Tamamen bedenî bir varlık haline gelen ve her zaman iştihalarını tatmin peşinde koşanlar, hürriyeti, herhangi bir sınırlama ve engelle karşılaşmadan her türlü isteği gerçekleştirmek şeklinde anlamış ve
tarif etmişlerdir.
Bu çarpık hürriyet mülâhazasıyla, ahlâk ve faziletin yerine cismaniyeti yerleştirmişlerdir. Ölçüsüz serbestliği hayat felsefesi haline getiren bu talihsizler, özgür olduklarını ve serbestçe yaşadıklarını iddia ettikleri aynı anda hiç farkına varmadan bedenin, cismânî arzuların, dünyevîliklerin ve bohemliğin ağına takılmış; makam ve mansıbın, servet ve şehvetin kulları-
köleleri olmuşlardır.
Böyle bir esaretin neticesinde,
Allah'la irtibatsızlıktan kaynaklanan tatminsizlikler yaşamış, çeşit çeşit illetlere yakalanmış ve anarşiye açık yığınlar haline gelerek toplumu bunalımdan bunalıma sürüklemişlerdir.
Dinimizde, insanın her aklına geleni ve arzu ettiği her şeyi yapması demek olan "mutlak hürriyet" yoktur. Günümüzün Batılı anlayışına göre hürriyet, "Başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmek" şeklinde tarif edilse de; bizim hürriyet telakkimiz, "insanın, ne kendisine ne de başkasına zarar vermemek şartıyla meşru dairede istediğini yapması" şeklindedir.
Ayrıca, biz, İslam'ın kalbî ve ruhî yanı açısından, hürriyeti "insanın Allah'tan gayri hiçbir şey ve hiçbir kimsenin
boyunduruğu
altına girmemesi, hiçbir şey karşısında baş eğmemesi" olarak anlarız.
Hayatını, cismanî hazlarının arkasında sürüm sürüm sürünerek geçiren, nimetler karşısında şükredeceğine iyice küstahlaşan ve kazandıkça biraz daha hırsa kapılıp şımarıklaşan ama diğer taraftan da elindeki imkanları yitireceği korkusuyla tir tir titreyen bir zavallıyı -dünyaya hükümdâr bile olsa- hür kabul edemeyiz. Çünkü, bize göre gerçek hürriyet ancak, insanın dünyevî endişelerden, mal-menâl gibi gâilelerden kalben sıyrılıp, Hakk'a yönelmesi sayesinde gerçekleşebilir. Bundan dolayıdır ki, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) gönlünü dünya metâına kaptıran ve sürekli onu düşünen kimseleri, "dinarın, dirhemin, kadife ve kumaşın kulları" olarak tavsif etmiş ve kınamıştır. Bir Hak dostu da, talebesine
nasihat ederken, "Oğul, kölelik bağını çöz ve azat ol; daha ne kadar altın ve gümüşün
esiri olarak kalacaksın?" demiştir.
Evet, değişik arzu, istek ve beklentilere bağlanmış olan bir kalbin sahibi kat'iyen hür sayılamaz. Ömrünü bir kısım dünyevî çıkarlar ve cismanî hazlar karşılığında başkalarına ipotek eden ve sürekli onlara bedel ödemek zorunda olan birisi hür kabul edilemez.
Aksine, dünyanın nefis ve hevesâta
bakan yanlarına karşı kapanan, kalbini dünyadan, dünyayı da kalbinden uzaklaştıran bir insan, zindanda dahi olsa gerçek hürriyeti bulmuş demektir. Yaratıcı'ya yönelen, gerçek kıblesine dönen, sadece Hakk'a kul olmak suretiyle arzulara kulluk, kuvvete kulluk, şehvete kulluk, şöhrete kulluk gibi çeşit çeşit kulluklardan kurtulan böyle bir insan gerçek hürdür. O boynuna hiçbir kementin geçirilmesine razı olmaz; ihtiraslar onun ufkunu kirletemez; heva, heves ve şehvet ona boyun eğdiremez. O, Hazreti Mevlânâ edasıyla, "Kul oldum, kul oldum, kul oldum... Her köle, hürriyete erince mesut ve bahtiyar olur. Ben Sana kulluğumla saadet ve sevinci buldum." der; kulluğuyla beraber bir çeşit sultanlığa erer.
Tiryakilerin Esareti
Aslında, bağımsızlığı daha umumi manada ele almak gerekir. Mesela, adetleri, alışkanlıkları ve tiryakilikleri terk etmek ve bir manada tam bağımsız yaşamak da hürriyetin ayrı bir yanını meydana getirir. "Terku'l-âdât mine'l-mühlikât - Âdet ve tiryakilikleri terk etmek de öldüren faktörlerden biridir." sözünde ifade edildiği gibi insanın alıştığı ve adeta bağımlısı haline geldiği şeylerden uzaklaşması çok zordur. Yeme-içme bağımlısı, uyku düşkünü, rahat tutkunu ve yuva meftunu olan insanların bunları muvakkaten de olsa terk etmeleri neredeyse imkânsızdır.
Oysaki bir
Müslüman, en zor şartlarda yaşamaya dahi kendisini alıştırmalı ve hasbelkader öyle bir şeye maruz kalırsa çarçabuk pes etmemelidir. Bir insanın yuvasını sevmesi ve onu bir
cennet otağı olarak görmesi tabiîdir; ama yuvasına bağımlı hale gelmesi ve onu olmazsa olmaz kabul etmesi doğru değildir. Çanakkale'de şehit olanlar kendi yuvalarına, hayata ve dünyevî güzelliklere bağımlı olsalardı, bugün biz hürriyeti hiç tadamazdık. Dolayısıyla, insan, gerekirse din, iman, vatan ve millet uğruna sımsıcak hanesini de terk edecek ve kafasından bile silip atacak kadar bütün kayıtlardan azâde olmalıdır ki bazı mahrumiyetler sebebiyle büyük sarsıntılar yaşamasın.
Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız...
Hürriyetin diğer bir buudunu ise kuvvetin hakta olduğu prensibine göre hareket etmek, zalim kuvvetlerin dayatmaları karşısında asla "pes" dememek ve başka güçlerin boyunduruğuna razı olmamak teşkil eder.
"Baş eğmeyiz edânîye dünyâ-yı dûn içün;
Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız"
diyen Bâkî böyle bir hürriyet düşüncesini seslendirir. Evet, şayet Allah'a tevekkül etmişsen ve O'na tam güveniyorsan üç-beş günlük dünya için sen de aşağılık kimselere baş eğmez, boyun bükmezsin. Aksi halde, her güçlüye kul olur, her kaba kuvvet sahibine kölelik yapmak zorunda kalır; bugün buna, yarın şuna ve ertesi gün de bir başkasına temenna durursun; daha güçlü ve kuvvetli birileri dayattıkları zaman da bu defa onlara serfürûda bulunursun. İşte bu açıdan, nice kimseler vardır ki, baş döndüren bir ihtişam içinde yaşamalarına rağmen, gerçek hürriyeti bir türlü duyup tadamaz ve esir hayatı sürerler; niceleri de vardır ki, mahrumiyetler içinde olsalar bile, Allah'tan başka hiç kimseye diyet ödeme durumunda bulunmadıklarından dolayı bir lâhza olsun esaret ve mahkûmiyet hissetmezler. Hazreti
Bediüzzaman bu hakikati ne güzel ifade eder: "O'nu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. O'nu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır."
1 - Hayatını bedenî ihtiyaçları etrafında geçirenler, hürriyeti, herhangi bir sınırlama ve engelle karşılaşmadan her türlü isteği gerçekleştirmek şeklinde anlamışlardır.
2 - Bizim hürriyet telakkimiz, "insanın, ne kendisine ne de başkasına zarar vermemek şartıyla meşru dairede istediğini yapması" şeklindedir.
3 - Allah'ı tanıyan ve O'na itaat eden, zindanda dahi olsa hür sayılır. Onu unutan ise saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır, esirdir.