Gülter Sertaş 80 yaşın üzerinde. Görme kabiliyetini büyük oranda kaybetmiş. Sekiz yıl önce zuhur eden
göz tansiyonu, dünyasını yavaş yavaş karartmış. Küçük bahçeli evinde
akşama kadar bakıcısı ile beraber, bir iki saat yürüyüşe çıktığı zamanlar hariç. Eskiden çok kitap okurmuş Gülter Hanım, “Elime ne geçerse okurdum o zamanlar.” diyor. Şimdilerde durum biraz farklı, artık eline hangi sesli kitap geçerse dinliyor. Muhakkak ki rahatsızlığı onu çok yıpratmış, birdenbire karanlığın içinde bulmuş kendini, bu nedenle sesli kitaplar onun için önemli. “
İlaç gibi geldi bana bunlar.” diyecek kadar çok kıymet veriyor.
Macar asıllı Gülter Hanım ana dili Macarca dışında Almanca ve Türkçeyi de çok iyi anlıyor ve konuşabiliyor. Oğlunun yıllar önce
Macaristan’dan getirdiği bir koliyi açtığında ilk defa tanışmış sesli kitapla, daha sonra
Türkiye’de yayınlanan kitaplara ulaşmışlar. Tekrar tekrar dinlemiş hemen bütün kitapları lâkin uzun süredir dinlememesinin nedeni eline yeni bir kitap geçmemesi. Az sayıda
yayınevi tarafından hazırlanan sesli kitapların hemen hepsini, neredeyse hatmetmiş. “Keşke daha fazla kitap olsaydı.” diyor, mesela geçmişte severek okuduğu kitapları dinleyebilseydi…
RADYO TİYATROSUNDAN SESLİ KİTABA
Gülter Hanım’ın sıkıntısının kaynağı yayınevlerinin sesli kitaplara yeterince yatırım yap(ama)mamasından kaynaklanıyor. Türkiye’de tamamen sesli kitap çıkaran sadece bir yayınevi var. Epsilon Yayınları’nın son dönemlerde bir nevi sesli kitap çıkarması oldu ama devamı gelecek mi belli değil.
Yapı Kredi Yayınları,
Harry Potter serisinin ilk kitabında bir girişimde bulunmuştu ama gerisi gelmedi. Yayınevlerinin ufak tefek girişimleri var ama yeterli seviyede değil. Batı’da, özellikle ABD’de çok ilgi görmesine rağmen Türkiye sesli kitap konusunda bir türlü yol alamadı. Bunun nedeni Türk
halkının
okumaya düşkünlüğü nedeniyle dinlemeyi reddetmesi değildi elbette. O zaman yayınevlerinin ihmaline mi uğradı?
Kitapevleri mi gerekli hassasiyeti göstermedi? Yoksa Türk halkı gerçekten sesli kitabı sevmedi mi?
Türkiye’de sesli kitap tarihi 11 yıl önceye dayanıyor. Artık adı sesli kitaplarla bir anılan Tuna Egemen’in 1995
Kasım ayındaki girişimi ticarî manada bu alanda ilki temsil ediyor. Tuna Hanım o dönemlerde ailesinin diğer fertleri gibi tiyatro ile meşguldür, çocuk tiyatrosu vardır. Bir gece televizyonda duyduğu bir söz hayatının yön değiştirmesine sebep olur. “Görenler okumuyor ama görmeyenler büyük
açlık içinde. Lütfen görmeyenlere kitap okuyun.” Görme
özürlüler derneği başkanının hasbelkader sarf ettiği bu cümleden etkilenen Tuna Hanım, o gece sabahı zor eder. Uyandığında ilk işi bulduğu bir dükkândan boş
kaset almaktır. O dönem okuduğu Nermin Bezmen’in kitabını sekiz kaseti dolduracak şekilde kaydeder. Daha sonra sevdiği öykülerden bir derleme yapar ve yaz boyunca,
görme engelliler için
küçük bir kütüphane hazırlar. Fakat kitapları kuru kuru okumaz. Fonda beğendiği müziği de çalan Tuna Hanım, üç teyp kullanarak sabırla çalışır günlerce.
Engelliler için yaptığı bu çalışması daha sonra bir
dernek tarafından takdir edilir ve onlara da birçok kitabı seslendirir. Gönüllü çalışmaları zamanla etrafında övgüye mazhar olur. Artık eşi ve arkadaşları da işe gidip gelirken, evde iş yaparken, istirahat halinde bu kitapları dinlemektedir. Tuna Egemen’in eşi bu durum karşısında ABD’de sesli kitaplara çok rağbet edildiğini ve Türkiye’de de benzerini yapabileceklerini söyler. O zamana kadar stüdyo tecrübesi olmayan Tuna Hanım bu teklife sıcak bakmaz. Ta ki çocuk tiyatrosu için bir stüdyo çalışması yapana kadar… Orada müzisyen Erhan Ersin’le tanışan Egemen, ilgiden ve titiz çalışmadan çok memnun kalır: “Eşimin teklifi geldi aklıma ve Erhan’a ben de aynı öneride bulundum. Böylece sesli kitap maceramız başladı.”
Stüdyo,
müzikleri yapacak bir usta ve seslendirici konusunda sorun yoktur; sıra okunacak kitapların seçimine gelmiştir. Tabii bir de yazarlara sesli kitabı anlatmaya ve onları ikna etmeye... İlk olarak tanıdıkları bir yazarın,
Ergun Hiçyılmaz’ın kapısını çalarlar. Projeye çok sıcak
bakan Hiçyılmaz’ın hikâyeleri için stüdyoda kayıtlar yapılır. Metinlere müzik seçilir; mesela Kantocu Peruz Hanım’ın hayatı için 1930’ların plaklarından parçalar idealdir. Başka bir öyküde
Hafız Burhan’dan bahsediliyorsa geçiş için onun eserleri serpiştirilir. Fakat okuyacak kişi hiç değişmez. “Çok zevk alıyorum ve kıskançlık yapıp kimseyle paylaşmıyorum.” diyor Tuna Hanım.
İlk sesli kitaptaki özen daha sonraki çalışmalarda da eksilmez, müzikle ses adeta oya gibi işlenir, bir de ressamdan
yardım alınır; kitabı dinledikten sonra
kapak için tablo talep edilir.
Çocuk kitaplarının ressamı da sabittir; Tuna Hanım’ın kızı
Öykü önce kitapları dinler sonra da tuvalinin başına geçer.
Tuna Egemen ‘Sesli Kitaplar’ yayınevini bugüne özveriyle getirebilmiş. Her ne kadar sesli kitapların mazisi ülkemizde çok eskilere dayanmasa da dinleme biçimine halkımız
radyo tiyatrolarından alışık. Fakat geçmişte çok rağbet görmüş radyo tiyatrolarının aksine sesli kitapların neden az ilgi gördüğü insanı düşündürüyor. 1950’lerde başlayan radyo piyesleri, arkası yarınlar ya da haftada, ayda bir yayınlanan skeçler olarak ‘mikrofona konulur’muş. Yıllarca radyo piyeslerini seslendiren
Gülen Kıpçak, yaptıkları programların çok ilgi gördüğünü, özellikle arkası yarınların diziler gibi takip edildiğini anlatıyor. Reşat Nuri Güntekin, Dostoyevski, Goethe gibi dişe dokunur yazarların eserlerinin piyes haline getirildiği bu programlar sadece
batıda değil doğunun ücra köşelerinde dahi ilgiyle dinleniyormuş.
Gülen Kıpçak’a göre radyo tiyatrolarının sesli kitaptan farkı eserdeki her karakterin başka bir kişi tarafından seslendirilmesi. “Biz radyo piyesinde her karakteri canlandırıyorduk. Belki sesli kitapta da bu denenebilir. Mesela birçok kişi karakterleri canlandırabilir.” diyen Kıpçak bunun dinleyiciye daha cazip gelebileceği kanaatinde; “İnsanlar kitabını okuduğu halde canlı karakterlere dönüşen halini merak ederek sinemaya kitap uyarlamalarını izlemeye gidiyorlar. Kitabı okudum, filmi seyretmeyeyim demiyorlar. Bu, sesli kitaplar için de neden geçerli olmasın?” Ama yine de sesli kitaba yatırım yapanların işi zor, radyo tiyatrolarının da ‘katledilmesine’ neden olan televizyon kültürü insanların kitaba ilgisizliğinin baş müsebbibi Kıpçak’a göre. Kitap dediğin ele avuca gelmeli, eskimiş ya da yeni matbaadan çıkmış kâğıt kokmalı belki, önce hazırlanmalı kitabı okumaya sonra da köşeye çekilip dalmalı satır aralarına. Bu duygusal yaklaşımdan ötürü sesli kitaplara tenezzül etmeyen, aralarında kitap kurtları ve yazarların da bulunduğu bir kesim de var muhakkak.
Yazar Mehmet Coral, “Sesli kitap dinlemenin nasıl bir keyfi var bilmiyorum.” diyor. Ona göre kitap okumanın bütün zevki karakterleri kendi iç sesine büründürmek, sinematografik çıkarımlarda bulunabilmek. Dinlerken bu pek de mümkün değil. Sesli kitabın tek avantajı Coral’a göre müzikle metnin beslenmesi.
KİTAP NE KADAR DİNLENİR?
Her ne kadar kendi eserlerinden örnekler bulunsa da Coral’ın sesli kitap dinlemekle arası iyi değil. Yine de yayınevinden çıkan kitabını merak edip bir kere dinlemiş. Yazar için kendi kitabını dinlemek ilginç tabii. “Yazarken farklı boyutlara geçebiliyorsunuz; ruhsal, düşünsel… Kitap aslında bir macera, sadece düz yazı yazmakla bitmiyor.
Eser ortaya çıktıktan sonra, siz ona
yabancı kalıyorsunuz. Kâğıda döküldüğünde, kapağıyla hacimlendiğinde bambaşka bir şeye dönüşüyor. Sesli kitap ise farklı bir tecrübe. Benim kitabımın sesli versiyonu bir resim ve iki kasetten ibaret. Yabancı bir ses, değişik tonlamalar, müzik…” Coral’a göre nasıl edebiyat sinemaya uyarlandığında kayıp veriyorsa benzer durum sesli kitap için de geçerli.
Geçmişte kasetlere şimdilerde CD, mp3’lere aktarılan sesli kitapları gelecekte nasıl bir macera bekliyor merak konusu. Coral, “Belki de görsel efektler eklenecek ve bireysel sinemalar türeyecek.” diyor. Her ne kadar kendi
tercih etmese de sesli kitaplara karşı bir tavır da geliştirmiyor. İnsanların bilgiye ulaşması için her türlü yolu denemesi gerekli ona göre, dolayısıyla sesli kitap da bu manada önemli.
Kalem Ajans’ın sahibi Nermin Mollaoğlu yüksek
lisans eğitimi için
Amerika’da bulunduğu iki yıl boyunca her hafta kütüphaneden sesli kitap alırmış. Bu alışkanlık Amerikalıların çoğunda var.
Sabah-akşam okul yolunda, evde boş
vakitlerinde dinlermiş bu kitapları. Türkiye’ye döndüğünde kitapevlerinde bir türlü bulamamış sesli kitap. İlgisizliğin iki temel nedeni var ona göre; ilki kitap sevgisiyle alakalı, kitaba dokunmak isteyen hassas okurlardan kaynaklanıyor. Diğer bir neden de kitapevlerinin sesli kitaplara sıcak bakmaması. Onların da kafası bunları normal raflara mı yoksa CD bölümüne mi yerleştirecekleri konusunda karışık. Ayrı raf oluşturacak kadar örneğin ellerinde bulunmaması sorunlardan biri.
YAYINEVLERİ TEREDDÜTTE
Yurtdışındaki kitap fuarlarını takip eden Mollaoğlu’na göre on-on beş yayınevi sesli kitaplara sahip çıksa kitapevleri de daha çok yer ayırabilecek. Tuna Egemen bu konuda daha tepkili, alıcılardan ziyade satıcılardan şikâyetçi: “Kitapçılar zücaciye gibi çalıştıkları için ellerinde sesli kitap olsa bile farkında değiller. Hiçbir kitapevinde sesli kitap bölümü yok.” Gerçekten, haberi hazırladığımız süre içerisinde uğradığımız kitapevlerinde sesli kitap bulmanın zorluğuna şahit olduk. Önce var mı yok mu sorusu uçuştu mağazada, sonra çalışanlar arasında bir kişi ‘Olması lazım’ diyerek rafların arasından ancak bir ya da iki kitap buldu. Tuna Egemen, kitapevlerine sesli kitaplar için bölüm ayırmaları önerisinde bulunmuş, fakat hiçbirinden olumlu
cevap alamamış. Her ne kadar kitapçılardan memnun değilse de
sanal ortamdaki satışlardan hoşnut: “Onların yapmadığını sanal âlem yapıyor. İnternette sunmak ya da göstermek diye bir kaygı da yok. Halk da bu mecraya alıştı, alışverişini çok güzel yapıyor. Sanal ortam olmasaydı belki de ayakta kalamazdık.” Tuna Hanım’a göre Türkiye’de hâlâ sesli kitabın mantığı anlaşılamadı. “Biz duvara bakın dinleyin, kitap okumayın demiyoruz kimseye. Sesli kitabı zaten okuyan, belli kültür seviyesindekiler dinliyor. Biz onlara okumaya vakitleri olmadığı zamanlar için bunu öneriyoruz.”
Nermin Mollaoğlu birçok ülkeye göre sesli kitabın Türkiye’ye daha uygun olduğu görüşünde. Şifahi kültürden gelmemizin dışında tarz-ı hayatımız da buna müsait. “Bazen üç dört saatimiz trafikte geçiyor, bu vakitte mp3 dinlemek yerine kitap bitirilebilir.” Ülkemizde görme özürlü sayısı da azımsanmayacak kadar çok; onlar için de ideal olan sesli kitaplara rağbet gösteren bir diğer kesim de yaşlılar. Tuna Egemen’e göre evde işlerini yaparken de birçok kadın sesli kitap dinlemeyi tercih ediyor. İlgiye rağmen yayınevleri sesli kitaba karşı temkinli. Epsilon Yayınları’nda sesli kitaplar serisinin editörü Meltem Erkmen, deneme amaçlı kitaplar çıkardıklarını dile getiriyor. Bundan sonra da yeni sesli kitap projeleri olacak; ama bu biraz da talebe bağlı. “Artık daha temkinli adım atacağız, eğer yoğun ilgiyle karşılaşırsak tabii ki hızımız artacak.” Erkmen’in ifadesine göre amaçları sadece görme özürlülere değil, kitap okumaya vakit bulamayanlara ve ‘okuma özürlülere’ de hitap etmek. Aslında sesli kitaplar okumayla arası iyi olmadığı halde teknolojiyle her zaman arası hoş halkımız için de umut
vaat ediyor. Erkmen, özellikle teknolojiyle arası iyi olan çocuklara bu vesileyle kitap sevgisi aşılayabilecekleri inancında.
Sesli kitaplarla ilgili bir girişimde bulunan Yapı Kredi Yayınları da Harry Potter kitaplarının ilk cildini kaset ve CD olarak yayınlamıştı. Bunun neden devam etmediğine dair sorumuzu yayınevine yönelttiğimizde, “Tanıtım ve ilânı yeterli miktarda yaptığımız halde satışlar doyurucu bir noktaya gelmedi. Piyasadan yeterli talep gelmeyince diğer ciltlerde bu
uygulama devam etmedi.” cevabını aldık. İleride yayınevi sesli kitap projelerine sıcak bakıyor fakat bunun için şartların olgunlaşması şart: “Sesli kitap yayıncılığı yeni ve henüz şartları tam belirlenmemiş. Zaman içerisinde okuyucu talebi de bu yayın faaliyetinin yaygınlaşması talebini doğuracaktır.”
KORSAN BİZE TENEZZÜL ETMEZ
Yurtdışında sesli kitapların sadece CD değil mp3 versiyonları da mevcut. Erkmen, mp3 formatının dinleyici için pratik olduğunu kabul ediyor fakat korsan problemi nedeniyle bunu riskli buluyor: “CD’lerimize şifre koyarak bu sorunu bir noktaya kadar aştık fakat mp3’e korsan riski nedeniyle cesaret edemiyoruz.” Tuna Egemen ise bu konuda kaygısız. “
Korsan sesli kitaba tenezzül etmiyor.” diyor. Kaset formatlarının da hâlâ devam ettiğini söyleyen Egemen’e göre CD’nin kolay ama kasetin korsanını yapmak zor: “Biz ancak ayakta duruyoruz, korsan nasıl bunu karşılasın.”
Peki, dünyada bu probleme karşı nasıl önlemler alınıyor? Mollaoğlu, yurtdışında korsan probleminin yokluğunu böyle bir zihniyete sahip olunmamasına bağlıyor: “Yurtdışında korsan yapılmadığı için önlem mantığı da yok. Çünkü kimseye aldıramazsınız. Çin bile her şeyin korsanını ürettiği halde kitapta bunu yapmıyor.” Mollaoğlu, yurtdışında sesli kitapların
telif hakları sözleşmesinde muhakkak var olduğuna değiniyor. Çünkü bir kitap Amerika ve
Avrupa ülkelerinde piyasaya altı çeşit sürülüyor. Sert kapaklı, cep kitap gibi çeşitlerin arasında sesli kitap da var. Resmî sözleşmelerde her zaman sesli kitap maddesinin bulunduğuna değinen Mollaoğlu, sesli kitapların yurtdışında büyük bir pazara sahip olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’de ise dağıtımını kimin yapacağı dahi belirsiz, kitap dağıtıcıları mı yoksa CD dağıtıcıları mı?
Görünen o ki sesli kitabı gelecekte nelerin beklediği belirsiz. Kitapseverlerin talebi muhakkak önemli fakat bunun içinde yeterli
tanıtım yapılmıyor. Kitap kurtları için bu tabii ki elzem bir ihtiyaç değil ta ki yaşlanıp kitap okuyamaz hale gelene ya da bir hastalık ya da
kaza sonucu görme kabiliyetini kaybedene kadar
Aksiyon