Peygamber şehri Medine'de sıcaklar şiddetini iyice artırmıştı. Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah bahçesinde çalışıyordu. Öğle vakti geldiğinde yemek molası verdi. Bu sırada gözleri bahçe duvarının ötesinden geçen
koyunlara takıldı. Sürünün başındaki
çobanın perişan hali Abdullah'ın dikkatini çekti. Çobana şöyle seslendi:
Ey
Allah'ın kulu, dedi, gel bir lokma yemek ye, bir yudum su iç de öyle devam et koyunların arkasından! Çoban, elini ağzına götürüp dudaklarını kapatarak birtakım işaretler yaptı ise de Abdullah bir şey anlamayınca, uzaktan
cevap vermek zorunda kaldı:
Efendi dedi, kusuruma bakma, ben yemek de yiyemem su da içemem. Çünkü oruçluyum. Abdullah şaşırmıştı. Çölde bu sıcakta, bu uzun günde sürü arkasında oruçlu çoban!
Oruçlu isen seninle daha iyi anlaşırız, dedi, hemen bir koyun ver bana, burada güzel bir
hazırlık yapayım. Akşama birlikte bir et ziyafeti çekeriz kendimize. Çoban gülümsedi.
Koyunlar benim değil ki, dedi. Ben emanetçi bir çobanım!
Çobanın büyük
tercihi
Bu defa Abdullah daha da üsteledi:
Daha iyi ya, dedi. Koyun sahibine birini kurt kaptı dersin olur biter.
Nereden bilecek birini benim aldığımı?
Çoban bu defa hayretle çıkıştı:
O nasıl söz öyle efendi, dedi.
Mal sahibi bilmezse Allah da mı bilmez?
Hem bunlar bana emanet. Emanete
ihanet emektense açlıktan, susuzluktan ölmeyi tercih ederim! Abdullah'ın dikkati büsbütün çobana kilitlendi. Yemeğini bırakıp çobanın yanına gelip
arkadaş oldu. Birlikte koyunların arkasında güneş batıncaya kadar dolaştılar. Akşam koyunlar bir çadırın önünde durdu. İçeriden çıkan bir
yaşlı adam koyunları şöyle bir gözden geçirdikten sonra çobanın yanına gelip, "Hayvanları iyi otlatmışsın, karınları davul gibi şişmiş." diyerek iltifat etti. Belli ki bu adam sürünün sahibiydi. Oruçlu adam da bunun
yoksul çobanıydı. Aslında sürü sahibi olmaya layık bir çobandı. Abdullah yaklaşıp sürü sahibine hemen teklifini yaptı:
Koyunları bana satar mısın? Adam şaşırmıştı. Biraz düşündü. Sonra toparlanarak cevap verdi:
Değerini verirsen satarım. Neden satmayayım?
Pazarlık uzun sürmedi. Abdullah koyunları tümüyle sürü sahibinden satın aldı. Artık malın sahibi Abdullah olmuştu.
Abdullah'ın sürpriz teklifi
Olanlardan bir şey anlamayan çoban, sürü sahibinin değişmesiyle işinden olacağını da düşünüyordu. Belki de yeni sahibi kendisini çoban olarak kabul etmez, işinden de olabilirdi. En kötüsü de buydu zaten.
İşsiz kalmak. Az ötedeki çadırda yaşayan
aile ve çocuklarına ekmek götürememek... Ama iş hiç de öyle gelişmedi. Artık koyunların yeni sahibi olarak çobana dönen Abdullah'ın sürpriz teklifi aynen şöyle oldu:
Senin gibi samimi bir insanın layığı, başkasının koyunlarının arkasında çobanlık etmek değildir. Belki kendi koyunlarının peşinde mal sahibi olarak dolaşmaktır. Sözlerini şöyle tamamladı:
Şu andan itibaren sen bu koyunların çobanı değil sahibisin. Haydi kendi malınla kendi çadırının önüne yürü. Aile ve çocuklarınla mal sahibi olarak birlikte iftarını yap!.. Sevinçten şaşıran çoban kendi koyunlarıyla kendi çadırına, Abdullah da kendi mutluluğuyla kendi bahçesine döndü. Bundan sonra dillerden düşmeyen söz hep aynı oldu: - Altının kıymetini sarraf, gerçek yoksulun kıymetini Abdullah bilir! Günümüzde de böylesi
zenginler elbette yok değil. Rabbimiz, içinde pek çok hikmet barındıran bu hadiseden bize dersler çıkarmayı nasip eylesin ve fakirleri gözetip onların ihtiyaçlarını gideren zenginlerden ebeden razı olsun.
Hazırlayan: Ali
İhsan ER
BUGÜN