Ulak, bir dinler sentezine sığınmanın sonucu gelecek bir mehdi veya Mesih’in kurtarılıcılığına dair ipuçlarını da içinde barındıran ve bu noktada derin sularda dolaşmaktan kaçınmayan ama maalesef boğulan bir yönetmenin ürünü olarak çıkıyor
seyircinin karşısına…
Babam ve Oğlum’un beklenmeyen başarısından sonra yönetmen Çağan Irmak seyirciye ‘bir film seyrettim hayatım değişti’, formatında bir eser sunmak için uzun süredir uğraşıyordu. Önce ismi geldi gündeme Irmak’ın projesinin; ‘Ulak’… Sonra bir giz perdesi oluşturuldu ‘pazarlama efendileri’ tarafından! Sisli atmosferler içerisinde ellerine birer ‘
fener’ verilen medya aylarca Ulak’ın senaryosu veya (kimilerine göre) hikâyesini öğrenmeye çalıştı ama olmadı; ta ki film perdeye yansıyana kadar. Sonra ne mi oldu ‘sihir’ bozuldu!
Aslına bakarsanız bir önceki filmi oldukça beğenilmiş ve gayet iyi bir gişe yapmış yönetmenler yeni filmleri adına her zaman sahaya bir sıfır galip çıkarlardı… Aynan Çağan Irmak’ın Ulak’da elde ettiği böyle bir avantaj gibi… Fakat enteresandır filmi izleyen hem eleştirmenler, hem de sinemaseverler Ulak’ı nereye oturtacağını bilemez bir durum ile karşı karşıya kaldılar… Belki de Irmak’ın Ulak’ta ne diyeceğini pek bilmemesinden kaynaklanıyordu bu ‘âraf’ hali. Anlaşılan Irmak, iç içe geçirdiği öyküleri, derli toplu sunmanın bir senarist ve bunu perdeye yansıtmaya çalışacak yönetmen için ne kadar zor ve riskli olacağını bilmiyordu. Açıkçası ‘matruşka’ gibi öyküler halkasını çözmeye çalışmak Ulak’ta her
baba yiğidin harcı değil! Öyle ki bu işin altından bir süre sonra Irmak da kalkamamış ki oldukça kötü ve teatral repliklerin birbirini kovaladığı derdini anlatmaktan yoksun bir iş çıkmış ortaya.
İBRAHİM’İN HİKÂYESİ
Filmin yaslandığı ‘iyi ve kötü’ kavramı üzerinde ciddi bir
okuma yapmadığı alenen belli olan Irmak, hikâyesini çocuklara anlatılan bir 'Ulak İbrahim'in serancamesi ile merkezleştirmekte; “
Zekeriya'nın amacı, bir 'muamma' olan ulağın hikâyesinin herkes tarafından bilinmesidir. Öyle sıradan bir anlatıcı gibi de değildir bu
yaşlı adam. Masalı anlatırken karşısındaki çocuklardan her kareyi kafalarında canlandırmalarını da ister. Ta ki, iyi ile kötü ayrılsın, anlattığı
masal hiç unutulmasın. Bu arada Zekeriya’nın uğradığı son köyde işin rengi biraz değişir. Günahların dalga dalga üzerinde gezdiği adeta lanetlenmiş bir yerdir burası. Bu arada hikâyeyi dinleyenler bir gün mutlaka Ulak İbrahim'in geleceğine inanmaya başlar. Hiçbir günah bu köyde gizli kalmayacaktır çünkü!”
“De ki…” ile başlayan… “Havva, Adem, Yunus, Davut, Zekeriya, İbrahim, Meryem gibi uzayıp giden, kutsal kitap isimleriyle bezenmiş karakterlerin ‘iyi ve kötü’nün savaşında karşılaştığı bir hikâye gibi duruyor Ulak. Ancak bir dinler sentezine sığınmanın sonucu gelecek mehdi veya Mesih’in kurtarılıcılığına dair ipuçlarını da içinde barındıran ve derin sularda dolaşmaktan kaçınmayan ama (maalesef) boğulmaktan da kutulamayan bir yönetmenin yapımıyla karşı karşıya kalıyor seyirci…
MANEVİ BOŞLUĞU DOLDURMA GAYRETİ Mİ?
Peygamber edasıyla, kimilerine göre vahi kimilerine göre ise ilham gelen
sakat bir karakterin kaleme aldığı risalelerin havariler tarafından sokaklarda bağırarak tebliğlerini ‘bir
peygamberin doğuşu’ gibi dile getirmeleri ilginç geldi bize açıkçası… Belki bu yaklaşımın Irmak’a göre belli bir felsefi açıklaması vardı ama seyirciye bir ‘derinlik sarhoşluğu’ yaşatmanın dışında karşılığı olmadığını sanıyoruz… Hele iyiliğin kötülükle mücadelesi sırasında birçok semavi dinden bildiğimiz
ilahi yasaların, bir ortak payda içerisinde sunulup yeni bir söylem geliştirme çabası şeklinde karşımızda duruyor olması (veya en azından bizim böyle bir izlenim hissine kapılmış olmamız), “Irmak’ın manevi boşluk doldurma arayışı mı başladı?” sorusunu zihnimizde gündeme getirdi. Beklide Irmak manevi anlamda kendi vâr oluşunun peşinden giderken bir kaosun içerisine düşüyordu.
Açıkçası ‘kötülerin niye kötü olduğu, iyilerin nasıl kazandığı’, ‘çocuklar geleceğimizdir’
mesajının kör göze
parmak şeklinde sokulduğu, varsa bir
inanç veya din metaforunun adının konulmadığı, bir masala inanmak ile bir inanca sahip olmanın aynı oranda değer gördüğü Ulak, bir ruh ve mantık karmaşası sunmanın ötesinde seyirciye derdini anlatmaktan uzak kalmıştı. Öyle ki zaman mefhumundan yoksun bir masal diyarından bahsederken yönetmen; bir sofrada ‘Halil İbrahim Bereketi’ni dile getirtirken, hiçbir inanç öğesinin ve
ibadet hanenin yer almadığı köyde kötü karakterlerden birinin masalcıyı “putperest misin sen?” diyerek suçladığı bir replik söyletmekten çekinmiyordu. Bu diyaloglar aslında köyün bir inanç mekanizmasının olduğunu bize gösteriyordu! Fakat Çağan Irmak’ın perdeye yansıttığı durumun aksine bir haldi bu… O zaman ‘bu köyün inanç merkezi ne?’ sorusu cevapsız kalıyordu seyirci için…
“Yüceler Yücesini” arayan Irmak, bir ilahi mesajlar silsilesi içeren “Mehmet’in kitabıyla” yeni bir ‘inanç ritüeli’ mi arıyordu; bilmiyoruz… Ama iyi niyetinden şüphe etmemeye çalışarak
zihin bulandırmamak gibi bir anlayışın peşinden gitmek istemediğini varsaymayı doğru bulduk. Olumlu bakış açımızı zorlayarak belki de ‘İbrahim’i dinler’den bir ortak mesaj sunmak istiyordu
genç yönetmen demek geçti içimizden.
MODERN İNSANA MESAJ ÇABASI
Ulak’a iddia edildiği gibi fantastik sinema demek bu türün ‘pir’lerine
hakaret olur… Belki ‘mistik sinema’ arayışı denilebilir. Ama bu noktada ciddi bir bilgi noksanlığı ve cehaletten bahsetmek de mümkün gibi duruyor. Öyle ki iki farklı tespitte bulunulmak kaçınılmaz oluyor; ya Çağan Irmak dinler tarihini bilmiyor ve din olgusunun kökenlerine dair bir alt yapıya sahip değil (bu yüzden cahil cesur olur tezi ortaya atılabilir) ya da
modern insana bir yeni bir ‘manevi tatmin’ sistemi empoze etmeye çalışıp enteresan bir
açılım sunmak gibi bir kişisel misyon üstlenmiş!
Kısacası, bu kez bir Çağan Irmak filmi izlemek için sinemaya gitmek isteyenler, karşılarında ‘Babam ve Oğlum’un yönetmeninden gerçekten de ‘şaşırtan’ bir yapım bulacaklar. Çünkü filmin yönetmeninin kafası bizce oldukça karışık. Bu tezi ortaya atmamızın sebebi ise Irmak’ın komin bir sosyalist yaklaşımda dâhil olmak üzere her türlü inanç sisteminden biraz alıntı yapmış ama yine de net bir fikri perdeye yansıtamamış, kendi manevi boşluklarının fotoğrafıyla izleyiciyi karşı karşıya bırakmış olması!
Bu arada İsa’nın Çilesi filmindeki
ihanet eden havari karakterinin yanı sıra, Çağrı filminde yer alan Efendimizin (SAV) evine
baskın yapılarak yatağında öldürülme girişimini de Ulak’ta da görüyorduk, Luc Besson’un yönetmenliğini yaptığı Leon filmindeki saksı esprisini gördüğümüz gibi. Görüntü yönetmeni Mirsad Heroviç, 'Babam ve Oğlum'daki kadar iyi kareler yakalarken Evanthia Reboutsika'nın müzikleri oldukça başarılı. Hümeyra, Şerif Sezer ve Yetkin Dikinciler ile
küçük yıldızlardan oluşan kadroda özellikle Zekeriya'yı canlandıran Çetin Tekindor performansıyla dikkat çekiyor. Son olarak; Ulak bir masal diyarı değil ve Irmak’ta bu masalda dolaşan bir kahraman…