"Mescid, namaz kılmayanlar arasında; Kur'an-ı Kerim, fâsıkın kalbinde ya da onu okumayan birinin evinde; sâliha bir kadın kötü huylu bir adamın nikâhı
altında; sâlih bir erkek arsız bir kadının yanında ve âlim, onun ilminden istifade etmeyen bir topluluk arasında gariptir."
Bir başka defa da şöyle buyururlar: "İnsanlar, öyle bir zamanı idrak edeceklerdir ki, o dönemde Kur'an bir vadide, onlar da başka bir vadide olacaklardır." Yani, o devrin insanları Kur'an'la aynı vadiyi paylaşamayacak, yeni ifadesiyle, aynı düzlemde buluşamayacak, farklı farklı kulvarlarda bulunacaklardır. Dolayısıyla Kur'an, onu okumayan, onda ne olduğunu bile merak etmeyen ve ondan istifade etmeyi hiç düşünmeyen insanların evlerinde, gönüllerinde garip kalacaktır. Zaten, asıl garip, yurdundan yuvasından uzak kalan, dostundan, ahbabından ayrı düşen değil, yaşadığı dünya içinde, bulunduğu
toplum itibariyle hâlinden anlaşılmayan, kıymeti bilinmeyendir.
Kur'an-ı Kerim'e karşı ortaya konan şeklî saygının da kendine göre mutlaka bir değeri vardır, o da boşa gitmez. Fakat asıl olan, zarfla beraber mazrufa, lafızla beraber manaya ve Kur'an'ın mushafıyla beraber onun Rabbimizin kelamı oluşuna da saygı, hürmet ve muhabbet göstermektir. Mesela, insanlar onu atlastan bohçalara sarsalar, gül kokulu altın yaldızlı mahfazalar içinde evlerinin en yüksek yerine assalar.. sonra evlerini yükselttikçe onu daha da yükseğe çıkarsalar.. Her sabah kalktıklarında ve
akşam yatağa yöneldiklerinde beş-on defa öpüp yüzlerine gözlerine sürseler de, eğer Kur'an-ı Kerim'in ortaya koyduğu davaya sahip çıkmıyorlarsa ona gereken değeri vermiş olamaz, hak ettiği hürmet ve muhabbeti ortaya koymuş sayılmazlar. Çünkü saygı ve sevgi adına yapılan şeylerin hepsi, ancak Kur'an'a karşı gerçek saygı ortaya konduğu zaman bir kıymet ifade eder.
Eğer bir insan, hazreti İkrime gibi her yerde Kur'an hakikatlerini anlatmaya ve onun hakiki bir hâdimi olmaya çalışıyor, sonra da onu sabah akşam hürmetle okuyup yüzüne-gözüne sürüyor ve gönlünde coşan Kur'an sevgisiyle mushafı bağrına basıp "Kelâm-u Rabbî - Benim Rabbimin sözleri" diyerek öpüyor, öpüyorsa, diğer saygı tavırları da bir mana ifade eder. Fakat, bir insan, Kur'an'ı okuyup anlama heyecanı taşımıyorsa, onu başkalarına da duyurma gayretinden mahrumsa, her bir
ayet-i kerimeyi hayat veren bir nefes gibi muhtaçlara üfleme aşk u şevkinden uzaksa, onu sadece evinin en yüksek yerine asmak, bazı hususi gün ve gecelerde tozunu silerek öpüp alnına koymakla iktifa ediyorsa.. bu zahirî ve sûrî hürmet tavırları çok fazla şey ifade etmez.
GURBETİ DİNDİRECEK FİKİR İŞÇİLERİ
Bununla beraber, meseleye temkinli yaklaşmak ve "Hiçbir şey ifade etmez" dememek gerektiğini düşünüyorum; çünkü Kur'an-ı Kerim'e karşı o kadarcık saygı bile bazılarımız için bir kurtuluş vesilesi olabilir. Öyle bir saygının bizim mazimizde ve kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Mazi ve Kur'an'a saygı deyince, zannediyorum, o meşhur menkıbe sizin de aklınıza gelmiştir; anlatılır ya: Osman
Gazi hazretleri Şeyh Edebâlî'nin evinde kaldığı gece ayağını uzatıp yatamaz; çünkü odada Mushaf-ı Şerif vardır. Bir köşeye kıvrılıp tesbihiyle meşgul olurken bir ara içi geçer. Rüyasında, Edebâlî hazretlerinin göğsünden çıkan bir nur tarafından kuşatıldığını; sonra kendisinin dallanıp budaklanarak kolları bulutlara varan, kökleri nice beldelere ulaşan bir
çınar haline geldiğini görür. Edebâlî Hazretleri rüyadaki o nurun kendi kızı ve Osman Gazi'nin müstakbel eşi Bâlâ Hatun'u gösterdiğini, ağacın ise büyük bir devlete işaret ettiğini söyler; "
Allah Teâlâ seni ve neslini insanların İslâm'la şereflenmesine vesile edecek." der. O geceden günümüze kadar da Osman Gazi ve onun neslinin Kur'an'a hürmetin bereketiyle bütün dünyaya kök saldıklarına inanılır. İşte, Kur'an'a karşı ayak uzatıp yatmama şeklindeki bir zahirî saygı, Osman Gazi gibi gönlünü ona bağlamış, dilbeste olduğu mefkûre uğruna arzda yapacağını yaptıktan sonra onu göklere taşımaya ve süreyya yıldızına asmaya karar vermiş bir insanın saygısıysa, o çok kıymetlidir ve bir gün mutlaka katlanarak geriye dönecektir.
Bugün de iç içe iki gurbet yaşanıyor; insanların çoğu pek acı bir gurbet, "Kur'an'sızlık gurbeti" yudumlarken Kur'an da cemaatsizlik gurbeti yaşıyor. Keşke, insanlar Kur'an'ın haremgâhına yürüyüverseler, ona karşı muhabbet izhar ederken kelam-ı ilahîye ve hakikatlerine gerçekten sahip çıksalar.. yani Kur'an ile insanlar arasında sahih bir izdivaç gerçekleşse ve bir şeb-i arûs olsa.. işte o zaman insanlar, hem kendi gurbetlerinden sıyrılmış, hem de Kur'an-ı Kerim'in çehresinden o gurbetin tozunu silmiş olacaklardır. Böyle bir vuslatla Kur'an-ı Kerim'in gurbetinin giderilmesi de zannediyorum, ona her zaman sahip çıkan fikir işçileri, bu devrin garipleri sayesinde gerçekleşecektir. İnsan aklının ve istidadının çok üstünde işler yaparak hep sulh ve
ıslah yörüngeli yaşayan aşkın insanlar, Kur'an-ı Kerim'in gurbetini izale edeceklerdir.
Elverir ki onlar, durdukları yerde hep konumlarının hakkını verme duygusuyla bulunsun ve tam bir
rehber tavrı ortaya koysun. Zaten, beşerin öyle örnek insanlara ve kaliteli rehberlere ihtiyacı vardır.. ne zaman müracaat edilirse edilsin, kahvesinin köpüğü üzerinde, tavşan kanı gibi çayı buğu buğu, sinesi de herkese açık rehberlere. Evvela kendi üzerlerindeki o gurbet tozu-toprağını silip atarak Kur'an'ın gurbetini giderecek ve sonra da onun hidayetiyle kurbet ufkuna doğru seyahate çıkacak olan fikir işçilerine...
Özetle:
1- Kur'an-ı Kerim'e karşı ortaya konan şeklî saygının da mutlaka bir değeri vardır. Fakat asıl olan, lafızla beraber manaya ve Kur'an'ın mushafıyla beraber onun Rabbimizin kelamı oluşuna hürmet ve muhabbet göstermektir.
2 - Keşke, insanlar Kur'an'a karşı muhabbet izhar ederken hakikatlerine gerçekten sahip çıksalar. İşte o zaman insanlar, hem kendi gurbetlerinden sıyrılmış, hem de Kur'an-ı Kerim'in çehresinden o gurbetin tozunu silmiş olacaklardır.
3 - Kur'an-ı Kerim'in gurbetinin giderilmesi de, ona her zaman sahip çıkan bu devrin garipleri sayesinde gerçekleşecektir. Hep sulh ve ıslah yörüngeli yaşayan aşkın insanlar Kur'an-ı Kerim'in gurbetini izale edeceklerdir.