Günümüzde İslam'ın içinde bulunduğu durumun, hakikat ölçülerine göre kavranması, bu yolda
hizmet verme adına önemli bir adımdır. İnsanlara vazife yaptırmadan ve onlardan bir hizmet beklemeden önce, onların yapacakları işe iyice inandırılması çok mühimdir. Eğer
yangının nasıl bir
tehlike ifade ettiği, nasıl korkunç bir felaket olduğu idrak edilirse, işte o zaman insanlar el ele ve omuz omuza vererek o yangını söndürmeye koşarlar. Aksine insanlar yangını, normal bir manzarayı seyrediyor gibi seyrediyor ve onun arkasından doğacak tehlikeleri idrak edemiyorlarsa, onlara o korkunç yangın karşısında bir şey yaptırtmak mümkün değildir.
Haddizatında milletimiz için dine hizmet adına en büyük felaket, İslam'ın uzun bir dönem temsil kusurundan dolayı bizim dünyamızda bir gurbet yaşaması olmuştur. (Konu bizim liyakatsizliğimiz.) Bu itibarla da -sık sık üzerinde durulması gerektiği gibi- bu milletin esasen en büyük derdi budur ve bu olmalıdır. Evet, bugün ne yazık ki insanımız, kalbî ve ruhî hayatını büyük ölçüde kaybetmiştir. Bu milletin iktisadî hayatına elli bin defa düzen verilse, diğergâmlık olmadığı, millet ve vatan düşünülmediği, şahsî menfaatler her şeyin önünde tutulduğu için -inananlar ve bu vatanı sevenler müstesna- bu memlekette arzu edilen düzen ve nizam katiyen sağlanamayacaktır. Eğer o nizam ve düzen sağlanacak olsa o da, hasbî ve başkaları için yaşayan insanlar sayesinde gerçekleşecektir.. ve inşallah bir gün öyle de olacaktır.
Mü'min kişinin mal biriktirmesinin, felaketi sezmeye ters olduğu kanaatini taşımadığımı belirtmek isterim. Bana göre yerinde mal biriktirme, felaketi derinden derine sezmeye karşı bir mukabeledir. Evet, yerine göre mal, o felaketlere karşı koyma için bir
hazırlık manası taşır. Fakat mal, bizatihi ve bizzat insanın maddî, dünyevî ve sûrî zevklerini
hedef alarak biriktiriliyorsa işte böyle bir malın onun için zararlı olduğu ve onu kurtaramayacağı her zaman söylenebilir. Ve bir manada böyle biri, malın beraberinde getirdiği felaketi de sezememiş demektir. Hayatlarının hemen bütün karelerini
Allah yolunda geçiren ve Kur'an'ın ifadesiyle Allah'ın kendilerinden razı olduğu
sahabe efendilerimiz (Bkz.: Beyyine Sûresi, 98/8) mal ile olan münasebetlerinde de kılı kırk yaran bir hassasiyet gösteriyorlardı. Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz hicret edip Medine'ye teşrif buyurduklarında çok kısa zamanda, Kureyza ve Beni Nadîr çarşılarında söz sahibi olmuşlardı. Hâlbuki o güne kadar bu çarşılarda ticareti elinde tutanlar başkaları idi. Müminler, aralarındaki içten münasebetler sonucu onlara üstün gelerek çarşı-pazara hâkim olmuşlardı. Medine'de bulunan Müslümanlar, ticareti çok iyi bilmiyorlar ve daha çok ziraat ile iştigal ediyorlardı. Mekke'den Efendimiz'le beraber hicret edip Medine'yi teşrif eden muhacirler ise ticareti çok iyi anladıklarından hemen oradaki ticareti ellerine geçirivermişlerdi. Bunun neticesi olarak Hz. Osman,
Abdurrahman bin Avf ve Hz. Talha gibi sahabiler çok zengin olmuşlardı. Bunlar zengin olmuşlardı ama her an mallarını da canlarıyla beraber Allah yolunda feda etmeye hazır ve amade bulunuyorlardı.
SAHABEDEN ÖRNEKLER
Konuya bir misal vererek açıklık getirmek istiyorum. Bir gün Hz. Osman'dan
yardım istenmiş, o da, beş yüz deveyi sırtındaki yüküyle beraber Allah yolunda verirken hiç tereddüt göstermemişti. Abdurrahman bin Avf da bir defasında kervanıyla ticaretten geldiğinde Hz. Aişe validemizden Efendimiz'in (aleyhi's-salatü ve's-
selam) şöyle buyurduğunu duymuşlardı: "Ben, Abdurrahman bin Avf'ı cennete sürüne sürüne girerken gördüm." Bunun hikmeti sorulunca da, "Çok serveti var." cevabı alınmıştı. İşte Abdurrahman b. Avf, o gün kervanla Medine'ye kadar beraberinde getirdiği servetin hepsini hemen bir sözle Allah yolunda fedâ etmişti. Hz. Ömer de her şeyini Mekke'de bırakmış ve Medine'ye öyle göçmüştü. Hayber gazvesinden kendisine bir
arazi düşen Hz. Ömer, "Sevdiğiniz mallarınızı Allah yolunda harcamadıkça fazilet mertebesine ulaşamaz, iyiler sınıfı içine giremezsiniz. Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir." (Âl-i İmrân Sûresi, 3/92) ayeti nazil olunca, hemen gelmiş ve "Ya Resûlallah! Ömer bin Hattab, oradaki o sevdiği güzel bağını bahçesini vakfetmek istiyor." diyerek o araziyi Allah için vermişti. Bu hareketin bir benzerini de Ebû Talha gerçekleştirmişti.
Binaenaleyh, müminin Allah yolunda kullanma ve taparcasına ona bağlanmama kaydıyla mal biriktirmesi de Allah yolunda olma demektir. Nasıl ki
abdest almaya gitme namaz yolunda çok önemli bir iştir. Aynen öyle de, Allah yolunda hizmet etmenin şartlarından ve rükünlerinden sayılabilecek servet tedariki ve mal biriktirme de Allah yolunda olma demektir. Malını bu gayeler doğrultusunda kazanan bir insanın çarşı-pazarda alış-veriş ve pazarlık yapması, ona adeta evrâd u ezkâr yapıyor ve Allah'a dua ediyor gibi nafile sevap kazandırır. Mühim olan, müminin niyetidir. Onun için söz Sultanı (sallallâhu aleyhi ve sellem), müminin niyetinin amelinden daha hayırlı olduğunu bildirmişlerdir. Ama onun niyeti yine Efendimiz'in beyanları içinde, malıyla fahirlenmek -Allah korusun-
ahiretini ve ukbâsını unutup tamamen dünyaya dalmak, başkalarını ezmek, başkalarının hukukuna
tecavüz etmek ve çalım satmak ise, bu mal o insanın omuzlarında bir vebaldir.
İşte ikinci şıkta anlatıldığı minvalde mal biriktirme ve bu istikamette gayret gösterme mezmûmdur. Onun, bizim ahiret inancımız ve Allah'la irtibatımızla
telif edilmesi mümkün değildir. Aksi takdirde İslam'ın içinde bulunduğu şu girdap içinde, insanları kurtarmaya çalışırken, yeni yeni girdapların içine dalma söz konusu olur. Yapılması gereken şey, etrafını kuşatan girdaplara mukabil, insanımızın biraz daha kazanarak - Allah'ın tevfik ve inayetiyle - yeni yeni müesseseler kurması, bu müesseselerin başına civanmert kimseleri getirip koyması ve bütün bu gayretleri, insanımıza ve neslimize hizmet etme istikametinde yapmasıdır. Bu yolda mal kazanmak mezmum değil, bilakis bir ibadettir. Kimse bu mevzuda mal kazanmadan müstağni davranmamalıdır, zira mühim olan niyettir.
1- İslam'ın ve Müslümanların içinde bulunduğu felaketlerin gerçek boyutlarına göre kavranması, bu yolda hizmet verme adına önemli bir adımdır.
2-
Milletimiz için en büyük felaket, İslam'ın, bizim dünyamızda bir gurbet yaşaması ve insanımızın da kalbî ve ruhî hayatını büyük ölçüde kaybetmiş olmasıdır.
3- İçinde bulunduğumuz felaketleri sezip bunları izale etmek amacıyla müminlerin dünyaya meyletmeleri kötülenen bir durum değil aksine,
teşvik edilecek bir davranıştır.