Hem üstatdan hem de okuyucudan büyük övgü aldı. Yıllardır kafasında kurduğu ünlü
romanı Minyeli Abdullah'ı evinde karısından bile gizlice üç ay da geceleri yazdı.Bomba gibi patlayan romanı yayınlanınca polis evini bastı.
“Bizim zamanımızda ilkokulu bitirmek için bir de olgunluk sınavı olurdu.
Sınav için
heyet toplanmıştı öğrenciler tek tek odaya alınıyordu. İçeri girdim üç öğretmen oturmuş, biri beni çağırdı, yanına gittim. Yüzüme okkalı bir tokat attı. “Bu nedir?” diye sordu. Ben de “Vurduğunuz için fiildir,
Tokat ili vardır bir de, o özel addır” dedim. “Aferin sınıfı geçtin” deyip
mezun ettiler.”
İşte bu sözlerin sahibi eski bir asker, hepimizin hafızasında yer etmiş bir devrin çok satan romanı Minyeli Abdullah'ın yazarı
Hekimoğlu İsmail. Ömrünü İslamiyet'i anlamaya ve anlatmaya adamış gerçek bir
dava adamı.
Sabah namazını kılmak için gittiği
Eyüp Camisi'nde geçirdiği bir krizin sonunda beş yıldır yürüyemiyor. Beyin damarlarından biri tıkanık olan ve bir tarafı felçli yazar, buna rağmen durmuyor. “Ömrüm yettiğince İslamiyet'i anlatacağım, bu yüzden davet edildiğim her yere gidip konferans veriyorum” diyor. Bugün 75 yaşında. “Bizim çocuklar roman diye sadece Minyeli Abdullah'ı bilmesin, Batılı yazarların romanlarını da okuyup, öğrensin” düşüncesinden yola çıkarak kurdukları Timaş Yayınları'ndaki odasında ağırlıyor bizi. Odanın dört bir yanı kitaplarla dolu. “ Vaktimi okumakla geçiriyorum” diyor. Son okuduğu kitapları merak ediyoruz, üç kitap uzatıyor. Biri Mevdudi'nin
Müslümanca Yaşamak Üzerine'si, ikincisi
Bediüzzaman Said-i
Nursi'nin Sunuhat'ı, diğeri ise Rumuz El-Ehadis'ten Kıyamet Alametleri. Söz okuduğu kitaplardan açılınca
kıyamet alametlerinden ve Müslümanların üzerine düşen görevlerden ve bunun önemine dem vuran güzel bir konuşma yapıyor. Ardından Cumhuriyet'in ilk yıllarından günümüze uzanan hayat hikayesini dinliyoruz. Aslında dinlediğimiz sadece onun hikayesi değil, içinde kendi yakın tarihimiz saklı…
Fay hattı aileyi parçaladı
Yedi yaşındayken yaşadığı
Erzincan depreminde ailesinin yarısını kaybeden ünlü yazarın hayat hikayesi fay hattının parçaladığı trajik bir öykü ile başlıyor: “
Çocukluğuma dair en net hatırladığım şeylerden biri 1939 depremi. Gece büyük bir sarsıntıyla uyandım ve yorganı korkuyla başıma çektim. Gözlerimi açtığımda heryer karanlıktı, toprağın altında kalmışım. Beni annem ve hizmetkarımız toprağın altından yaralı çıkarmış” diye anlatıyor o çocukluk günlerine dair hatırladığı en net hikayeyi. Toprak altından ağabeyisinin ve kız kardeşinin ise ceseti çıkar, tek çocuk olarak kalır. Depremden sonra devlet depremzede aileleri Kırıkhan'a gönderir. Ama babası memlekette kalır ve kasaplığa devam eder. Depremden sonra bir kızkardeşi dünyaya gelir. “Ortaokulu bitirdikten sonra ailemin aslında fakir olduğunu fark ettim” diyen yazar, en kısa yoldan ailesine
destek olmak için askeriyeye girmeye karar verir. Sınavı kazanarak
Ankara Zırhlı Birliği'ne gider. İlk
tayin yeri
İstanbul Kartal Maltepe'dir. O günleri
Hekimoğlu İsmail şöyle anlatıyor: “Üç
arkadaş bir bekar evi tuttuk. Çevremde
içki içen, hayatı berbat çok insan vardı. Ben böyle biri olmayacağım diye kendime söz verdim ve kendimi yetiştirmeye başladım. “
İlk
gençlik yılları klasikleri okuyarak geçer. Çünkü bütün fikir kitapları yasaktır. Nazım Hikmet, Said-i Nursi, Nihal Atsız
hapistedir. Göreve başladıktan sonra ise bir yandan kitap okur diğer yandan da
yabancı dil çalışır..
İngilizce pratik yapmak için sabah namazını kıldıktan sonra kırlara, bayırlara açılır. “Ağaçlarla, çiçeklerle, İngilizce konuşurdum” diye anlatıyor dil öğrenme macerasını.
Bediüzzaman'ın kendisine tavsiyesi
Bir yandan kendini geliştirirken diğer yandan da dinini öğrenme gayretine düşer. İbadetlerini aksatmadan yapmaya çalışır ve cemaatlere girip çıkmaya başlar. İşte bu dönemde bir grup arkadaşıyla birlikte Bediüzzaman'ı Emirdağ'daki evinde ziyaret eder. Bu tanışıklık hayatının bir anlamda dönüm noktasıdır. O tanışmayı ve ardından yaşadıklarını şöyle aktarıyor: “Ev yok, yorgan yok,
yatak yok, dağın başında oturuyor yardımcısı yok, kimsesi yok. Yalnız başına oturmuş Risaleler'i yazıyor. Sohbette kendisine dedim ki, “Biz Kur'an okumasını bilmiyoruz ne yapacağız?” Cevap verdi: “Günah-ı kebairi terk, sünneti seniyeye ittiba, namazı erkanı ile kılmak ve sondaki tesbihatı çekmek.” Ama ben söylediklerinden hiçbirşey anlamadım. Bunları elimdeki kağıda yazdım ve gittim Erzincan Müftüsü'ne. “Hocam bunlar nedir, ne yapmam lazım?” diye sordum, “Kardeşim” dedi
müftü, “Bir ilmihal al onu oku. İşte bunların hepsinin cevabı orada.” O zaman Ömer Nasuhi Bilmen, İstanbul Müftüsü idi. Onun ilmihalini aldım ve başladım okumaya. İlmihalde
Osmanlıca terim fazla, okuduklarımı anlamayınca Osmanlıca çalışmaya başladım.”
İşten kalan vaktini okumaya ve dil öğrenmeye ayıran Hekimoğlu İsmail, bu arada askeriyede açılan bir sınavı kazanarak ABD'ye gider.
Kiliseye üye oldum
ABD'de altı ay
füze kursunda eğitim görür. Bu arada evinin yakınındaki bir kiliseye üye olur, buradaki sosyal faaliyetlerden faydalanır. “Kilisenin
spor salonuna gidiyorum, bir yandan da onları iyi tanımak için hıristiyanlık ile ilgili kitaplar okuyorum. Arkadaşlarım beni şaşkınlıkla takip ediyorlar, 'ya, Türkiye'de dindardın şimdi de hıristiyanlığa merak sardın ne oluyor sana?' diye soruyorlar. Ben de , 'kültürümü artırıyorum' diye
cevap veriyorum.”
İlk yazımı Kısakürek yayımladı
O dönemin en ünlü
dergisi
Necip Fazıl Kısakürek'in çıkardığı Büyük Doğu'dur. Türkiye'deki bir arkadaşına rica eder ve dergiye abone olur. Dergi ABD'ye gelir. Dergiye yeniden kavuşmanın verdiği heyecanla Necip Fazıl'a oturup ABD'den güzel bir
mektup yazar. Mektup bir sonraki sayıda Necip Fazıl'ın cevabı ile birlikte yayınlanır ve
üstad, Hekimoğlu İsmail'e dergide yazı yazmasını ister. Böylece Hekimoğlu İsmail, kendi adıyla yani Ömer Okçu imzasıyla ilk yazılarını Büyük Doğu'ya gönderir. İlk yazısının yayınlandığı o günlerle ilgili şunları söylüyor: “O güne kadar hiçbir yerde yazmamıştım. Okuyor kendi kendime makaleler yazıyor ama hiçbir yere göndermiyordum. Necip Fazıl'ın övgü dolu sözleri ve yazı teklifi üzerine ABD'de gördüklerimi yazmaya başladım. “Hıristiyan Dünyasından Haberlerim Var” başlığıyla her sayıya bir yazı gönderiyordum. Yazdıklarım büyük ilgi görüyordu çünkü o yıllarda bizim
ülkemizde ABD'de olduğu gibi dinde serbestlik yoktu. Yazılarımı Ankara'da çıkan Hilal dergisine de göndermeye başladım.”
Amerikalılar tarafından füze yapımıyla ilgili sınava tabi tutulan Hekimoğlu İsmail, teftişi başarıyla geçer ve Türkiye'ye
döner.
Eşimi adres sorarken gördüm
Uzun yıllar bekar kalan Hekimoğlu İsmail, 1960 yılında evlenir. Annesinin kendisine uygun gördüğü Sermin Hanım'ı hem tanımak hem de
düğün hazırlıkları yapmak için 45 gün izin alır ve memleketine gider. Sermin Hanım, evlilik teklifine '
evet' demeden önce
damat adayını görmek ister. Bunun üzerine Hekimoğlu İsmail, haber gönderir: “Şu gün şu saatte evlerinin kapısını çalıp bir adres soracağım, kapıyı kendisi açsın. “ Dediği gibi yapar, kapıyı genç bir hanım açar sorduğu adrese 'bilmiyorum' diye cevap verir.
Adres sorma bahanesiyle iki genç de birbirini görür. Ardından nişan, düğün hazırlıkları başlar ve izin dönüşü İstanbul'a eşiyle gelir. Evde geç vakte kadar okuyup yazan Hekimoğlu İsmail, eşini rahatsız etmemek için diğer odada çalışmalarını yapar. Hem okur, hem de makaleler kaleme alır. Sabaha kadar çalıştığı zamanlar olur. İşte bu dönemde uzun süredir kafasında kurduğu romanını gizlice yazmaya başlar. “ Odamda gizli gizli Minyeli Abdullah'ı yazmaya başladım. Minyeli Abdullah'ı belki bir ömür boyu düşündüm ama yazılması 3 ay sürdü. Odamın kapısını sıkıca kapatır sabaha kadar yazardım ve sabah işe gitmeden önce yazdıklarımı nereye saklayayım diye düşünürdüm. Hanımın görmesini istemiyordum çünkü evde
arama yapsalar, veya tehdit etseler romanın yerini söyler diye düşündüğümden ne hanıma ne de başkasına romanımdan bahsettim.”
Roman bitince gazeteci Mustafa Polat'a yazdıklarını anlatır. Arkadaşı romanı alıp, Yeni Asya'da yayımlar. Büyük ses getirir.
Bu ev yazar evi değil
Hekimoğlu İsmail, dedesinin adıyla kaleme aldığı romanıyla bir anda en çok konuşulan isim olur. Roman bugünkü halinin üç katı kalınlığındadır. Yakın arkadaşları dışında hiçkimse Hekimoğlu İsmail'in kim olduğunu bilmez. Ta ki arkadaşları bir toplantı da “Bizim Ömer'in yazdığı roman” diye konuşuncaya kadar. Haber istihbaratın kulağına gider ve Hekimoğlu İsmail'in evine polis
baskın düzenler. Evi aramaya gelen polislere hanımı kapıyı açar. Salonda, bir kütüphane, tahtadan birkaç sandalyeden başka bir şey yoktur. “Ya, bir yazarın odası böyle mi olur, bu adam yazar olamaz” deyip çeker giderler. Hekimoğlu İsmail'in evindeki bu arama ne ilk ne de son olur. Yazıp çizdiği dönemde defalarca evine baskın düzenlenir ve sayısını hatırlamayacağı kadar çok sorguya alınır. Hekimoğlu İsmail o günleri şöyle anlatıyor: “En uzunu dört ay olmak üzere bir kaç defa hapis yattım. Kaç kez sorgulandığımı ise hatırlamıyorum. Devletin düzenini değiştirmek suçundan yargılandım.”
Ama baskınlara, sorgulara rağmen Hekimoğlu İsmail, ne yazmaktan ne de davasını anlatmaktan vazgeçer. Yazdığı roman elden ele dolaşır. Büyük bir heyecan dalgası yayılır.Mahkeme karşında, “Minyeli Abdullah'ı ben yazmadım” dese de, herkesin elinden düşmeyen bu ünlü romanın yazarının ismi kulaktan kulağa yayılır. Bir gün kürklerini giyip, süslenmiş bir grup kadın yazarın evine gelir. Ancak karısı Sermin Hanım, hala kocasının roman yazdığından haberdar değildir. Şaşkınlık içinde misafirleri içeri alır ve onlara ısrarla kocasının roman yazmadığını söyler, yolcu eder. Akşam eve gelen eşine ilk işi herkesin dilinden düşmeyen romanı sormak olur.
Yazar, “Hanım bunlar tehlikeli işler sen karışma” dese de, sonunda hanımının ısrarına dayanamaz ve romanı okuması için verir. Romanından dolayı bir övgü de eşinden alır.
Her camide namaz kılmak istedim
Hayatı, davası yüzünden sıkıntılar içinde geçen Hekimoğlu İsmail'in yüzünde büyük bir sükunet var. Ona göre Müslüman bu dünyaya sıkıntı çekmeye geldiği için çektiği her sıkıntı bir günahın kefareti olacak. Yani hiçbir sıkıntı sebepsiz değil. Beş yıldır bir koltukta hayatını sürdüren büyük yazar bu durumdan hiç de şikayetçi değil. Sağlıklı olduğu günlerde dünyada birçok ülke gezdiğini söylüyor konu sevdiği mekanlardan açılınca. Ama İstanbul'u hiçbir yere değişmeyeceğini sözlerine ekliyor. “İstanbul'da namaz kılmadığım hiçbir cami kalmasın diye gençliğimde bir karar almıştım. Bu kararımdan dolayı İstanbul'un her yerini gezdim ve her vaktin namazını bir başka camide kılmaya çalıştım” diyor. Okuduğu son kitaptaki kıyamet alametlerine de gönderme yaparak şu tespitini bizlerle paylaşıyor: “Kıyametin alametlerinden biri olarak şu söylenir. Ahir zamanda camilerin içi çok süslü olacak ama cemaati süslü olmayacak, yani az olacak diye. Gezdiğim camilerde bunu görüyorum. Camilerimiz çok süslü ama içinde gerçek süs olan cemaat yok.” Bu yüzden gösterişten uzak sade ama cemaati fazla camileri sevdiğini söylüyor.
En çok Sefiler'i sevdim
Şimdi rahatsızlığından dolayı camileri gezemiyor ama ilk gençliğinden beri alışkanlık haline getirdiği okumayı büyük bir hevesle sürdürüyor. Peki herkesin büyük övgüsünü alan ve yıllardır hala 'en çok satan kitaplar' listesinde yerini koruyan Minyeli Abdullah'ın yazarı acaba en çok hangi yazarı ve romanı seviyor? Bu soruya ilk
gençlik yıllarında okuyup kendisine edebiyatı sevdiren Sefiller romanının ve yazarı Victor Hugo'nun adını söylüyor. Ardından ekliyor: “Benim romanımı değil bu romanları okusunlar, roman nasıl yazılır görsünler.”
ABD'ye füze yapmaya gittim
Askeriyenin açtığı sınavı kazanarak görevli olarak ABD'ye giden Hekimoğlu İsmail, burada füze kursunda eğitim görür ve füze yapmayı öğrenir. İş dışındaki zamanını evinin yanındaki bir kilisenin spor salonunda geçirir. Burada spor yaparken aynı zamanda hıristiyanları daha yakından tanımaya çalışır.
İncil okuyup kütüphanede bu din üzerine çalışmalar yapar. Gördükleri karşısında yazar, hep şu soruyu sorar , “Biz niye dinimize böyle sahip çıkamıyoruz?”
Roman yüzünden cezaevine
“Yazdığım yazılardan dolayı defalarca sorguya alındım” diyen Hekimoğlu İsmail o günleri şöyle anlatıyor: “En uzunu altı ay olmak üzere bir çok defa hapis yattım. Kaç kez tutuklandığımın sayısını bile hatırlamıyorum. Devletin düzeni değiştirmek suçundan yargılandım. Sorguda, “Ben 90 metrekarelik evde oturuyorum. Evimi değiştiremiyorum, küçücük bir memurum işimi değiştiremiyorum devleti nasıl değiştireyim dedim. Hapise düşünce hemen diğer
mahkumlar gelir, 'Suçun nedir?” diye sorar. Herkes suçunu söyler ve oradaki mahkumlar kanunları çok iyi bildikleri için “Adam mı yaraladın sen şu kadar ceza alırsın,
hırsızlık mı yaptın cezan şu kadar” derler.. Ama benim gibi fikir suçundan içeri girenlere yorum yapamazlardı.. “Ha sizin durumunuz belli olmaz seni af da edebilirler asada bilirler” derlerdi.”
Dedemin ismiyle kitap yazdım
İlk gençlik yıllarında okuduğu dünya klasikleriyle edebiyatı seven Hekimoğlu İsmail, Minyeli Abdullah'ı yazmak için yıllarca beklemiş. Dedesinin adıyla romanını ilk yayınlattığı zaman arkadaşlarına hatta eşine bile 'o yazar benim' dememiş.
Yeni
Şafak-Pazar