Size belki mübalağalı gelecek; ama o fotoğraf, hayatımda gördüğüm en güzel, en etkileyici görüntülerden biriydi. İlk görüşte, bunun
Emir Kusturica filmlerinden bir sahne olabileceğini düşündüm.
Yüzlerce cilt kitap dikine sıralanmış, kiminin yaprakları açılmış, kiminin
deri kaplama sırtı görünüyor ve öylece uzayıp gidiyor görüntü. Sanki sınırsız bir kitap evreni. Bulundukları yerde sıkılmış da açık alana çıkmış kitaplar, birazdan kanatlanıp uçacaklar!.. Ve pir-i fâni diye vasfedeceğimiz ak sakallı, yün takkeli, müşfik adamlar oturmuş, sel sularının çamurları altında kalan o güzelim kitapları havalandırıyor, çamurlarını temizliyor. O kitaplar ve sanki başka bir dünyadan zamanımıza düşmüş gibi sakin ve dingin oturan, ellerindeki kitapları yeniden hayata döndürmek için sonsuz bir sevgiyle gözlerini çamurlu sayfalara gömen o ihtiyarlar, bir 13 yüzyıl manzarası çiziyor hayalimizde. Kitabın kitap olduğu; yazılı her kağıt parçasının kutsal sayıldığı, tutulup yerden kaldırıldığı, bir duvarın kovuğuna yahut baş üzre taşınmak için sarığın kıvrımına saklandığı zamanların fotoğrafı... 'Okumanın Tarihi'ni yazan Alberto Manguel, bu fotoğrafı görmediği için ne kadar talihsizdir! O ilk görüşten sonra günlerce gözümün önünden gitmedi fotoğraf. Düşündükçe içimde buruk bir ferahlık duydum. Tarif edilemez bir şey. Manguel'in kitabına ne güzel yakışırdı, diye düşündüm. Kim bilir, nasıl bir metin yazardı ona '
okuma' arkeologu Manguel! Velhasıl üstüne çok hayaller kurulacak, çok yazılar yazılacak bir fotoğraftı... Ve eğer bu yıl bir fotoğrafa
ödül verilecekse, sevgili kardeşim Suphi Kaya'nın bu şiir gibi fotoğrafı o ödülü çoktan aldı bence.
O zarif fotoğraf, Batman'dan geldi ve geçtiğimiz hafta Zaman'ın birinci sayfasından yayınlandı. Batman'daki sel, İluh Deresi kenarında kurulu Şeyh Maruf kütüphanesini basmış ve buradaki üç bin kadar kitabı çamurlara gömmüştü. Kurtarılabilenler yere serilmiş, havalandırılıyor, bir yandan da bakımdan geçiyor. Bakımı kim mi yapıyor? Balıkesir'den giden on beş
gönüllü insan. Demek, kitapları şefkatle ellerine alan o başka zaman adamları, o pir-i fâniler, ta Balıkesir'den kalkıp İluh Deresi'nin kenarına varmışlar. Sayfaları örten çamuru müşfik elleriyle temizliyor, 'kelime'leri yeniden hayata döndürüyorlar.
Kitap doktorları...
O fotoğraftan ve haberden öğreniyoruz ki Batman'da Şeyh Maruf diye kitap sevdalısı bir insan yaşarmış. 60 yıl uğraşıp didinmiş, bir derenin kenarına
Arapça,
Farsça,
Osmanlıca kıymetli eserlerden oluşan 10 bin kitaplık bir kütüphane kurmuş. Size heyecan verici gelmedi mi bu? Hep
terörle, töre cinayetleriyle, acılarla anılan bir kentte böyle bir kütüphane var, bir şahıs kütüphanesi... Bölgeyi ve Anadolu'yu bilenler, Şeyh Maruf'un kütüphanesinin aslında sadece bir örnek olduğunu, yakın zamanlara kadar bu coğrafyanın her adımında çil çil kütüphanelerin yükseldiğini söyleyeceklerdir. 80'li yıllarda bir gün yolumun düştüğü Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde, ihtiyarlar anlatmıştı bana. O küçücük beldede pek çok medrese varmış. Ve o medreselerin kütüphaneleri... 'Milli Şef'
İnönü devrinde kitaplar bir meydana yığılıp yakılmış. Diyordu ki ihtiyarlar: "Kitaplar aylarca için için yandı. Kırkağaç'ın üstünü kara dumanlar bürüdü." Yakın zamanlara kadar Anadolu'nun, özellikle Doğu ve Güney
doğu'nun küçücük şehirlerinde bile medreseler vardı ve bunlar pek çok nadir eserin de bulunduğu kütüphanelere sahipti. Köprünün altından çok sular geçti, o ocaklar söndü. Bir zaman sonra da 'terör' adlı canavarla gelen süreç, Güneydoğu'da güzel olan ne varsa savurdu, dağıttı, yok etti.
Batmanlı Şeyh Maruf, o derenin kenarına kurduğu kütüphanesiyle işte o yıkımlara direnmiş adeta. Ama talih bu ya, bir gün sel gelip çamurlara gömmüş kitaplarını. Onun yaptığı, aslında yaşadığı toprakları binlerce yıllık mazisiyle barıştırmak, buluşturmak. Mezopotamya'nın ilimle, irfanla, kitapla yoğrulagelen binlerce yıllık tarihine eklenmiş zarif bir halka onun kütüphanesi. Kim bilir bizim habersiz olduğumuz daha kaç kitap tutkunu zarif insan yaşıyor bu topraklarda. Daha kaç kütüphane var böyle...
Bakınız, bir fotoğraf bize neler düşündürdü, nerelere getirdi... Güzel bir şey görmüş, güzel bir an yaşamış olanlara has bu iç serinliğini, bu anlatılmaz hazzı kim bilir ne kadar taşıyıp duracağım içimde... Sağ olasın Suphi, beni bahtiyar ettin!