Tarihte hangi toplumda, hangi insanda bir meziyet bir kabiliyet bir zindelik varsa hep Kur’anî’dir. Hep O’nun apaçık dehlizlerden ulaşan ışıktır, nurdur.
Cehaletin son noktasına ulaşmış bedevileri aleme muallim kılan, çocuklarını diri diri toprağa gömenleri bir
şefkat abidesi eyleyen, söz
sultanı olduklarını iddia edenleri kapıkulu yapan, kendi elleriyle yapıp ardından taptıkları putlardan onları halas eden yine Kur’an’dır. O sadece Arabistan’daki çöllere hayat vermekle kalmamış tüm alemi bir Nil-i
mübarek gibi ihya etmiş. O çöldeki bir serap olmamış. Görenleri, duyanları yanına koşturan berrak bir ırmak gibi kaynağı Mekke’den tüm dünyayı dolaşmış.
Zaman, mekan, düşünce, adet olarak birbirlerinden uzak milyarlarca insanı etrafında toplayan, onları esfel-i safilinden alayy-i iliyyine çıkaran, onları evliya, asfiya, müceddit eden, onları hem dünyada hem ahirette sultan eyleyen hidayet ve ilham kaynağıdır Kur’an. İslamiyet’i insanların ruhuna, hissiyatına, düşüncesine nakış nakış işleyen bir Nur-u ezelidir. O ayetleri için cilt cilt kitap yazdıran bir Kitab-ı Mübin’dir. Kur’an mübarek bir kitaptır. Çünkü eşsiz bir kitaptır. Bu eşsiz kitaptan hidayet alan, her türlü yararı elde eder ve bu kitap onu zarardan korur. (Tefhimu’l Kur’an-Mevdudi) Öyle ise, bütün insanlık olarak “O’nu dinleyelim! O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve O’nu vird-i zeban edelim. “Evet, söz O’dur ve O’na derler. Hak olup, Hakk’tan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren Nurani hikmeti neşreden O’dur.”