Kur'an ve Sünnet'in beyanları içinde, insanın imanlı gitmesine sebep ve vesile olarak;
Müslüman olarak yaşamak, Müslümanca düşünmek, Müslümanlık çizgisinde bulunmak gibi esaslar beyan edilmiştir.
Mesela, "Başka değil, Müslüman olarak ölmeye bakın." (Bakara Sûresi, 2/132)
ayet-i kerimesiyle, zayıf da olsa "Nasıl yaşıyorsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz." hadis-i şerifi bu hakikat etrafında ortaya konmuş esaslardır. Hatta denebilir ki insan, şuur altıyla ölür, şuur altıyla dirilir ve ona göre de mükâfat görür. Bir insan, ruh ve dimağını dünyada ne ile doldurduysa, neyin peşinde koşuyorsa, neyi aziz tuttuysa, neyi gönlünde en mutena yere oturttuysa, buradan göçüp giderken de öyle gidecektir. Tıpkı uyuyan bir insanın, şuuraltı müktesebatının tesirinde konuşup düşünmesi ve ona göre hareket etmesi gibi, ahirette o, bu kazanımıyla yeni bir varlığa erecektir. Evet, burada ruh âlemine ait mekanizmalar nelerle teçhiz edilmişse, öteye de onlarla gidilecektir. Bundan yedi-sekiz asır evvel yaşamış, dört mezhebin fıkhını çok iyi bilen, tefsirinde dört mezhebin fıkhına da ağırlığınca yer veren Maliki mezhebinin o dev imamı
İmam Kurtubî, "et-Tezkire fî Ahvâli'l-Mevtâ ve Umûri'l-Âhire" isimli eserinde şöyle demektedir: Devrimizde biz öyle kimselere şahit olduk ki, bunlar, nasıl bir hayat yaşamışlarsa
vefat ederken gözlerini o hayata ait mülahazalarla kapamışlardır. Mesela birisi "Samanı getirin, hayvanlara ot verin, merkepleri dışarıya çekin!" derken, başka birisi "Şu çocuğuma bakın, ben biraz raks edip eğlenmek istiyorum." diyordu.
Evet, insan burada ne ile ömrünü geçirmişse, giderken de onunla gidecektir. Bu sebeple insan, burada ruh ve dimağını iyi şeylerle meşbu kılmaya bakmalıdır. Vâkıa bunlar birer sebep, tabiri caizse birer şart-ı âdi ve Cenab-ı Hakk'ın sonsuz lütfunun imdadımıza yetişmesi için sadece birer davetiyedir. İhtimal Kur'an-ı Kerim de, yukarıda zikrettiğimiz ayet-i celilede bu hakikati dile getirmektedir.
O'nun rahmeti, gazabının önündedir
Bununla beraber, Cenab-ı Hak, takva dairesi içinde yaşayan bir insanın elinden -hâfizanallah- bütün sermayesini alıp onu baş aşağı götürse de O'na kimsenin bir şey demeye hakkı olamaz. Fakat âdet-i ilâhî ve rahmet-i sübhânî açısından
Allahu Teâlâ'nın şimdiye kadar böyle bir şey yaptığını da bilmiyoruz.
Firavun, hayatının en son dakikasına kadar Firavunca bir hayat yaşamış ve suyun altında, orada dahi yenemediği tereddütlerle boğulurken imansız olarak gitmiştir. Öte yandan
küçük bir iman eseri ve iman reşhasıyla ona yürümüş bir insan da cennetlere yükselmiştir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) böyle birini hadis-i şeriflerinde şöyle anlatırlar: Sizden önceki devirlerde yaşayan bir adam, doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Derken bir gün, "Buranın en büyük âlimi kimdir?" diye soruşturunca ona bir râhib gösterilmişti. Bunun üzerine o da râhibin yanına giderek, "Doksan dokuz adam öldürdüm,
tevbe etsem kabul olur mu?" diye sormuştu. Râhibden, "Tevben kabul olunmaz" cevabını alınca onu da öldürmüş ve sayıyı yüze yükseltmişti. Daha sonra da oranın en büyük âlimini sorup soruşturup ona giderek:
- Ben yüz adam öldürdüm. Tevbe etsem kabûl olur mu, demişti. Âlimse ona:
- Evet, senin tevbe etmene kim engel olabilir ki? Ancak filân yere git, orada Allah Teâlâ'ya
ibadetle meşgul olan insanlar var; onlarla beraber sen de Allah'a ibâdet et ve onlarla ol." tavsiyesinde bulunmuştu.
Bunun üzerine bu adam yola çıktı ve yarı yola vardığında da öldü. Rahmet melekleri de azâb melekleri de bir araya geldi ve onun durumunu görüştüler. Rahmet melekleri:
- Bu adam candan tevbe ederek buraya geldi.
Azâb melekleri ise:
- Bu kimse henüz hiçbir iyilik yapmamıştır.." şeklinde mukabelede bulundular.
Derken arkadan insan kıyafetinde bir başka melek bunların yanına gelerek onlara şöyle dedi:
- İki
belde arasındaki mesâfeyi ölçünüz. Hangi tarafa daha yakın ise adam o tarafa aittir. Bunun üzerine mesafe ölçüldü. Adamı varacağı yere daha yakın buldular. Ve adam rahmet meleklerine teslim edildi.
Evet, âdet-i ilahî hep bu istikamette cereyan etmiştir. Binaenaleyh bizler, Cenab-ı Hakk'ın kulları olarak her zaman O'nun âdet-i sübhanîsîne ve rahmetine sığınmalıyız. Aksi takdirde Cenab-ı Hakk'ın hakkımızda adaletle hüküm vermesi çok defa aleyhimizde olabilir. Vakıa O, her zaman hayrın şerre rüçhaniyeti cihetiyle hükmetmektedir; ama yine de bizler tir tir titremeliyiz. Allah, bazen bir hayırla insanı affeder, bazen de etmez. O Yüce Yaratıcı'dan dileğimiz, bizi ötede hizlan ve hüsran içinde bırakmasın.
Selef-i salihinden daha niceleri küçük şeylerle Cenab-ı Hakk'ın af ve mağfiretine mazhar olmuş, kanatlanmış ve firdevse uçmuşlardır. Binaenaleyh, bazen küçük bir şeyle Cenab-ı Hak, çok kötü yaşamış bir kimsenin yolunu neticede çevirip iyiye doğru götürür ve meyillerinin fenalık istikametinde tesirine meydan vermez. Aslında hepimizin hayatında, yaşanmış bu tür kareler pek çoktur. Mesela düşünün ki bir insan, Allah'ın razı olmayacağı bir mekâna gitmeye niyet edip yola çıktı. Şayet oraya gitse, kendisi gitmeyi dilediği için Allah onun istediği şeyi yaratacak, o da o günaha girecekti. Buna
itiraz da edemeyecekti. Çünkü tabiri caizse o günaha kendisi dilekçe vermiş, Cenab-ı Hak da bu dilekçeyi kabul etmişti. Bu arada bu insanın içinde bir sadakat hissinin olduğunu kabul edelim.
Şimdi sadakatla yaşamış bu insan, Allah'ın razı olmayacağı bir mekâna niyet edip giderken, Allah o kişinin karşısına bir dostunu çıkarıyor ve o dostu onu alıp hayırlı bir yere götürüyor. İşte bu, Cenab-ı Hakk'ın atasıdır. Allah, kulunun oraya gitmesini istememiş ve onu bir mümin kardeşiyle bu şeyden alıkoymuştur. Bu, fevkalâdeden bir durumdur. Öyle ki işte burada bütün sebep ve müsebbepler ters yüz olmuştur.
Sözlerimizi şu duayla noktalayım: Ey bizim kerîm Rabb'imiz! Bize hidâyet verdikten sonra kalblerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan Vehhâb Sensin. Sen, kendine teveccüh edenleri kaydırmayacağına dair söz verdin. Sen vaadinde hulfetmezsin. Seni bulduktan sonra kalbimizi kaydırma. (Bkz. Âl-i İmran Sûresi, 3/8)
ÖZETLE
1- Kur'an ve Sünnet'in beyanları için- de, insanın imanlı gitmesine sebep ve vesile olarak; Müslüman olarak yaşamak ve Müslümanca düşünmek gibi esaslar beyan edilmiştir.
2- İnsan, şuur altıyla ölür, şuur altıyla dirilir ve ona göre de mükâfat görür. Bir insan, ruh ve dimağını dünyada ne ile doldurduysa, buradan göçüp giderken de öyle gidecektir.
3- Bazen küçük bir şeyle Cenab-ı Hak, çok kötü yaşamış bir kimsenin yolunu çevirip iyiye doğru götürür ve meyillerinin fenalık istikametinde tesirine meydan vermez.