İnsan melekleri bile geride bırakabilir

İnsanın muhtemel tehlikeler karşısında ömür boyu sürekli tetikte bulunması gerekir.

İnsan melekleri bile geride bırakabilir

[ KÜRSÜ ] Her bir insan, İblis'in içine düşüp helake sürüklendiği bencillik, kibir, haset, kıskançlık gibi esasında kıl kadar ehemmiyeti bulunmayan ancak encamı itibarıyla ciddi handikapları netice veren azim tehlikelerle karşı karşıyadır. Mesela bir bakarsınız gönlü engin, vicdanı geniş, dünyalara sığmayan, bütün insanları kucaklayıp Cennet'e götürme arzu ve iştiyakı içinde bulunan bir insan, bir yerde, kıl kadar ehemmiyeti olmayan bir hususa takılıp kalabiliyor. Mesela bir anlık bir boşlukla şehevanî bir hisse yenik düşebiliyor. Çünkü insan, zihnine gelen bir hayal veya tasavvuru alıp geliştirdiği, az-biraz kurgulayıp nemalandırdığında hiç farkına varmaksızın öyle sahillere açılır ki, artık onun geriye dönüşü neredeyse imkânsız hâle gelir. Halk diliyle şiirler yazan bir çocukluk arkadaşım vardı. Onun yazdığı şiirin bir beyti bu hâli ne de güzel ifade eder. Şöyle derdi o çocukluk arkadaşım: "İsyan deryasına yelken açmışım/Kenara çıkmaya koymuyor beni". Evet, mebdei itibarıyla kıl kadar küçük bir şey, sizi alıp öyle bir yere sürükler ki, bir daha geriye dönme imkânı bulamayabilirsiniz. O yerleri gören gözünüz de artık hiçbir şeyi göremez hâle gelebilir. Kendisine verilen bu potansiyeli değerlendiremeyen insan aldanmıştır. Hâlbuki Cenab-ı Hak bir hadis-i kudsîde: "Arz ve sema beni istiap etmez, almaz. Ben mümin kulumun kalbine sığarım" buyuruyor. (el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, 2/195) Bildiğiniz gibi İbrahim Hakkı Hazretleri enfes bir tercümeyle bu manayı şöyle nazımlaştırmıştır: "Sığmam dedi Hak arz u semaya/Kenzen bilindi dil madeninden." Evet, kalbin Allah'ı duyup hissedişi, O'na ayna olup O'nu anlatması kâinat kitabının O'nu anlatmasından daha ileri seviyededir. Aynı şekilde kütüphaneler dolusu kitaplar da kalbin Allah'ı (celle celaluhu) anlatışı gibi anlatamazlar. Kitaplar ancak kalbin enginliğiyle enginleşip kalbin boyasıyla boyanınca gerçek ifadelerini bulurlar. Şimdi insan bu genişlik ve enginlikte olan, dünyaları içine alsa doymayan böyle potansiyel bir lütfa mazhar kılınmıştır. Ancak bir de bakıyorsunuz, bu donanıma sahip insanoğlu kimi zaman hiçbir şey duymayan, hiçbir şey hissetmeyen, hiçbir şey anlayıp idrak edemeyen tavır ve davranışlar içine girebiliyor. Evet, âdemoğlu, kitapların ihtiva edemediği hakikatleri kavrayan, onları çok iyi bilip çok iyi algılayacak ve aynı zamanda bütün bunları ifade edebilecek kabiliyeti haiz bulunan bir kalb taşıdığı halde sanki onları hiç duymamış gibi bir saplantıya kendini kaptırıp hiçbir şey bilmeyen bir varlık konumuna düşebiliyor. Kur'an-ı Kerim değişik yerlerde bu mülahazaya vurguda bulunur. Mesela bir yerde şöyle buyrulur: "Onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler." (Araf Sûresi, 7/179) Evet onların kalpleri, meselelerin önünü-arkasını görüp bir değerlendirmeye tabi tutmaya, sonra da buradan yeni hüküm ve yeni terkiplere ulaşmaya müsait değildir. Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan, bu ve benzeri âyetlerle bizi böyle bir mecazî körlük, mecazî sağırlık ve mecazî kalpsizlik karşısında dikkatli ve müteyakkız olmaya çağırmaktadır. Geçici, kıymetsiz, küçük şeylerle görme ufkumuzu kapatmamamız, iç duyuş ve enginliğimizi daraltmamamız noktasında ikaz ve tenbihte bulunmaktadır. Çünkü insan, Cenab-ı Hakk'a açık durduğu müddetçe çok engin ve geniş bir mahiyete sahip demektir. Evet o, bu haliyle melekleri bile geride bırakabilir. Efendimiz , Cebrail'i geçmişti... Fahr-i Kainat Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâmü milelardi vessemâ) bizim içimizden çıkmış olması bu hakikatin en parlak, en güzel, en muhteşem delili değil midir? Elbette ki öyledir. Evet O, Âmine Hatun'dan tevellüd etmiş, Abdullah'tan olmuş yani anne ve babası nur-u nübüvvetle tenevvür etmemiş bir insan olarak öyle bir noktaya gelmiştir ki, Süleyman Çelebi "Yürü top Senin, çevkân Senindir bu gece" ifadeleriyle bu eşsiz faikiyeti dile getirir. Çünkü İnsanlığın İftihar Tablosu Miraç'ta öyle bir noktaya ulaşıyor ki, Cibril-i Emin, "ben bir adım daha atsam yanarım" diyor. Fakat işte bu noktada dahi insanlık âlemi olarak İftihar Vesilemiz, İki Cihan Serveri Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) yürüyüp yoluna devam ediyor. İşte insan, mahiyeti bu kadar geniş, engin, güçlü ve Allah'a çok yakın iken, maalesef çok basit, ehemmiyetsiz heves ve maksatlar için o enginliği daraltıyor, büzüyor ve kıymetsiz hale getirebiliyor. Bundan dolayı onun kendisini böyle bir darlığa hapsedebilecek muhtemel tehlikeler karşısında ömür boyu sürekli tetikte bulunması gerekir. Evet, insan son nefesine kadar mücadelesini sürdürüp insan olma çizgisinin altına düşmeme cehd ve gayreti içinde bulunmalıdır. Zira o, insan olarak üzerinde yürüdüğü hattın altına düştüğü zaman kendisini bir bilinmezliğe mahkum etmiş demektir. O hâlde insan, himmetini her zaman âli tutmalı, hep yüksek uçma peşinde olmalı ve sürekli Allah'a müteveccih yaşama gayreti içinde bulunmalıdır; bulunmalıdır ki, küçük ve basit şeylere takılıp kalmasın. Eğer her şeye rağmen gözde bir çapak oluşmuş veya onun üzerine bir kıl konmuşsa onları da hemen izale etme yoluna gitmelidir. Yani insanın latife-i rabbaniyesi, şu veya bu sebeple bir darlığın mahkûmu olabileceği bir yola girmişse, o zaman da derhal bir "La havle" çekip yeniden Cenab-ı Hakk'a doğru yürümesini bilmelidir. 1 - İnsan, iblisin, içine düşüp helake sürüklendiği bencillik, kibir, haset, kıskançlık gibi tehlikelere kendisinin de her zaman maruz kalabileceğini hiçbir zaman unutmamalıdır. 2 - Gönlü engin, vicdanı geniş, dünyalara sığmayan, bütün insanları kucaklama aşk ve iştiyakı içinde bulunan bir insan, bir yerde, kıl kadar ehemmiyeti olmayan bir hususa takılıp kalabilmektedir. 3 - Cihanları alabilecek enginlikte yaratılan latifelerini darlığa mahkum edenler, ahiret adına en büyük kayba uğramış sayılırlar.
<< Önceki Haber İnsan melekleri bile geride bırakabilir Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER