Daha önce ‘'Sarıkamış Hikâyeleri'' isimli bir eseriniz yayımlandı. Şimdi de ‘'Kardan Kanatlar'' adıyla Sarıkamış Harekâtıyla ilgili bir romanınız yayımlandı. Özellikle bu dönemi seçmenizin bir sebebi var mı?
Dört beş yaşlarındayken
Kafkas Cephesi'nde savaşmış ve
esir düşmüş birinin esaretten dönüş hikâyesini dinlediğimde çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Sonraki yıllarda, Annemin dedesinin de Kafkas Cephesi'ne gidip bir daha da dönmediğini annemin ağzından duyduğumda, çocuk yüreğimin hüzünlü bir burkuluşla burkulduğunu hatırlıyorum. Bir kış günü, ‘'Neden herkesin dedesi var da benim dedem yok?'' soruma annemin ağlayarak verdiği
cevap içimi kar soğuğu gibi yakmıştı. Meğer, Büyük Dedemin tek oğlu olan Dedem de askere giderken donma tehlikesi geçirip birkaç gün içinde
vefat etmiş.
Büyük Dedem ve onun biricik oğlu olan Dedemin hikâyeleri evimizde hep hazin bir soluk oldu. Son yıllarda Sarıkamış Harekâtı'yla ilgili bilgilerin gün yüzüne çıkıp binlerce askerimizin Allahuekber Dağları'nda donarak şehit olduklarını öğrendiğimde ise Büyük Dedemin hazin akıbeti içimde iyice köpürmüştü. Sarıkamış'la ilgili bir roman yazma fikri işte bu hassasiyetim sonucu ortaya çıktı. Büyük Dedem ve onunla beraber bu vatanı korumak için canını veren on binlerce şehidimizin aziz hatırasına vefa için bu romanı yazdım.
Romanın akışından, Sarıkamış Harekâtı hakkında detaylı araştırma yaptığınız anlaşılıyor. Bu araştırmalarınız sırasında sizi şaşırtan hadiseler nelerdir?
Doğrusunu söylemek gerekirse Sarıkamış Harekâtı'yla ilgili detaylı bilgi yok. O dönemle ilgili
arşiv bilgileri henüz açılmış değil. Bu harekâtla ilgili eldeki resimler bile Rus arşivlerinden alınan resimlerdir.
Savaş yıllarında yayınlanan
Harp Mecmuası gibi eserlerde b u harekâta dair tek satır bilgi yoktur. O yıllarda Enver Paşa' nın
İstanbul basınına Sarıkamış Harekâtı ile ilgili yazma yasağı getirmiş olması bana ilginç geldi.
Basın, bu harekâtla ilgili tek satır yazamamış. Dolayısıyla Sarıkamış'ta savaş mı olmuş, on binlerce vatan evladı kırılmış mı İstanbul'da kimsenin haberi bile olmamış.
Bundan dolayı sağlıklı bilgilere uzun süre ulaşılamamıştır. Mesela doksan bin asker tek bir kurşun atamadan donarak şehit düşmüş haberi, uzun süre Sarıkamış'la ilgili bir gerçek olarak algılanmış. Bu bilgi tam doğru değil. Aslında burada ciddi mücadeleler olmuş. Hatta bir ara savaşın seyri lehimize dahi dönmüş. Yakın zamanda açılan Rus arşivlerinden öğreniyoruz ki Ruslar bir ara mağlubiyeti kabul edip Tiflis'e çekilme planları yapmışlar. Bu gerçeği, o dönemdeki cephe kumandanının Moskova'ya çektiği telgraftan öğreniyoruz. Ancak ne talihsizliktir ki
Hafız Hakkı gibi makam hırsı olan kumandanların ve
Alman kumandanlarının yanlış kararları savaşın aleyhimize gelişmesine sebep olmuş.
Bu dönemle ilgili bilgiler sınırlı olduğuna göre hangi kaynaklardan yararlandınız?
Daha önce de belirttiğim gibi çocukluğum da cepheden dönenlerin hatıralarına şahit olmuştum. Sarıkamış harekâtına katılmış olanların yakınlarıyla birçok yerde araştırmalarım oldu. Özellikle
Erzurum yöresinde olayları bizzat cephe gerisinde de olsa yaşayanların hatıralarına ulaştım. Bundan dolayı eser daha çok yaşanmış hatıraların ışığında oluştu.
Romanın Maraş'ta başlamasının özel bir sebebi var mı?
Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları isimli meşhur bir şiiri vardır. Bu şiirin içinde, huduttan hududa koşarak savaşmış ve on yıl sonra evine dönen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış namında birinin hikâyesi anlatılır. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, ince hastalığa yakalanmış ve memleketini göremeden son handa
vefat eder. Şiirde anlatılan bu kişi aslında hayali bir kişidir. Bana göre de Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış;
Seferberlik davulunun vurulmasıyla beraber cephelere koşmuş hayalleri, sevdaları ve hasretlikleriyle toprağın bağrına düşmüş bir milyona yakın vatan evladını temsil eder. Bundan dolayı, herkesin hayali olarak bildiği bu kişiyi romanımda somutlaştırmak istedim. Romanın konusu, bundan dolayı Maraş'ta başlar.
Bu romanda anlatılan olaylar sizin muhayyilenizin ürünü mü yoksa gerçek olaylardan alıntı mı?
Bu romanda geçen sahnelerden birçoğu gerçek olaylardan derlenmiştir denilebilir. Bu romanı yazarken özellikle Kafkas Cephesi'nden de savaşmış olanların hatıralarına ulaştım. Bundandır ki romanda her ne kadar insanı hayrete düşüren sahneler varsa da rahatlıkla hiç abartı yoktur diyebilirim.
Romanın konusu tamamen Sarıkamış'ta geçmiyor neden?
Roman , Sarıkamış eksenli. Sarıkamış'ta Ruslar'a esir düşen insanların dramatik mücadelelerini Sarıkamış'tan vareste tutmak ne mümkün? Esarete gönderilen ve çoğu da bir daha dönmeyen binlerce askerimizin dramı Allahuekber Dağları'nda donarak şehit düşenlerden aşağı değildir. Esarete gönderilenlerin birçoğu,
Sibirya soğuklarına dayanamayarak yollarda ve kamplarda can vermiştir. Bundan dolayı, romanda Sarıkamış'ın devamı olan Rusya'daki esir kamplarındaki dramatik hadiselere de yer verdim.
Sarıkamış hadisesinin günümüz açısından ne gibi önemi olduğunu düşünüyorsunuz?
Türk-
Kürt kavgasının körüklenmeye çalışıldığı günümüzde Sarıkamış, konumu itibariyle çok önemli. İki
toplum, Seferberlik sonrasında bütün cephelerde omuz omuza mücadele verilmiştir ancak en yoğun birliktelik Sarıkamış cephesinde yaşanmıştır. Savaş sonrasında nüfus dengesini değiştirmek için, Türk ve Kürt köylerinde görülmemiş katliamlar olmuştur. Sarıkamış mücadelesi , düşmanın istediği gibi sonuçlanmış olsaydı bugün Doğu ve Güney
doğu'nun büyük b
ölümü elimizde olmayacaktı. Bu sonuç, bu bölgemizin neden karıştırılıyor olduğuna da bir ışık tutuyor. Bundandır ki Sarıkamış Harekâtı, günümüz insanına önemli mesajlar vermektedir.
Sarıkamış denilince insanın aklına hüzün ve ölüm geliyor. Bu romanda bu gerçeklerin yanında aşka ve umuda da yer vermişsiniz, neden?
Umudu hayatın içinden çekip alırsanız o hayatın bir anlamı kalmaz. Bizim insanımız ölüme de Cenneti umut ederek gider.
Umutları, sevdaları hayatın içinden çekip alırsanız hayatın birkaç rengi eksik kalır. O zaman ortada kuru bir hamaset kalır. İnsanı ayakta tutan, yürüten, mücadele ettiren umutlarıdır. İnsanın umutlarının içinde de hasretlikleri, sevdaları gizli değil midir?
Romanın insanlar üzerinde nasıl bir etki bırakacağını düşünüyorsunuz?
Mızrabın tele dokunmadan nasıl ses getireceğini bilemem. Ancak birkaç kişi de olsa, ‘'Dedelerimiz birlikte omuz omuza birlikte bu vatan için ölmesini başarabilmişler, biz neden birlikte kardeşçe yaşamayalım.'' mesajı çıkarsa bile benim için yeterlidir.
Önceki eserlerinizde hikâyecilik yönünüzün ağır bastığını görüyoruz. Bu, on beşinci eserinizle romana yöneldiğinizi görüyoruz, neden?
Daha önce bir biyografik romanım bir de yaşanmış olaylardan derlenmiş farklı bir tarzı denediğim hayali bir romanım var. Uzun soluklu eserler vermeyi düşünüyorum. Bu biraz da bu romanın başarısına bağlı... Zaman önümüze neyi serer bilemem. Tek dileğim, bu romanın hayırlara vesile olması.
Arif AKPINAR - Sütun yayınları