[KÜRSÜ] Kur'an-ı Kerim'e cefa etmeyin

Ebû Mûsâ hazretlerinden rivayet edildiğine göre; Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

[KÜRSÜ] Kur'an-ı Kerim'e cefa etmeyin

"Saçı sakalı ağarmış Müslüman'a, Kur'an-ı Kerim'i usûlüne uygun olarak okuyan, içindekiyle amel hususunda ölçüyü aşmayan ve ondan uzaklaşmayan insana, bir de herkesin hakkını gözetmeye çalışan âdil idareciye ikram etmek, Allah Teâlâ'ya duyulan saygı ve ta'zimden ileri gelir." Hürmet etmek, tazim göstermek, selam vermek, ayağa kalkmak, tebessümle karşılamak, hep güleryüzlü davranmak, sonradan gelene yer açmak, tatlı sözlerle konuşmak, bağış, ihsan ve keremde bulunmak gibi iyiliklerin hepsi birer ikramdır. Hamele-i Kur'an olmak gerek Hazreti Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Müslüman yaşlıya ve herkesin hakkını gözeten idareciye -en geniş manasıyla- ikramda bulunmaya teşvik etmenin yanı sıra, "hâmil-i Kur'an" olan insanları da aynı çizgide zikretmiş ve onların da hürmete layık kimseler olduklarını belirtmiştir. "Hâmil-i Kur'an", lügat itibarıyla Kur'an-ı Kerim'in metnini zihnine yerleştiren, onun ahlâkı ile ahlâklanan ve İlâhî hükümlere uygun olarak yaşayan insan demektir. Aslında, "hâmil-i Kur'an" ya da çoğul ifadesiyle "hamele-i Kur'an"; hâfız âlim ve âbidler başta olmak üzere, Allah'ın kelamını şuurluca okumaya ve Cenâb-ı Hakk'ın marziyatını anlamaya çalışan, idrak ettiği ulvî hakikatleri diğer insanlara da duyurma uğrunda her türlü fedakârlığa razı olan, Kur'an hizmeti yolunda taşınması hayli güç yükleri omuzlayan, gönül verdiği davanın gerektirdiği vazifeleri eda ederken karşılaştığı zorluklara katlanan ve daima İlâhî emirlere muvafık hareket etme duyarlılığı içinde bulunan insanların umumî unvanıdır. Selef-i salihîne göre; hakiki Kur'an ehli olanlar, sadece onu yüzünden veya ezbere okumayı bilenler değil, aynı zamanda onunla amel edenlerdir. Bu itibarla Mushaf'ın tamamını ezbere bildiği halde onun emirlerine uygun hareket etmeyenler "hamele-i Kur'an" sayılmazlar. Nitekim, soruya esas teşkil eden hadis-i şerifte, Kur'an ile meşgul olan bir insanın hakiki "hâmil-i Kur'an" sayılması için gulüv ve cefâdan uzak bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Bazı âlimler, "gulüv" ifadesini, kıraatin usulünde olmayan taşkınlıklara girmek, tecvidde ve harflerin mahreclerinde mübâlağa yapmak, kelimelerin hakkını hiç veremeyecek ve ayetlerin manalarını düşünemeyecek kadar hızlı okumak şeklinde anlamışlardır. "Cefâ"yı ise Kur'an-ı Kerim'i öğrendikten ya da ezberledikten sonra unutmak, Kelam-ı İlâhî'yi adeta terk etmek ve onunla yeterince meşgul olmamak diye yorumlamışlardır. Gırtlak ağalığı mı, okumak mı? Bu zaviyeden, saygıdeğer bir hâmil-i Kur'an, bir yandan, ayetleri usûlüne göre okuyan, tecvid kaidelerine riayet eden, harflerin mahreclerini gözeten ve bu hususların hiçbirinde haddi aşmayan, aşırılıklara kaçmayan; diğer taraftan da, Kur'an'dan asla uzaklaşmayan, ezberlediği sûreleri sürekli tekrar etmek suretiyle hiç unutmayan ve Kelam-ı İlâhî'yi okuyup anlamaya çalışmaktan asla vazgeçmeyen kimsedir. Kur'an'ı okumayan, okuyup da üzerinde düşünmeyen ya da okuyup düşündüğü halde onunla amel etmeyen kimse İlâhî Beyan'a cefâ ediyor demektir. Bazıları, bir ömür boyu Allah'ın kelamına karşı ilgisiz yaşarlar; yaşar ve böylece Kur'an'a cefâ etmiş olurlar. Aslında, bir insan, iş-güç sahibi de olsa ve pek çok meşguliyeti de bulunsa, biraz gayret etmek ve az bir vakit ayırmak suretiyle Kur'an'ı bir ayda öğrenebilir. Heyhat ki, altmış-yetmiş yaşına ulaştığı halde, onlarca senenin sadece birkaç gününü Kelamullah'a ayırmayan ve ona yabancı olarak dünyadan çekip giden bir sürü inanan vardır. Hâlbuki bir mü'minin belli bir yaşa gelmiş olmasına rağmen, hâlâ Kur'an okumasını bilmemesi ve hele öğrenme cehdi göstermemesi Müslümanlık adına ciddi bir ayıptır. Bazıları da Kur'an'ı öğrenirler, hatta ezberlerler; fakat sonra Mushaf'ı kaldırıp evlerinin duvarına asar ve onu yalnızlığa, kimsesizliğe, garipliğe terk ederler. Belki sadece Ramazanlarda mukabele kasdıyla onu bir aylığına kılıfından çıkarırlar ama akabinde Kelamullah'ı yeniden bir dekor malzemesi gibi kullanmaya dururlar. Hatta bu uzun fasılalardan dolayı kimileri yüzünden okumayı, kimileri de hafızalarındaki sûreleri dahi unuturlar. Onlar da bu şekilde Kur'an'a cefâ etmiş sayılırlar. Bazıları ise Allah'ın kelamını dillerinden hiç düşürmezler, sürekli gırtlak ağalığı yapar ve çoğu zaman bağıra bağıra Kur'an okurlar. Dahası kimileri, seslerinin güzelliğini ortaya koymak için ayât-ü beyyinâtı bir vasıta gibi görür ve her zaman harika kıraatlerini (!) sergileme fırsatları kollarlar. Kendilerine beyan hakkı verilince, sözlerini ayetle başlatıp yine bir ayetle bitirirler. Fakat maalesef onlar da Kelâmullah'ı sadece okurlar; onun muhtevasını anlamaya ve onunla amel etmeye çalışmazlar. İlâhî emirlere karşı lâkayt davranır ve böylece Kur'an-ı Kerim'e cefâda bulunmuş olurlar. ÖZETLE 1- Efendimiz, yaşlıya ve herkesin hakkını gözeten idareciye ikramda bulunmaya teşvik etmiş Kur'an talebelerinin de hürmete layık olduklarını belirtmiştir. 2- Hakiki "Kur'an talebesi", sadece onu yüzünden, ezbere veya belli makamlara riayet ederek okumayı bilen değil, aynı zamanda onunla amel edendir. 3- Bazıları ömür boyu Allah'ın kelamına karşı ilgisiz yaşarlar. Aslında, bir insan, pek çok meşguliyeti de bulunsa, biraz gayretle Kur'an'ı bir ayda öğrenebilir.
<< Önceki Haber [KÜRSÜ] Kur'an-ı Kerim'e cefa etmeyin Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER