Bugün neleri yitirdiğimizi hatırlatıyor. Levi'yle
İstanbul'u ve Mario Levi olmayı konuştuk.
Bir İstanbul yazarısınız. Son anı romanın kahramanı da İstanbul. Bir gönül borcu, bir vefa duygusuyla mı yazıyorsunuz?
Bir gönül borcu var şüphesiz. Ancak böyle açıklarsak eksik ifade etmiş oluruz. Ben metnin mekanla çok derinlikli bir ilişkisi olduğuna inanan insanlardanım.
Mekan dediğiniz zaman aslında bir anlamda coğrafyadan ve o coğrafyanın duygusundan söz etmiş oluruz. Bu duygu da birçok unsuru kucaklar ve kapsar. Asıl gerçeğin coğrafyalarla açıklanabileceğine çok inanıyorum.
Siz nasıl açıklıyorsunuz?
Coğrafyaların duyguları vardır. Bu duygu yazarı bir
miras olarak yazıya çağırır. Peki İstanbul özelinde neler söyleyebiliriz derseniz... Duyguda tarih vardır, diller, inançlar, lezzetler, kokular vardır. İstanbul'da yaşamakla İstanbul'u yaşamak arasında çok önemli fark vardır. Bu farkın farkında değilseniz İstanbullu olamazsınız.
İstanbul'u yaşamak sizin cephenizden ne demek?
Örneğin farklı zamanları çağları bir arada yaşamak demektir. Şimdiki zamanda geçmişin izleri yaşar. Bu gerçek birçok şehir için geçerli olabilir ama İstanbul için çok güçlüdür.
İstanbul deyince üç bin yıllık farklı kültür katmanlarını barındırmış ve bugüne izleriyle getirmiş bir şehirden söz ederiz. Seslerin, şarkıların, mekanların hatırlattıkları bizi hep hikâyelerin ardına düşmeye çağırır. Bu anlamda İstanbul sorunları ve hatırlattıklarıyla müthiş bir esin kaynağıdır. Aynı zamanda acılarıyla da besler.
Yurtdışındaki konuşmalarımda bana sık sık sorulur, İstanbul'da yaşamak kolay mıdır diye?
Bu soruyu nasıl cevaplıyorsunuz?
Ben de İstanbul'da yaşamak zordur derim. Çünkü birçok sorunla karşı karşıyasınızdır. Duyarlı bir insansanız İstanbul'daki çelişkiler, çatışmalar,
yoksulluk sizi etkiler, acıtır.
Size hikayeler armağan eder. İyi ki yaşanması zor olan bir şehirde yaşıyorum. Ya yaşanması kolay olan bir şehirde yaşasaydım. Mesela Zürih'te. Hiçbir problem yok. İsviçre'de her yıl arı sayımı yapılıyor. Başka dertleri kalmadı adamların.
Bu sene 386 bin arı çıkmış. Dolayısıyla böyle bir ortamda yazar olamazsınız ki.
İstanbullu olmak çabayı gerektiriyor sanırım.
Tabii ki çabayı gerektirir. İnsanların kendini İstanbul'a ait hissetmeleri çok önemli. İlk tanışmalarda bana soruyorlar. Memleket neresi? İstanbul, diyorum.
Yok yok aslen nerelisin, sorusu geliyor sonra. Vallahi İstanbul, diyorum. Nasıl İstanbul demem, atalarımız 1492 İstanbul'a gelmiş. Son zamanlarda çok ısrarlı olan insanlara
İspanya göçmeniyiz biz diyerek gizliden gizliye eğleniyorum. Haah işte gördün mü, diyor. Sonra adam anlatmaya başlıyor.
Ben de Sivas'tan geldim, Edirne'den geldim, Selanik'ten, Bosna'dan geldim diye... İstanbul'un güzel taraflarından biri bu. Birçok insanı bir araya getirmiş olması. Bu iyi de. Üç kuşak önce Erzurum'dan gelenler kendilerini bu şehre ait hissediyor mu hissetmiyor mu, bu beni alakadar ediyor.
Kendini ait hissetmediği zaman birazcık sertleşebiliyorum, üzülüyorum. Bu şehirde yaşıyorsun ve şehrin nimetlerinden yararlanıyorsun. İstanbul'da yaşamayı da öğrenmek zorundasın.
Ne yapılmalı İstanbullu olmak için?
İnsanlar kendi memleketlerinde iş aş bulamadıkları için İstanbul'a geldiler. Bu zor ve çetin şartlarda yaşadılar, bu insanlardan hemen İstanbul'un birtakım ince zevklerini anlamasını, o zevklerini almasını bekleyemezsiniz.
O öncelikle hayatta kalma mücadelesi verir. Tamam onu anlıyorum. Ama artık iki üç kuşaktır İstanbul'da yaşıyorsan başka bir duyguya geçmiş, yaşadığın şehirle bir duygu beraberliğine girmiş olman gerekmez mi?. Bir vapurda martılara
simit atarak bile başlayabiliriz.
İstanbul için bir şey yapmak çok önemli. Ben yazıyorum, bunu yapabiliyorum. İstanbul için yerden bir çöpü alıp çöp kutusuna atıyor musun? Bu bile yeter. Şehre ait olduğunu hissetmek böyle bir şey.
Yazarak kurtarıyorsunuz aynı zamanda...
Yazmaktaki amaçlarımdan biri de o. Çünkü İstanbul'da birçok değer kaybolup gidiyor. Ama bunlar kitaplarda yaşar, ölümsüzleşir. Son kitabımda yazdım mesela.
Maltepe'deki
Süreyya Plajı artık yok. Ben orayı yaşadım. Bunu önemli buluyorum. İstanbul ne yazık ki birçok değerini böyle kaybetti. Biz sahip çıkamadık İstanbul'a.
Kitap birinci elden bir tanıklığı anlatıyor. Özellikle 1960 ve 70'li yılların İstanbul'unu anlatıyorsunuz. Bugün gelişen, büyüyen bir İstanbul var. O günleri özlemle mi anıyorsunuz?
İçimdeki İstanbul Fotoğrafları, nostaljik bir kitap gibi algılanabilir. Ama öyle değil. Ben geçmişte elimizde ne vardı, onu göstermek istiyorum. Yaşanmış toplumsal acıların sonucunda vardığımız yeri göstermek, farkında olmayanlara şehrin başka şekillerde de yaşanmış olduğunu göstermek istiyorum.
Son on yılda
ekonomik ve teknolojik açıdan muazzam geliştik. Daha da gelişecek, ümitliyim. Özellikle yurtdışında kitaplarım vesilesiyle yaptığım seyahatlerde şunu gözlemliyorum: İstanbul hayatımda görmediğim kadar önemli bir cazibe merkezi olmaya başladı Avrupa'da.
Kitaptaki hüzün duygusu için ne diyeceksiniz?
Hüzün benim için İstanbul'un duygusudur. İstanbullunun hüzün duygusunu sevdiğini, bundan yaşama hazzı aldığını düşünüyorum. Bu hüzün duygusunun insanı birebir hayata bağladığına inanıyorum.
Hüzün kavramının başka dillerde karşılığı yoktur. Mecbur kalırsak melonkoli dersiniz ama o tam karşılamaz. Hüzünde bir keder var ama o kederin içinde yüzünüze yayılmış olan gülümseme de var. Bu hüznün göç duygusuyla yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. İstanbul göçlerle İstanbul olmuştur. İstanbul'da yaşamanın İstanbul'a ait olmamın şöyle bir tarafı da var...
Nedir o?
Farklı kültürleri yaşıyorsunuz. Şöyle örnek vereyim. Ben
Yahudi ailesinde din, dil özelinde birtakım değerlerle büyüdüm. Aynı zamanda ben
Müslüman bir şehir olan İstanbul'da büyüdüm.
Sabah ezanının derinliği de benim bir parçamdır.
Zaten kitapta Müslüman İstanbul'un beni nasıl inşa ettiğini anlatmaya çalıştım. Ben aynı zamanda içinde bulunduğum çevre düşünüldüğünde Hıristiyan İstanbul'da büyüdüm.
Bir yanda Musevilerin bayram duygusunu, mesela daha çok Hamursuz olarak bilinen Pesah bayramının duygusunu biliyorum bir diğer yandan da
Ramazan, Kurban bayramlarının,. Noel'in Paskalya'nın duygusunu.. Benim için İstanbul bu işte.
Gidecek başka bir yerim yok!
Siz aynı zamanda Türk edebiyatının bir yazarısınız. Yurtdışında Türk yazar olarak programlara katılıyorsunuz.
Evet, çünkü kitaplarım artık başka dillerde de yayımlanıyor. Kısmetse 2013'ün sonunda on yedi dilde yayımlanmış olacağım. Ayrıca bir şey daha var. Ben gittiğim birçok ülkede konuşmalarımı
Türkçe yapıyorum.
Ben Türk yazarıyım diyorum. Üç dilli bir yazar olduğum halde. Anneannemle Fransızca konuşurdum, o ekolde büyümüştü. Babaannemle on beşinci yüzyıl İspanyolcası olan Ladino dilinde konuşurduk. Annem babamla Türkçe konuşurduk.
Şimdi dolayısıyla üç anadilim var. Benim tek
yabancı dilim
İngilizce, biraz da İtalyanca.
Fransa dışında hangi ülkeye gidersem gideyim Türkçe yapıyorum konuşmalarımı.
Neden?
Çünkü kendimi var ettiğim dil Türkçe. Gerçek vatanım olarak ben Türkçeyi görüyorum. Bu bir aidiyettir.
Hep İstanbul'da mı yaşadınız?
Çok kısa sürelerde yurtdışında kaldım. İki buçuk ay kadar İsrail'de. Altı ay İspanya'da, beş ay Almanya'da, bir yıl İngiltere'de yaşadım. Çoğu da dil öğrenmek, araştırma yapmak için yapılan gezilerdi.
Hiç İstanbul'dan ayrılmayı düşündünüz mü?
Hrant Dink'in katledildiği gün İstanbul'dan ayrılma zamanım geldi mi, diye düşündüm. Daha sonra da o soruyu kendime sormuş olmaktan acı duydum. Neyse ki sonra toparlandım. Ertesi gün şunu düşündüm, inşallah bu soruyu bir daha sormam. Benim için gidilecek başka bir yer yok çünkü.
İsrail'i yedek ülkem olarak görmüyorum
Ispanaklı kuru fasulyem müthiştir
Siz yemek yapmayı seviyormuşsunuz. Bir yazınızda ıspanaklı kuru fasulyeden bahsediyordunuz. Çok merak ettim, nasıl yapılıyor? Tarif verebilir misiniz?
Ben çok güzel rizotto, boeuf strogonoff da yapabilirim, karnı yarık da... Bu örneklerin de size gösterdikleri var, eminim. Ispanaklı kuru fasulyeye gelince... Önce geleneksel
tarifi vereceğim, sonra da kendi yorumumu kattığım tarifi.
Geleneksel tarifte fasulyeyi bir gece öncesinden ıslatıyorsunuz. Sonra haşlıyorsunuz. Ispanağı ince ince doğruyorsunuz. Ve daha sonra haşlanmış olan fasulyeyi o ıspanakla birlikte et suyu, biraz salça yahut domates katarak pişiriyorsunuz.
Ben bu tarifi biraz geliştirdim:
Soğan kavurdum önce, fasulye ve ıspanağı sonra kattım. Daha da lezzetli hale getirilebilir dedim ve yemeği çok iyi pişmiş
dana kemiğinin suyunda ve elbette içindeki o nefis ilikle beraber pişirdim. Tadı müthiş oldu.
İspanya'da böyle bir yemek geliştirilmiş. Yüzyıllar boyunca ailelerde yapılmış. Bu yemeğe soğan ve
kemik katmak buralılıkla ilgili bir şey. Bir kültür beraberliği yemekte de kendini ortaya çıkarmaya başlıyor.