“Senelerce medeni milletlere medeniyet muallimliği yapmış, onların sinelerine taht kurmuş, hakkaniyet ve adaletiyle kendini kabul ettirmiş milletimizin sporcuları da sporda hüsnümisal olmalıdırlar. Biz sporun da iffetlisini temsil etmeliyiz. Bizde doping görülmemeli, oyunumuzda hileye rastlanmamalı, kasdî-iradî hiçbir faul olmamalı, her şeyi namuslu olarak ortaya koymalı ve dünyaya her şeyde namusun olabileceğini göstermeliyiz.” M.Fethullah GÜLEN
• Sporda şiddeti önlemenin yolu ve çözüm yolları...
• Bu konuda asıl vazife kimlere düşüyor?
• Sporcular için eğitim ne kadar önemli?
• Bizim sporcumuz, gerekirse
yumrukla üzerine gelen rakibine dahi gül uzatmasını bilmelidir…
Soru: Günümüzde spor müsabakalarının özellikle de futbolun kavga ve şiddete sebep olduğunu görüyoruz. Bu konuda inanan insanlara düşen vazifeler nelerdir?
Cevap: Tarihi çok eskilere dayanan ve geçmişte bizim kültürümüzde de, güreş,
koşu, cirit gibi değişik dallarıyla icra edilen spor müsabakaları, ne acıdır ki, günümüzde kin ve nefrete, şiddet ve kavgaya açık bir zeminde gerçekleştirilmektedir. Evet, günümüzde oyuncular arasında olduğu gibi, taraftarlar arasında da çok üzücü hâdiselere sebebiyet veriliyor; stadyumlarda bir kısım odaklar,
tahrik unsuru olarak harekete geçip seyircileri provoke edebiliyorlar.
kalp.jpg' align='right'/>
Değerler Atlasımız ve Spor Müsabakaları
Kanaatimce her türlü içtimaî
hastalık ve problemde olduğu gibi, bu önemli meselenin kalıcı ve köklü çözümü de kendi değerlerimize yönelmemizde ve o değerler istikametinde oluşan bir
terbiye ve ahlâk anlayışıyla insanımızı yetiştirip eğitmemizde aranmalıdır. Bağırıp çağıran, küfürlü laflar eden insanların bizim terbiye anlayışımızdan fersah fersah uzak kaldıkları açıktır ve bu durum aynı zamanda umumi mânâda toplumun çok ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı olduğunu, iyi bir eğitimden geçmesi gerektiğini gösterir. Eskiden mektepler, medreseler hem talim hem de terbiye yerleriydi. O mekânlarda talebelere bir şeyler öğretmenin yanı başında, onlara kendi kültürümüz, kendi geleneklerimiz ve atalarımızdan tevarüs ettiğimiz değerler de öğretilirdi.
Centilmenlik, insana saygı, nezaket ve rakibi dahi olsa karşısındakine kibarca muamelede bulunma da işte bu değerlerimiz arasındaydı.
Maalesef şimdi yetişen nesillerin böyle bir talim ve terbiyeden geçtiğini söylemek oldukça zordur. Bu sebeple, bakıyorsunuz kendi değerlerinden mahrum o nesil cadde ve sokaklarda
saldırgan ve azgın bir hâlde hem kendine hem çevresine zarar veriyor. Başka bir yerde
silahlı bir anarşist hâline gelmiş, masum insanları öldürme peşinde koşuyor. Bir başka yerde ise değişik provokasyonlarla insanları tahrik edip polis ve askere saldırı gibi menfur bir hâdisenin içinde yer alıyor. İşte yüce ve yüksek değerlerden mahrum böyle bir nesil futbol sahalarına indiğinde de kavga ve kargaşaya sebebiyet veriyor.
Bundan dolayı eğer bu konuda hakikaten kalıcı ve köklü müspet bir netice almak istiyorsak, o zaman yapılması gereken; bu camiada bulunan insanımızı, dinimizin yüce ve yüksek insanî değerlerinden haberdar etmek, onları kötülüğü iyilikle savma ahlâkına çağırmak, insana saygıyı bir
ibadet şeklinde kendilerine benimsetmek, Peygamber
Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde ifade buyurduğu gibi bir insanın yüzüne gülmenin bile ibadet olduğunu onlara hatırlatmak, hâsılı onları potansiyel insan olma seviyesinden hakikî insan olma ufkuna yükseltmektir. Böylece onları, birilerini kasten, iradî olarak inciten, rencide eden, yaralayan kişiler olmaktan çıkarıp, yoldan geçen kimselerin ayaklarına batmasın diye yürüdüğü yoldaki dikeni bertaraf eden, yolcuları rahatsız etmesin diye yoldaki taşı kaldırıp bir kenara atan kimseler durumuna getirmeye çalışmaktır. Bütün bunlar ahlâk-ı âliye-i İslâmiyede yer alan dinamiklerdir. Nitekim Buhari ve Müslim'in beraber rivayet ettiği bir hadis-i şerifte
Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm): “
İman yetmiş veya altmış küsur şubeden ibarettir. En faziletlisi,
Allah'tan başka ilâh yoktur demek; en aşağısı ise, gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.”
ifadeleriyle, insanlara rahatsızlık verecek şeylerin bertaraf edilmesinin imanın bir parçası olduğuna işaret buyurmuşlardır.
Temel disiplinleri bu olan bir dinin mensupları böyle davranır. Ve unutulmaması gerekir ki, bu tür tavır ve davranışların söz konusu olduğu bir toplumda da huzur ve
asayiş hükümferma olur. Bunun zıddı ise anarşi ve kargaşadır. Zannediyorum aklı başında ve vicdan sahibi olan hiç kimse toplumu felakete sürükleyecek böyle bir kargaşa ve kaosu istemez. Eğer bu istenmeyen bir şeyse, o zaman, toplumun istihalelerden geçerek kendisinden beklenen kıvama ermesi adına kendi kültürünü ortaya koymaya azmetmiş terbiyeli ve insana saygılı kimselere büyük iş düştüğünü söyleyebiliriz.
Bu konuda en büyük sorumluluk ve vazife ise işin başında bulunan kimselere düşmektedir. Meselâ, spordan sorumlu
bakan, genel müdür, onların müsteşar ve danışmanları, ayrıca spor kulüpleri ve onların
yönetim kurulları bu işi sahiplenmeli, bir araya gelip aralarında mutabakata varmalı ve demeliler ki: “Biz nasıl ki sporculara belli yerler tahsis edip
antrenman yaptırıyoruz. Aynı şekilde bunların eğitimi için de bir zaman ayırmalı, bir yer tahsis etmeliyiz. Orada bunlara centilmenlik dersi vermeli, gerçek insan olma ufkunu göstermeli ve sporda kendi inceliğimizi, nezaket ve nezahetimizi temsil ettirmeliyiz.”
Bu noktada durup bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Spordan sorumlu devlet yetkilileri ve bu işle meşgul olan kulüp yöneticileri yukarıda bahsettiğimiz çerçevede, bir taraftan ahlâk, terbiye ve insana saygı anlayışını gönüllerde uyandırırken, diğer taraftan hayatını tamamen kargaşaya bağlamış, kargaşa felsefesiyle oturup kalkmış, o kültürle yetişmiş, saldırganlık ve şiddet âdeta tabiatı hâline gelmiş hasta ve huysuz bir kısım kimselere karşı da bazı tedbirler alabilirler. Zira bu durumdaki insanları mektebe koysanız orada da kargaşa çıkarır; sınıfı ve okul bahçesini bir kargaşa yuvası hâline getirir, okumak için ellerine verilen kitapları alıp birbirlerinin kafasına geçirirler.
Araştırma laboratuvarına soksanız, laboratuvardaki aletlerle birbirlerini darbelerler. Askeriyeye koysanız, silah dipçikleriyle birbirlerini yaralarlar. Çünkü bunların ruhlarında hâkim olan duygu ve düşünce hep bu istikamettedir. Bu sebeple spor müsabakalarını organize edenlerl
e devlet yetkilileri bir araya gelerek bu huysuz ruhları tespit edip stadyumlardan uzak tutmak suretiyle halkı tahrik edip galeyana getirecek bir kısım olumsuzlukların ta baştan önüne geçebilirler.
İnsana Hürmet ve İbadet
Ancak biraz önce de ifade etmeye çalıştığım gibi meseleyi temelde çözecek husus kendi değerlerimizin hayata hayat kılınmasıdır. Bu yapılabildiği takdirde öyle inanıyorum ki, sporcularımız, bir spor müsabakası centilmence nasıl icra edilir, insana yakışır bir efendilikle futbol veya
voleybol nasıl oynanır bu konuda dünyaya hüsnümisal olacak bir seviyeye ulaşacaklardır.
Evet, yeter ki biz, ruhunda mündemiç bulunan değerler dünyasına insanımızı yeniden tevcih edebilelim, insana saygının ibadet olduğunu onun ruhunda bir kez daha uyarabilelim. Çünkü Cenâb-ı Hak: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” “İnsanı ahsen-i takvîme mazhar olarak yarattık.” âyetleriyle bize, her insanın mükerrem ve ahsen-i takvîm sırrına mazhar olarak yaratıldığını ifade buyuruyor. Elbette ki, burada insanın şerefli ve mükerrem yaratılmasından kastedilen sadece onun gözüyle-kaşıyla, burnu, kulağı ve yüz yapısıyla mükemmel olan maddî yapısı değildir. Bütün bunlar, ahsen-i takvîmin sadece dışa vuran kalıbıdır. Bu açıdan Cenâb-ı Hakk'ın ahsen-i takvîm dediği hususun esasen insanın iç donanımıyla, özüyle ilgili olduğunun bilinmesi gerekir. Yani burada insanın, potansiyel itibarıyla, kimi zaman melekleri bile geride bırakabilecek bir kıvam ve derinliğe sahip bulunduğu kastedilmektedir. Zaten İnsanlığın İftihar Tablosu'nun şahsında o büyüklüğü, o rif'at ve o nimeti apaçık bir şekilde görmemiz mümkündür.
Öyleyse bizim gayemiz mahiyetimizde mündemiç olan bu derinliği ortaya koyma ve her fırsatta bunu ifade etme olmalıdır. Mektep sıralarında talebelik yapıyorsak bu derinliği ifade etmeli, hocalık yapıyorsak bu enginliği talebelerin ruhuna üflemeli ve aynı şekilde eğer bir spor müsabakasındaysak o derinlik ve inceliği ortaya koymalı ve böylece her alanda kendimizi ifade etmeye çalışmalıyız. Burada kendimizi anlatma derken, kastedilen, insanın yaratılış itibarıyla bir ayna olduğu hususudur. Çünkü bir anonimde denildiği gibi: “Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim.” Evet esasen insan bir aynadır. İnsanda mütecellî olan ise, Allah'tır. İnsanda sıfat-ı Rahmân mütecellîdir, ilâhî ahlâk mündemiçtir. Biz her yerde Allah'ı hatırlatma ve O'nu aksettiren parlak, şeffaf birer ayna olma durumundayız. Ne voleybol alanı, ne futbol alanı ne de diğer spor sahaları bundan müstesna değildir. Bu sebeple bir
Müslüman nerede bulunursa bulunsun, çevresindeki insanlar tarafından “İşte insan dediğin ancak böyle olur.” denilecek ölçüde, her yerde parmakla gösterilmelidir.
Yumruk ve Gül
Bakınız çok vahşi, âdetlerinde mutaassıp, bir
bardak suda fırtınalar koparan, kendi çocuklarını öldürecek kadar kalb kasvetine sahip bulunan, yapmadıkları şenaat ve denaet kalmayan cahiliye insanları, Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselâm) talim ve terbiyesi, Kur'ân'ın ruhuyla karıncaya bile basmayan birer insan hâline gelmişlerdir. Çünkü
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Allah Teâlâ hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir; öyle ise öldürürken (ölümü hak etmiş kimseleri) ihsan duygusu ile öldürün! (Bir
hayvanı) boğazlarken ihsan hissi ile boğazlayın (yani) bıçağınızı iyi bileyin ve keseceğiniz hayvanınızı rahat ettirin!” buyurarak savaşma mecburiyetinde kalan; dini, toprağı, ırzı, namusu, istikbal ve hürriyeti için mücadele etme zorunluluğunda bulunan Müslümanları, harp meydanında, savaşın kızıştığı esnada dahi ihsan şuuruyla davranmaya çağırmış ve öldürmek için gelen ölümü hak etmiş hasma bile vahşice davranmadan, müsle yapmadan, işkenceden kaçınarak bu vazifenin yerine getirilmesini emretmiştir.
Hadis-i şerifin devamında ise, hayvan boğazlarken dahi ihsan şuuru içinde davranılması telkin ediliyor. Meselâ bıçağın iyi bir şekilde bilenmesi neticesinde, hayvanın herhangi bir eziyet görmeden kesilmesi
tavsiye ediliyor. Bütün bunlar bir Müslümanın kendi karakterini,
şefkat ve merhametini ortaya koyması ve her işinde iyilik duygusuyla hareket etmesi gerekliliğini göstermesi açısından çok önemlidir.
İşte böyle bir dinin sâlikleri her yerde, her platformda bunu ortaya koymalıdırlar. Bu açıdan bizim sporcumuz, gerekirse yumrukla üzerine gelen rakibine dahi gül uzatmasını bilmelidir. Böyle bir davranış rakibi de yumuşatacak ve onun oyununu bozacaktır. Çünkü insan hasmının yüzüne güldüğünde, onun adaveti birdenbire muhabbet ve şefkate inkılap ediverir. Onun düşmanca duygularını insanî duygulara çevirmek bir başarıdır, bir zaferdir. Günümüzde bu yüksek duyguyu temsil edebilecek yüksek karakterli insanlara ihtiyaç vardır. Esasen cibilliyetimiz buna açıktır. Cibilliyet, karaktere nüvelik teşkil eden insandaki tabiî yapıdır. Önemli olan cibilliyetimizde bulunan bu duyguları işleye işleye, temrin yapa yapa tabiatımızın bir derinliği hâline getirmeye çalışmaktır.
Hâsılı, senelerce medeni milletlere medeniyet muallimliği yapmış, onların sinelerine taht kurmuş, hakkaniyet ve adaletiyle kendini kabul ettirmiş milletimizin sporcuları da sporda hüsnümisal olmalıdırlar. Biz sporun da iffetlisini temsil etmeliyiz. Bizde doping görülmemeli, oyunumuzda hileye rastlanmamalı, kasdî-iradî hiçbir faul olmamalı, her şeyi namuslu olarak ortaya koymalı ve dünyaya her şeyde namusun olabileceğini göstermeliyiz.