Abdülkadir Menek Kimdir?
1960 yılında
Cizre’de dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini bu ilçede tamamladı. 1979 yılında
Ankara Keçiören Çevre Sağlık Koleji Sağlık Memurluğu bölümünden
mezun oldu.
1979-1985 yılları arasında
Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde Sağlık Memuru olarak görev yaptı. 1985 yılında Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü’nden, 1997 yılında da
Marmara Üniversitesi Özcan
Sabancı Sağlık Eğitim Fakültesi’nden derece ile mezun oldu. 1985 yılında
Meslek Dersleri Öğretmeni olarak başladığı eğitimcilik görevine çeşitli okullarda idareci olarak devam etti.
1975 yılından itibaren beri şiir ve yazı çalışmalarında bulunan yazarın, bugüne kadar birçok
gazete ve dergide bu çalışmaları yayımlandı.
Yazar, evli ve dört çocuk sahibidir.
Yayımlanmış Eserleri:
•
Bediüzzaman Said Nursî-
İstanbul Hayatı
• Nurlu Destan
1-Kürtlerin kendi kendilerine bir mesele olmadıklarından, çeşitli uygulamalar ve maruz kaldıkları bazı baskılar sonucu bu duruma geldiklerinden bahsediyorsunuz. Hangi uygulamalar Kürtleri bu ölçüde etkiledi?
Yakın ve uzak tarihi objektif olarak araştıran herkes, Kürtlerin mesele olmak istemediğini, mesele haline getirilmek için büyük haksızlıklara maruz kaldıklarını rahatlıkla görecektir. Bunun çok sayıda örneği verilebilir. Ancak Tanzimat dönemi ile birlikte
Avrupa’da başlayan milliyetçilik hareketlerinin etkisi sonucu yapılan düzenlemelerle birlikte
Hükümet-i Ekrad (Kürt hükümetleri) denilen eyalet yönetimleri büyük oranda merkezi idareye bağlanmış ve kırgınlık bu tasarruf ile başlamıştır.
Esas problemler ise
Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile neticelenmesi ve işgalci güçlerin bu ittifakın neticesi olarak
Anadolu topraklarından kovulmasından sonra başlamıştır. Zor günlerin kıymetli beraberlik ve desteği unutulmuş ve Kürtler adeta yok farz edilmiştir. Bütün Kürtler, Türkleştirilmeye çalışılmıştır.
Eğitim sistemi İslam dininin birleştirici rolünden tamamen arındırılarak, Türklük bir ortak payda olarak herkese kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Tabii ki bu süreç baskı ve anti demokratik yöntemlerle sürdürülmüş ve çok acı olaylar yaşanmıştır. Türkiye’de on binlerce suçsuz ve masum Kürdün bazı olaylar bahane edilerek yerinden yurdundan edilmesi, aç ve perişan bir şekilde kendi memleketlerinden yüzlerce kilometre uzaklarda ikamete mecbur edilmesi, sabah
akşam karakollarda ispat-ı
vücut etmeye mecbur bırakılması,
hakaret ve alaylara muhatap edilmesi, Kürtlerin nasıl mesele haline getirildiğinin tablosunda mevcut acı hatıralardır.
2-Bediüzzaman Said Nursî’nin Medresetü’z-Zehra projesi gerçeklemiş olsaydı bugün Doğu’da ne gibi farklılıklar olurdu sizce?
Bediüzzaman bu projesini Kürtler arasında yirmi yıl gezdikten ve gözlemler yaptıktan sonra kaleme almıştır. Bu proje kâğıt üzerinde kalacak veya kulaktan duyma bilgilerle kaleme alınan, ayağı yere basmayan bir proje değildir.
Kürtlerin yaşadığı sosyal hayatın gerçeklerinden alınmış, sağlam gerekçeleri olan bir projedir. Bediüzzaman bu projeyi kaleme almadan önce,
Bitlis,
Ağrı, Van,
Erzurum, Cizre,
Mardin,
Hakkâri,
Siirt gibi şehirleri ve bunlara bağlı köyleri gezmiş, buradaki medreselerde incelemeler yapmış, bölgenin problemlerini yerinde tespit etmiştir.
Bu proje hayata geçirilmiş olsaydı, Kürtler ve Türkler arasında dini bağlar yıpratılmamış ve kopartılmamış olacaktı.
İman ve İslam kardeşliği, bu iki halkın arasında barış ve huzuru ikame ve devam ettirmek için en önemli faktörlerdir. Kürtler kendi dilleri ile eğitim alabileceklerdi. Dillerini öğrenmek için herhangi bir engelle karşılaşmayacaklardı. Kendi milli adet ve geleneklerini rahatça yaşamak için gerekli ortam mevcut olacaktı. Van, Bitlis ve
Diyarbakır illerinde başlamış ve daha sonra ihtiyaç halinde bütün
doğu illerine yayılmış bu eğitim kurumlarında okuyacak Türkler, Kürtler ve Araplar, İslam kardeşliğinin ebedi hazzı ve saadetini yaşamanın farkına varacaklardı. İslam uhuvveti ve muhabbeti ile kaynaşmış bu insanlar, kendi aralarındaki problemleri çözmek için bu engin deryadan yararlanacaklardı. Din ve fen bilimlerinin beraber okutulması sonucu, buradan yetişen öğrenciler zülcenaheyn-çok yönlü- çift kanatlı olacaklardı, hem dünyanın ve hem de bölgenin meselelerine geniş bir vizyon ile bakabilecek ve dar bir çerçeveye hapsolmayacaklardı.
3-Yaşanan problemler “Seni Doğu’ya sürdürürüm” gibi bir zihniyetin ürünüdür diyebilir miyiz?
Doğuyu
sürgün diyarı, Kürtleri ikinci
sınıf vatandaş olarak görenler yaşanan bunca problemin en büyük sorumluları arasındadır. Pek tabii ki, perde gerisinde bulunan sorumluları da göz ardı etmemek gerekir.
Cumhuriyet dönemi boyunca yaşanan problemler çok büyük acılara ve trajik sonuçlara sebep olmuştur. Evet, Cumhuriyet tarihi boyunca, doğu illeri bir sürgün diyarı olarak görülmüştür. Devletin arşivlerinde yüzbinlerce
kayıt vardır. Bu belki araştırılabilir. Doğu bir sürgün bölgesi olarak kullanılmıştır.
Bulundukları kurumlarda yanlış iş yapanlar, amirleri ile ters düşenler, rüşvet alanlar, su-i istimal yapanlar, yanlış işlere bulaşanlar, bir süre sonra kendilerini doğu şehirlerinden birisinde bulmuşlardır. Bu insanların bu şekilde gönderildikleri şehirlere, burada yaşayan insanlara bir fayda sağlamaları mümkün olabilir mi? Öfkelerini, hınçlarını sürgün edildikleri bölgelerdeki insanlardan çıkarmak isteyen bu devlet görevlileri, buralarda yepyeni haksızlık ve zulümlere sebebiyet vermişlerdir.
Bugün için de durum tam anlamıyla değişmiş değildir. Eğer doğu ve güneydoğu illeri bir sürgün yeri olmaktan çıkarılır ve buraya atanan memurlar gönül rahatlığı ve hiçbir kaygı duymadan buraya gitmeye başlarlarsa, o zaman meselenin çözümü için çok büyük mesafeler alınmıştır diyebiliriz.
4- ‘Kürt Meselesi’ ya da ‘Doğu Sorunu’ Türkiye’yi iç ve dış politikada nasıl etkiledi?
Kürt Meselesi, Türkiye’nin
kalkınmasını olumsuz yönde etkileyen en büyük faktördür. Konunun güvenlik boyutu için harcanan paraların yüz milyarlarca dolar ile ifade edildiği bilinmektedir. Kanaatimce Türkiye ekonomisine bugüne kadar Kürt Meselesi kadar zarar veren başka bir faktör mevcut değildir. Bu yüz milyarlarca doların silaha, baruta, operasyonlara harcanmış olması da çok acı bir durumdur. Eğer bu paralar kalkınma ve
büyüme için harcansaydı, bugün bambaşka bir Türkiye tablosu ile karşı karşıya olurduk.
Güneydoğu Anadolu
Projesi, Türkiye’nin gündemine neredeyse hiç gelmiyor. Bugüne kadar bu büyük kalkınma ve
refah projesinin bitmesi gerekmiyor muydu?
Kürt Meselesi olmasaydı, işsizlik rakamları bu kadar yüksek olmayacaktı. Fert başına düşen
milli gelir rakamı çok daha yükseklerde olacaktı. Sosyal dokuda meydana gelen zedelenmeler de olmayacaktı. Türkiye geçmişine, tarihine, misyonuna yakışır bir büyüklükte olacaktı.
Uluslararası arenada Türkiye’nin ağırlığı çok daha fazla hissedilecekti. Türkiye,
Avrupa Birliği konusunda çok daha güçlü olacaktı. İslam aleminin meselelerinin çözümü noktasında bugün yavaş yavaş ele geçirilen inisiyatif, çok daha önceleri ve çok daha sağlam bir şekilde Türkiye’nin elinde olacaktı. Türkiye bütün dünyada bugünkünden çok daha fazla sözü geçen bir
ülke olacaktı.
İsrail, Filistin’li kardeşlerimizi bu kadar pervasızca katletmeyecekti.
Afganistan sorunu, bu dereceye, müzmin bir vaziyete dönüşmeyecekti. Bence dünya bile bugünkünden daha farklı olacaktı.
5- PKK terör örgütünün saldırılarından ve eylemlerinden yıllarca “çekmiş” Türk halkı ve ihmal edilmeleri nedeniyle yine yıllarca sıkıntı yaşamış bir Kürt halkı… Sorunların ortak çözüm paydası ne olabilir?
Sorunun ortak çözüm zemini tam
demokratikleşme ve halkın kalbine, ruhuna, vicdanına yerleştirilecek İslam kardeşliğidir. Bunun dışında bir çözüm yolu arayıp daha fazla zaman kaybetmenin hiçbir anlamı yoktur. Baskı, asimilasyon, yok farz ederek, ihtilaller yaparak bu meseleyi çözmenin mümkün olmadığını bu kadar acı tecrübelerle yaşadık. Bu kadar acı tecrübeden sonra artık yanlışlarda ısrar etmemeliyiz.
Bu süreçte en büyük acıyı yaşayan Türk ve Kürt analarıdır. Anaların acısını dindirmek asla kolay değildir. Toprağa girmiş gencecik evlatların ana yüreklerine koyduğu ateşi hangi teselli, hangi söz söndürebilir? Hiç olmazsa bundan sonra, anaların yüreklerine kor düşürmeyelim.
Bu ülkede yaşayan yetmiş beş milyon insanın daha fazla acı çekmesinin ve geleceği kardeşlik ve barış zemininde karşılamasının tek yolu, her iki halkın uzlaşabileceği, birleşebileceği, bir araya gelebileceği İslam dininin engin ve zengin barış ve maneviyat iklimidir.
Röp: Said Nohut