Arkeologlar şehre adını veren Konstantin’in surlarının yanısıra
İstanbul’un 1600 yıllık ilk rıhtımını da ortaya çıkarttılar ama bu arada örneğine dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak bir iş yapıldı ve altında şehrin kuruluş dönemini kalıntılarının bulunduğu mekána alelácele bir
beton santrali inşa edildi.
324 yılında Roma İmparatorluğu’nun tek hákimi olan Konstantin, sınırları daha önceki imparator Septimus Severus tarafından çizilen Bizantion’u kendisine ikinci başkent seçmiş ve şehrin eski sınırlarını genişleterek inşa ettirdiği surlarla çevirmişti.
Bin küsur sene öncesinden itibaren tarihi kayıtlarda sık sık bahsi geçen Konstantin surlarının bir kısmı sonraki asırlarda meydana gelen depremlerde yıkılmış, bir kısmı da depremler yahut depremlerden sonra yaşanan tsunamiler sebebiyle
toprak altında kalmış ve yerlerini Jüstinyen ve Teodosius tarafından yaptırılan ve hálá várolan surlar almıştı. Konstantin’in surlarının nereden başlayıp nereye kadar uzandığı konusu asırlardan buyana araştırılmış ama surların tek bir parçasına bile rastlanmadığı için, surların sınırı sadece tahminden ibaret kalmıştı.
LİMAN DA BULUNDU
İşte, asırlardan bu yana kayıp olan surlar, geçtiğimiz haftalarda İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nin arkeologlarından Metin Gökçay tarafından
Yenikapı taraflarında "
Marmaray Projesi" kapsamında yapılan kazılarda ortaya çıkartıldı. Metin Gökçay ve ekibi, İstanbul’un sahildeki ilk yerleşim merkezlerinden olan Elefterion mahallesinin kalıntılarının yanısıra, dördüncü yüzyıla ait Elefterion Limanı’na da ulaştılar.
Şehir tarihinin bu en büyük arkeolojik buluşunun yapıldığı mekánı, hafta içerisinde gezme imkánı buldum ve oldukça geniş bir alanda devam eden kazı faaliyetinden ziyadesiyle etkilendim.
Kazı alanı, İndiana Jones filimlerini andırır gibiydi. İşçiler, başlarındaki arkeologlarla beraber toprağı hiç durmadan kazmakla meşguldüler. Açılan dev çukurların altında yeni bulunan ve şehrin geçmişinde várolan medeniyetleri gösteren duvarlar yükseliyordu. En alttaki Konstantin surlarının üzerinde, sonraki asırlarda Teodosyus tarafından yaptırılmış olan duvarların kalıntıları, onların üzerinde de Osmanlı’dan kalma izler vardı. Dördüncü asıra, yani bundan 1600 sene öncesine ait Elefterion Limanı önümüzde uzanıyor,
limanın tam 16 asır boyunca toprak altında kalan ve çürümeye direnen
ağaç kazıkları, şehrin büyük geçmişini ürpertici hisler içerisinde kendiliğinden anlatıyordu. Kazı alanına daha ilk bakışta, ne derece zengin medeniyetlerin várisi olan bir şehirde yaşadığınızı hemen hissediyordunuz.
YENİ BİR SAYFA
İşin bir bu kadar önemli olan tarafı, Metin Gökçay’ın bulduğu ve İstanbul’un tarihinin yanısıra arkeoloji biliminde de son derece önemli ve yepyeni bir sayfa açmış olan bu surların tamamının ortaya çıkartılabilmesi. Kazıların devamının mümkün olması hálinde, şimdilik sadece bir kısmı bulunan Konstantin Surları tamamen kazılacak ve böylelikle şehrin 1600 yıl önceki en eski sınırları da öğrenilebilecek.
Ama ben, bu şekilde büyük bir buluşun şimdiki şartlarda mümkün olamayacağının üzüntüsü içerisindeyim. Zira ortada bir yanda var güçleriyle çalışıp 1600 senelik geçmişin üzerindeki esrarı kaldırmaya çalışan çalışkan ve hevesli bilim adamları, diğer yanda ise böylesine büyük bir buluşu önemsemeyerek projelerinin yahut aldıkları ihalelerin geleceğini düşünen bir başka kesim var. Birtakım resmi makamların şu andaki çabaları ise, ilmi faaliyetlere en kısa sürede son verilmesi ve arkeolojik kazı yerine inşaata devam edilmesi.
Yaklaşımın son örneğini teşkil eden ve bu son derece önemli arkeolojik alana bir beton santrali yerleştirilmesi konusunu, yandaki kutularda okuyacaksınız.
Surları bulduk üzerine beton santrali kurduk
İSTANBUL Boğazı’nın iki tarafını raylı tüpgeçitle bağlayacak olan "Marmaray" projesinin hayata geçmesi için, Yenikapı’da aylardan buyana yoğun bir çalışma yapılıyordu. Şehrin kurucusu İmparator Konstantin’in surları ve
Bizans zamanından kalma bin küsur senelik tekneler, işte Marmaray projesiyle başlayan kazılar sırasında ortaya çıktı.
Kazıların başlamasından hemen sonra, Marmaray ile ilgili çalışmaların yapıldığı alanın İstanbul’da bugüne kadar rastlanan en önemli arkeolojik
bölge olduğu görüldü. Mekánda başlayan kazılarda, birkaç ay içerisinde kayıp surların yanısıra İstanbul’un direkleri bile hálá várolan en eski limanı ve tarihin sağlam olarak kalabilmiş en eski tekneleri bulundu.
Derken, akıllara durgunluk eden bir iş edildi ve arkeolojik alana bir beton santrali inşa ediliverdi!
Santral, Marmaray projesinin uygulanması sırasında gereken betonu yapacaktı ve projenin hayata geçmesi için her vesileyle övündüğümüz şehir açısından son derece önemli olan bir arkeolojik alanın tahrip edilmesinin önemi yoktu.
Ben, "Şehir ulaşımına büyük kolaylıklar sağlayacak olan bu raylı projeden Bizans surları uğruna vazgeçelim" gibisinden gereksiz bir aşırılığa kapılmayı aklımdan bile geçirmiyorum ama kazıların devam ettiği alanda işlerin tamamlanmasına çok az bir zaman kalmışken bu beton santralıni oraya oturtmanın ne mánásı olduğunu da sormadan edemiyorum. Hele, biraz ileride daha önceden kurulmuş bir beton santrali hálá faaliyetteyken!
Beyler! Cemal Hoca’yı kaçırıp İstanbul’un tarihini yok etmeyin
BUNDAN birkaç ay önce de yazmıştım: "Marmaray" projesi için Yenikapı semtinde devam eden kazılarda hem şehir, hem de
denizcilik tarihi bakımından son derece önemli bir
keşif daha yapılmış ve toprak altında Bizans döneminden kalma altı adet gemi ile bir de kadırga bulunmuştu.
Gemileri,
Texas Üniversitesi’nin hocalarından olan ve gemi batıkları konusunda dünyanın en önde gelen uzmanı kabul edilen Prof. Cemal Pulak ortaya çıkartmıştı.
İstanbul depremlerinden birinde Marmara’dan gelen dev dalgalarla
alabora olan gemiler, meydana gelen tsunami sırasında iç kesimlere ilerleyen deniz suyunun çekilmesi sırasında sürüklenen toprakla kumun altında kalmışlar ve toprak, aradan geçen bin küsur seneye rağmen tekneleri mükemmel bir şekilde muhafaza etmişti. Dolayısıyla, böylesine sağlam şekilde kalabilmiş gemilerin dünyada bir eşi daha yoktu ve şehir tarihinin yanısıra, denizcilik tarihi bakımından da büyük önem taşıyorlardı.
Derken, toprak altında bir başka geminin daha bulunduğu anlaşıldı. Gemi çok daha eskiydi, yedinci asırdan kalmaydı, várolan gemi tiplerinden hiçbirine benzemiyordu ve toprağın altında olduğu gibi, hiç bozulmadan durmuştu. Denizcilik ve gemi yapım tarihi bakımından da gayet önemli olan teknenin yeri tam olarak belirlendi,
sondaj için kazılan kısmı da kapatıldı ve çıkartılması diğer çalışmaların tamamlanmasından sonraya bırakıldı.
Şimdi, bu geminin ortaya çıkartılmasına İstanbul Üniversitesi’nin arkeoloji bölümü talip. Ama işe talip olanların daha önce böyle bir çalışma yapmamış olmaları bir yana, üniversite bu tekneleri koruyacak teknolojiye de sahip değil.
Bu işe bambaşka sebeplerle soyunanlara bir hatırlatma yapayım: Kazıları sadece bilim aşkıyla ve sevabına yapan Cemal Hoca gibi dünyanın önde gelen uzmanını devreden çıkartıp kaçırtma çabasının ilmi, tarihi ve de etik vebáli çok büyüktür!
MURAT BARDAKÇI/HÜRRİYET