Araştırmacı Mehmed
Ertuğrul Düzdağ, büyük bir çalışma sonunda Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun hayatını kendi dilinden kayda alarak kitap haline getirmiş,
Kaynak Yayınları da bu eşsiz hatıraları iki cilt halinde basarak okuyucunun istifadesine sunmuş. Hatıraların, bir devrin gizli kalmış mühim olaylarına ayna tuttuğu kesin.
1922 tarihinde
Konya’da dünyaya gelen Ali Ulvi Kurucu, on sekiz yaşında ailesiyle birlikte
Medine’ye hicret eder, daha sonra oradan da
Mısır’a geçerek altı sene öğrenci olarak kalır. Bu sırada Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile yakınlık kurar, eşsiz hatıralarını da bizzat kendisinden dinleyerek tespit ettikten sonra Medine’ye
döner, elli altı senesini tamamladığı Medine’de 2002’de 80 yaşında
vefat eder.
Sözü uzatmamak için son devir
Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’den bizzat dinlediği ibret dolu hatıralarından bazı kesitleri birleştirerek takdirlerinize takdim ediyorum..
1918’lerde Osmanlı’nın bir numaralı insanı Padişah Vahdettin ise, ikincisi de onun sağ kolu sayılan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi olacaktır. Ancak Mustafa Sabri Efendi
İstanbul’da siyasetle de
hizmet etmeyi düşünen bir ilim adamıdır... Bu sebeple baştan desteklediği İttihatçıların sağlam düşünmediklerini tespit ettikten sonra ayrılmakla kalmaz, karşılarına da geçer... İttihatçılar ise bunu hazmedemez, hocanın peşine düşerler. Bir gece yakalamak için şeyhülislamın Fatih’teki evinin kapısını çalarlar. Zaten böyle bir baskını bekleyen şeyhülislam hemen evinin çatısına çıkar, bitişik binanın damına geçer, geniş bacasından aşağıya inerken yarısından sonra güm diye evin içine düşer. Gürültüye koşan ev sahibi hocayı karşısında görünce önce şaşırır, sonra da korkar, “Seni burada görürlerse evinde saklıyor diyerek bana kötülük ederler, hemen burayı terk et...” der. Şeyhülislam yağmurlu gecenin karanlığında evden çıkıp bitişikteki bir
kereste deposunda tahtaların arasında gecelemeye mecbur kalır, sabaha karşı ilerideki medreseye gider, öğrencilerine kimselere duyurmamaları tembihinde bulunur, eve gönderdiği haberle de komşu bakkala çamaşırlarını göndermelerini, oradan aldıracağını duyurur. Hafta boyunca aramaların devam ettiğini öğrenince bir tüccar dostuna rıhtımda bekleyen
Romanya vapurundan
bilet aldırır, sabaha karşı gizlice kayıkla sahilden vapura çıkarak Türk sularından çıkıncaya kadar geminin kömürlüğünde saklanır, sonra ortaya çıkıp Romanya’ya varınca iner,
Bükreş’te yerleşir. Ancak bir süre sonra şartlar değişir, kendisini burada yakalayıp önce hapse a
tarlar, sonra da gelen bir ekiple İstanbul’a (belki de idam edilmek üzere) getirilir, Harbiye nezaretinde beş saat süren bir tartışmadan sonra şeyhülislamın samimiyetine inananlar idamdan kurtarırlar... Aradan yine zaman geçer, ülkedeki şartlar daha da aleyhte gelişir. Artık sokaklarda “Biz Osmanlı ailesi tanımayız, onları da Ali Kemal’in akıbetine uğratacağız!..” tehditleri kasti olarak kendilerine duyurulur. Bunun üzerine 1922’de Mustafa Sabri Efendi,
Sultan Vahdettin ile birlikte ailecek bir
İngiliz zırhlısıyla İstanbul’dan ayrılıp
İskenderiye’ye ulaşırlar. Burada Türk konsolosunun şahsi gayretkeşliğiyle domates ve
çürük yumurta atılarak karşılanırlar... Bu saygısızlığı fırsat bilen Osmanlı karşıtı
Mekke Emiri Şerif Hüseyin ise gönderdiği bir gemiyle beklenmedik bir ilgiyle bunları alıp
Cidde’ye çıkarır, oradan da Mekke-Medine ziyaretlerini yaptırıp serin bir havanın hakim olduğu Taif’e gönderir. Bu hürmetten şüphelenen şeyhülislam bir de öğrenir ki, İngilizler Osmanlı’ya
isyan ettirdikleri Şerif Hüseyin’i
Müslümanların halifesi olarak ilan etme hazırlığındalar. Sultan Vahdettin ile şeyhülislam da ellerine düşmüşken bunlara da bu ilanı tasdik ettirmek niyetindeler. Durumu Vahdettin’e anlatır. Oradaki havanın kendilerini
hasta ettiği gerekçesiyle bir gemiyle hemen geriye dönerler. Şeyhülislam
Yunanistan’a, Padişah da
İtalya’ya geçmek zorunda kalırlar.
Hocaefendi bu defa Gümülcine’deki Müslümanlardan sağladığı destekle boş durmaz “Yarın” adında bir
gazete çıkararak
Türkiye’deki yönetimin yanlışlarını olanca açıklığıyla manşete taşır. Sınırda tarla süren köylülerle de gazeteyi Türkiye’ye ulaştırırlar. Bundan rahatsızlık duyan
Ankara ise gazetenin kapatılıp hocanın sürülmesini talep eder... Gazete kapatılır; ama hocaya dokunulmaz. Bu sıralarda İtalya’nın San Remo şehrinde rahatsızlandığını duyduğu
padişahı ziyarete giden şeyhülislam, merhamet istismarcısı bir adamın, padişaha: “Bir sürü
dava arkadaşlarımız buralarda açlıktan sürünüyorlar,
yardıma muhtaçlar...” diyerek beş yüz
altın yardım aldığını öğrenmesi üzerine, eskiden tanıdığı
Ahmed Hamdi Topbaş Bey’e durumu anlatır, yokluk içindeki padişahın parasını bu dolandırıcıdan almasını ister...
Hamdi Topbaş Bey, tanıdığı eski İttihatçı adamı bulduğu otelinde, tabancasını çekerek, “Ya yokluk içinde kıvranan
sultandan aldığın paraları geri verirsin ya da seni burada temizlemek zorunda kalırım.” diyerek on altın eksiğiyle parayı kurtarır, ertesi gün merhametli sultana geri verirler. Ne var ki yanına hazineden
kuruş almayan padişahı bu da kurtarmaz… 1926’da 65 yaşında İtalya’nın San Remo şehrinde vefat ettiğinde Müslümanların borçlarını ödeyerek alacaklılardan ancak kurtardıkları cenazesi, Şam’daki
Süleymaniye külliyesinin haziresine nakledilerek ecdadının yanına defni sağlanır;
imtihan ve ibret dolu bir hayat da böyle son bulur…
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ise: “Gazete kapatıldı, burada hizmet yok, ölüp de
yabancı mezarlığına gömülmektense bir Müslüman ülkeye iltica etmeliyim” diyerek Müslüman devletlerin konsolosluklarından ülkelerine iltica izini isterse de hiçbiri böyle bir yazı verme cesaretini kendinde bulamaz, sadece Mısır konsolosu her şeyi göze alır ve şeyhülislamın Mısır’a girme yazısını verir, 1954’te vefat edeceği Mısır’a son
yolculuk da böylece gerçekleşmiş olur.
Ali Ulvi Kurucu’nun 2 ciltlik hatıraları o devre ait böyle ibretli olaylarla doludur.
ZAMAN