza.
Nişan, kadeh, camiye
sandalye koyma faslını geçiyorum. Belki de tarih açısından en önemli hizmetinin, hanedanlığın kendi başına kötü bir şey olmadığını, asaletin insana nasıl hazmedilmiş bir davranışlar silsilesi sunduğunu göstermiş olmasıydı.
Kraliçe
Elizabeth aslında
İngiliz değil,
Alman’dır. Bunda şaşılacak bir durum yok. Nitekim
Yunanistan Kralı Alman,
İsveç Kralı da
Fransız’dı vs. Yani hanedanlar milliyet tanımaz.
Kraliçe’nin büyük atası I. Georg, Hanover Ailesi’ne mensuptu ve henüz
kral olmadan önce, 23 yaşındayken bir bölük askerle İkinci
Viyana Kuşatması’na
yardıma gitmiş,
Osmanlı kuvvetlerine karşı elde kılıç savaşmıştı. Mehmet ve Mustafa adında iki Türk esirle geri dönmüş, bu esirleri,
İngiltere tahtına oturduktan sonra da yanından eksik etmemiş, son nefesini de onların kucağında vermişti (yıl: 1727). Hatta onu sevmeyenler, “O zaten bir
Müslüman’ın kucağında ölmüştü” diyerek Müslüman olduğu dedikodusunu dahi yaymışlardı.
İşin garibi, 55 yaşında İngiltere tahtına oturacak olan I. Georg, tek kelime
İngilizce bilmiyor, etrafında konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyordu. İngiltere’yi umursadığı da söylenemezdi; daima memleketini özlüyordu. Zaten bir Hanover yolculuğunda son nefesini vermişti. Devlet işlerinden sıkıldığı için toplantıları sık sık aksatıyordu; nitekim onun bıraktığı boşluğu kapatmak için
Başbakanlık diye bir kurum tesis edilmiştir.
II. Elizabeth olunca bunun bir de birincisi olması lazım gelmez mi? 1558’de
tahta oturan Elizabeth’lerin ilkinin bizimle çok daha yakından ilgili, hatta bir ‘Osmanlı hayranı’ olduğunu söylememiz abartı olmayacaktır. II. Selim devrinde İngiltere’nin başı fena halde derttedir. Hem Papa, Kraliçe’yi aforoz etmiş, yani dinden çıkarmıştır, dolayısıyla İngiltere yalnızlaşmıştır, hem de
İspanya, Yenilmez Armada’sıyla İngiltere’nin kâbusu olmuştur.
Bu ablukayı yarabilmek için
Avrupa’daki en büyük devlet olan Osmanlı’ya başvurmak zorunda kalır. 1588’de İspanya ile yapacakları savaşta Osmanlı’dan resmen yardım isteyen Kraliçe, Habsburglara karşı bir filo talebinde bulunmuştur. 2004 yılında bir İngiliz araştırmacı (Jerry Brotton),
Londra’dan
İstanbul’daki elçiye yazılan bir mektubu ortaya çıkarmış ve İngiltere’yi kâbustan kurtaran bu savaşı Osmanlıların yardımıyla kazandıklarını söylemiş,
Eşitlik ve
İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Trevor
Philips de yakınlarda bu bilgiyi tarih kitaplarına yazmak gerektiğini söyleyince İngiltere’de kıyametler kopmuştu. Ayrıca Brotton,
Oxford Üniversitesi Yayınları’nda çıkan kitabı “Renaissance Bazaar”da bu dönemde İngiltere’nin Osmanlı himayesini istediğini ve “Osmanlı’nın vassal devletlerinden biri” haline geldiğini söylüyor ki, dikkate değer bir yaklaşımdır.
Gördüğünüz gibi I. Elizabeth’le ilgili yazılacak o kadar çok ilginçlik var ki, nasıl yapsam da sıkıştırsam diye kıvrandığımı hissediyor olmalısınız. En iyisi maddeler halinde özetlemek.
1. Osmanlı’nın istihbarat gücünü küçümseyen İngiliz büyükelçisi, İspanya’nın yenildiği müjdesini vermek için koşa koşa
Topkapı Sarayı’na geldiğinde haberi en son kendisinin öğrendiğini hayretle görmüştü. Zaten Elizabeth’in doktorunun kayınbiraderi de Osmanlı sarayında görevliydi!
2. I. Elizabeth ile
Safiye Sultan hem mektuplaşırlardı, hem de birbirlerinin gardıroplarını zenginleştirmek için hediyeleşirlerdi. Hatta bu mektuplardan birinde Osmanlı sarayında kadınların kullandığı
kozmetik malzemelerin methini işiten ve örnek isteyen Kraliçe’ye yüz temizleme suları ve besleyici kremler gönderildiğini biliyoruz.
3. I. Elizabeth, İngiliz tüccarlarına Fransız ve
Venedik tüccarlarınınki gibi ayrıcalıkların tanınması için hediyeler göndererek ricada bulunmuştu. Bu arada büyükçe bir saat da gönderdiğini biliyoruz. Bu ilişki Osmanlı’nın da işine gelmiş, Katolik ablukası yüzünden Avrupa’dan temin edemediği kurşun, kalay gibi bazı stratejik madenleri İngiltere’den
ithal etmişti.
4. İspanya’yı Osmanlı ile
işbirliği yaparak çökerteceğini düşünen I. Elizabeth,
Hint Okyanusu’na beraber bir sefer düzenlemeyi dahi
teklif etmişti ama bu sefer gerçekleşmemiştir. Hatta Osmanlı’nın İspanya ile dostluk kurmasına ve barış yapmasına engel olmaya çalıştığını söyler Uzunçarşılı hoca.
Az kalsın unutacaktım, safları o kadar sıklaştırmıştık ki İngiltere’yle, 1593 yılında Osmanlı ordusu Nemçe (Alaman) seferine çıktığında ordumuzun içinde İngiltere’nin büyükelçisi de gözlemci olarak bulunuyordu. Hatta
Yavuz’un nedimi
Hasan Can’ın oğlu Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi, İngilizlerin İstanbul’daki acentesi gibi çalışmaktaydı; adı ‘İngiliz dostu’na çıkmıştı.
Bitecek gibi değil Elizabeth’in hikâyesi. Ancak şu bilgiyi, İngiltere’nin o zamanlar kimler tarafından yönetildiğini anlamak için mutlaka kaydedin bir kenara.
Fas Kralı
Ahmed el-Mansur, 1603 yılında I. Elizabeth’e bir
ittifak teklifinde bulunur. Ne için biliyor musunuz? O sıralar İspanyollar tarafından yağmalanmakta olan
Amerika’ya beraber kuvvet yollayıp bu bakir kıtayı ele geçirmek için. Hatta ‘İngilizler
soğuk memleket insanıdır, o sıcak iklime dayanamazlar. En iyisi siz bize gemilerinizi ve bir miktar asker ve
silah desteğinde bulunun ve gerisine karışmayın, benim
aslan gibi askerlerim İspanya’nın işini görür. Kıtayı parselleriz. Gelirini de aramızda paylaşırız’ teklifinde bulunmuştu. Şaşıracaksınız yine ama Elizabeth’lerin ilki bu teklife yanaşmamıştı.
1915’te Çanakkale’den geçirmediğimiz Queen Elizabeth savaş gemisiyle İstanbul’a gelen Elizabeth’lerin ikincisinin ilkinden farkını siz değerlendirin. Tam İngiliz gemilerinin batırıldığı yerde 93 yıl önce ölen askerlere
selam ve saygı için hız kestiğini, bayraklarını bir süre yarıya indirdiğini yazan oldu mu, hatırlamıyorum. İngilizlerin tarih bilincine diyecek yoktur vesselam.
MUSTAFA ARMAĞAN - ZAMAN