Üstad'ın 23
Mart 1960'ta
vefatından sonra bayrağı devralanlar. İlerlemiş yaşlarına rağmen
Bediüzzaman'dan ve
Risale-i Nurlardan aldıkları feyzi çevresindekilere aktarmaya devam ediyorlar. Onlara göre Bediüzzaman, hayatı
sürgün ve hapislerde geçmesine rağmen hep hukukun içinde kaldı, yanındakilere de bunu
tavsiye etti. Üstad'ı bir de onlardan dinledik.
Risale-i Nur Külliyatı'nın müellifi Bediüzza-man'ın vefatının üzerinden 51 yıl geçti. O, milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olurken
Türkiye'nin inkişaf etmesine de katkıda bulunmuş bir şahsiyet. Tarihçe-i Hayat'ın önsözünü yazan Ali Ulvi Kurucu, Üstad için şu ifadeleri kullanıyordu: "Bediüzzaman yarım asırdan fazla o mukaddes cihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım sürati ile aşan peygamberlerin vârisi olduğu bir âlim olduğunu ameli bir surette ispat eden bir zattır."
Yaşarken kadri kıymeti bilinmese de ektiği tohumlar bugün dünyanın her tarafında çiçeğe durmuş vaziyette. Yazdığı Nur Risaleleri, onu bizzat gören/göremeyen
talebeleri vasıtasıyla Türkiye'yi ve dünyayı aydınlatmaya devam ediyor. Biz de Üstad'ı "Nur'un İlk Kahramanlarına" sorduk. Hizmetin ağabeylerinin ortak bir tespiti vardı, "Müspet Hareket olmasaydı, Türkiye birbirine girerdi" ya da "Türkiye'nin normalleşmesinde Risale-i Nurların muazzam katkısı oldu."
Vefatının 51. yılında onu, anlayışını ve hatıralarını talebeleri anlattı. Çünkü abiler, "Üstad'ı gören son gözler".
Abdülkadir Badıllı: Türkiye'de Risale-i Nur galip gelmiştir
Abdülkadir Badıllı, 1936
Şanlıurfa doğumlu. 1953'te 16 yaşındayken Nur
hizmetine girmiş. Bediüzzaman'dan aldıkları müjdeler sayesinde, hiç yeise düşmemiş. Ona göre Said
Nursi'nin verdiği ümitlerin kısa zamanda gerçekleşmesi inanılmaz bir hadise. "Bu kadar
erken zamanda dünya çapında inkişaf edeceğini beklemiyorduk. Müjdeler, çok erken gerçekleşti. Eserlerde, hakikati ifade eden her şey yazılıdır. Geçen zamanda Risale-i Nur, Türkiye'de kendini galip etmiştir." diyor. Badıllı abi, Risale-i Nur mesleğinin dört ana prensibinin azami dikkat, azami metanet, azami sevap, azami sadakat olduğunu dile getiriyor.
Badıllı abi, bu zamana kadar hiçbir siyasi meselenin peşinden koşmadığını, ama referandumun
siyaset üstü bir mesele olduğu için çalışmalarda bulunduğunu söylüyor.
Said Nursi'nin, '56 senedir gaye-i hayalim' dediği,
Arapça,
Türkçe ve Kürtçenin bir arada okutulacağı akademi olan Medresetüz Zehra projesini
Demokrat Partililere ilettiğini anlatıyor. O dönem yaşanan olayı şöyle paylaşıyor: "
Celal Bayar, Van'da bir şark üniversitesi açmayı düşünüyordu. Tabii CHP'liler, Demokratlar Said Nursi'nin medresesini kuruyor diye hücum ettiler. Sonra DP'liler korktu ve üniversiteyi Erzurum'da yaptılar. Üstad bunu duyunca, "Nereye götürürlerse götürsünler orası benim üniversitemdir." derdi.
Mehmet Fırıncı: Müspet hareket mesleği çok mühimmiş
Mehmet Fırıncı, 1928
Bursa-
İnegöl doğumlu. O, ilerlemiş yaşına rağmen yorulmadan hizmet ediyor. Risale-i Nurlarla tanışması ise, 'Cenab-ı Hak her yerde hazır ve nazırdır. Mekândan münezzeh, hem her yerde var, hem hiçbir yerde yok' sözünün peşine takılmasıyla olur. Caminin müezzini Nur talebelerine yönlendirir. Ona 16. ve 24. Söz'ü okurlar ve kendi deyişiyle Nur hizmetine girer. 1952'nin
ocak ayında Bediüzzaman'ı ziyaret eden Fırıncı abi, onun vefatından sonra dahi tesirini kaybetmediğini belirtiyor. Yakın zamanda yapılan birtakım karanlık planları ise şöyle açıklıyor: "Cemaati menfi harekete sevk etmek için ellerinden gelenleri yapıyorlar. Evlerine
silah koyup
tahrik ediyorlar. Bunlar harekete geçsin biz de istediklerimizi yapalım düşüncesindeler. Müspet hareket mesleği çok mühimmiş, geçen zamanda bunu anladım. Türkiye'nin demokratikleşmesinde müspet hareketin yüzde yüz payı var. Üstad, müspet hareketle, memlekette asayişi muhafaza etmeseydi, Türkiye
Afganistan gibi olurdu."
Bediüzzaman ile son görüşmeleri 1959'un aralık ayında İstanbul'a gelmesiyle gerçekleşmiş. Fırıncı abi, Said Nursi'yle tanıştığı günkü bir anısını şöyle anlatıyor: "Üstad bana ne iş ile uğraştığımı sordu. 'İnsanların ekmeğine hizmet etmek çok büyük sevaptır' dedi. Ben de 'Efendim, biz ekmek değil pasta,
simit ve
börek yapıyoruz' dedim. O da, 'O daha sevaptır' deyince tebessüm ettik hep beraber."
Said
Özdemir: 27
Mayıs darbesini sezmiş ve
Menderes'e
mektup yazmıştı
Said Özdemir, 1927
Siirt-
Tillo doğumlu. İhlâs-Nur Neşriyat'ın başında hizmetlerini aksatmadan koşturmaya devam ediyor. Dost TV üzerinden de binlerce kişiye ulaşarak Allah'ı ve hakikatleri anlatmaya devam ediyor. Bediüzzaman ile 1953'te tanışan Said abi, son görüşmesini 1960'ın şubat ayında gerçekleştirmiş. Bediüzzaman'ın
27 Mayıs darbesini sezdiğini ve 1956'da Menderes'e bir mektup yazdığını kaydediyor. Üstad, söz konusu mektupta, "Ey Menderes senin başına bir felaket geliyor. Bu felaketi iki büyük sadaka ile def edebilirsin. Birisi Risale-i Nur imanları kurtardığı için büyük bir sadaka olarak kabul edilir, onları bolca neşret. İkincisi Ayasofya'yı yeniden ibadete aç. Bu iki şeyi yap, bunlar seni beladan kurtaracak."
Said Özdemir abi, Üstad'dan mühim bir vekâletname alan Nur talebesi. Söz konusu vekâletname ise şöyle: "Ben gayet
hasta ve perişan olduğum için gayet müstekim ve sadık bir
vekil istiyordum. Cenab-ı Hakk'a hadsiz
şükür olsun ki bana tam bir hakiki kardeş, müstekim ve sadık Tillolu Said'i verdi. Ben de ona hakiki ve her cihetle bana ve Risale-i Nur'a hizmet için tevkil ediyorum. Benim vekilimdir. O, ne yapsa ben yapıyorum gibi kabul ediyorum. 8
Ekim 1953, İmza: Gayet hasta Said Nursi."
Abdullah Yeğin: Dünya sathında da Risale okunan yerlerde dâhili kargaşalık olmuyor
Abdullah Yeğin, 1924
Kastamonu-Araç doğumlu. Bediüzzaman'ın deyişiyle 'Araçlı Abdullah' ya da 'Nurcuların Ağabeyi'. Üstad'ı 16 yaşında
ortaokul talebesi iken ziyaret eden ve ona, "Muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyor, bize Halik'ımızı tanıttır." diyerek, bir neslin zihnindeki bulanıklığın giderilmesine vesile olan şahsiyet. Ona göre, "Müspet hareket, din namına ortaya çıkmak, ortalığı karıştırmak musibetinden muhafaza etmiştir. Dünya sathında da Risale okunan yerlerde dâhili kargaşalık olmuyor." İhlâs Risalesi'nin müspet hareketin programını çizdiğini ifade eden Yeğin, Müslümanların
demokrasi ile herhangi bir problemlerinin olmadığını dile getiriyor.
Bediüzzaman Said Nursi'nin
Urfa'daki son günlerinde yanındaymış. Yeğin abi, o son günleri şöyle anlatıyor: "Üstad, Urfa'ya 21 Mart 1960'ta gelmişti. 23 Mart günü rahatsızlandı. Ben de o sırada postaneye Adnan Menderes'e telgraf çekmeye gitmiştim. Çünkü
İçişleri Bakanlığı ha bire, Üstad Urfa'da durmasın, Isparta'ya gitsin diye zorluyordu. Demokrat Parti İl Başkanı Mehmet Hatipoğlu 'Said Nursi, bizim misafirimizdir, onu hiçbir yere yollayamayız' deyince ortam biraz rahatladı. Postaneden geldiğimde Üstad'ın kalbi durmuştu. Zübeyir abi, "Üstad'a böyle haller geliyor. Onun daha yapacak çok vazifesi var. Sabaha kadar bekleyelim." dedi. Sabahleyin bir zat ziyarete gelip "Üstad vefat etti" deyince anlaşıldı Hakk'ın rahmetine kavuştuğu."
İslam dünyasında çıkan anarşiyi Türkiye bertaraf edecek
27 Mayıs'ta hapse giren Yeğin abi, askeri hâkimin 'Okuduğunuz kitaplarda suç yok. Siyasiler durumu abartıyor' dediğini anlatıyor. Ona göre, Türkiye eski Türkiye değil ve memleket gün geçtikçe daha da iyiye doğru yol alıyor.
Osmanlı'dan sonra İslam dünyasında çıkan anarşiyi Türkiye'nin bertaraf edeceğini söylüyor. Bu durumu ise bir anısı ile açıklıyor: "Üstad, 100 sene önce Şam'da okuduğu
Hutbe-i Şamiye'yi, 1951'de daha geniş olarak Türkçeye tercüme edip kitap haline getirdi. Sonra onları zamanın
dindar mebuslarına gönderdi. Üstad, "Osmanlı zamanında İslam âlemi İstanbul'dan yönetiliyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nde bu vazifeyi
Ankara görecektir." derdi.
Salih Özcan: Üstad'ın hayatı sürgün ve hapislerde geçmesine rağmen hep hukukun içinde kaldı
Salih Özcan, 1929 Urfa doğumlu. Hasta olmasına rağmen Üstad'ın adını duydu mu, sanki o çağırmış gibi Nur hizmetine gitmeye devam ediyor. Üstad'ın ismini ilk defa Büyük Doğu'da görmüş, bir de Osman
Yüksel Serdengeçti'nin vasıtasıyla. Ama kendi deyişiyle Bediüzzaman'ın ismini hakikatli duyuşu, Urfa'da askerlik görevi yapan
Albay Hulusi Yahyagil'in dilinden olmuş. Nur talebesi olduğu anı şöyle anlatıyor: "Urfa'da Hulusi abi, bize Sözler'i okuyordu. 19 yaşındaydım. Hulusi abi
emekli oldu. Biz, dedemle beraber peşine düştük, yolcu etmek üzere. Hulusi abi, birden döndü ve dedeme hitaben, 'Bu çocuk Üstad'ı ziyaret etmek istiyor.' dedi. Dedem, 'Yook, torunumu hacıya hocaya göndermem.' diye çıkıştı. Hulusi abi, 'Said Nursi, senin bildiğin hocalardan değil. Bu, imamdır.' diye
cevap verdi. Dedem bunun üzerine izin verdi. Emirdağı'na gittim. Üstad'ın huzuruna çıktım." Salih abi, 21 yaşındayken Said Nursi'den aldığı izinle Risaleleri Latin harfleriyle basmaya başlar. İlk bastıkları kitap İhlâs Risalesi'dir. Salih abi, Nurların dünyaya yayılmasına vesile olacak o tarihi anı şöyle anlatıyor: "1950'de İhlâs Risalesi'ni 10 bin nüsha bastım. İki nüshasını Üstad'a gönderdim. Bir hafta sonra telgraf geldi. 'Seyyid seni
tebrik ediyorum, perdeyi yırttın.' diye. Bu haberi alınca çok sevindim. Atıf Ural, Said Özdemir, Ali
İhsan Torla gibi abiler, 'O zaman biz de basalım' dediler. Para bulundu ve eserler basılmaya başlandı." Salih Abi, "Üstad bize 'Sizi menfi harekete çekmeye çalışacaklar, ama siz daima müspet hareket edeceksiniz. Hakkınızda ne derlerse desinler siz cevap vermeyeceksiniz' derdi. Hayatı sürgün ve hapislerde geçmesine rağmen hep hukukun içinde kaldı. Yanındakilere de bunu tavsiye etti." ifadelerini kullanıyor.
Salih Özcan, Bediüzzaman Said Nursi'nin, 'Hizmetin
Dışişleri Bakanı' iltifatına mazhar olmuş biri. Salih abi, bir tek Çin (Doğu Türkistan'a gider) ve Avustralya'ya gitmemiş. O eserleri gittiği yerlerin dillerine çevirerek hizmette bulunmuş kahramanlardan.