"Birlik, Dirlik ve Beraberliğin Yolu" başlıklı Bamteli sohbetinde muhterem Hocaefendi, önemli değerlendirmelerde bulundu. İşte Hocaefendi'nin yeni sohbeti....
"Müslümana “çete” diyen, “şebeke” diyen, “eşkıya” diyen ve onları inlere sığınmış goriller gibi, maymunlar gibi gören.. bunlar partallaşmış düşüncelerin sözlere, düşüncelere, ifadelere aksedişinden başka bir şey değildir ve bunlarla hiçbir eğri düzeltilemez. İnsanlığın beklediği o hakikatler hiçbir zaman bunlar sayesinde kazanılamaz" diyen Hocaefendi, "Hakka-hakikate hizmet edenler, adanmışlar.. ömürlerini bazıları itibarıyla cami pencerelerinde -iffetlerine toz kondurmamak için- geçiren insanlar.. o cami pencerelerini “in” şeklinde görme; iki metre genişliğindeki tahta kulübeleri “in” şeklinde görme, sırf halka el açmamak, dilenmemek, hak yememek için hayatlarını belli bir darlık içinde o darlığa mahkum ederek geçirmek isteyen insanların o darlıklarını “in” gibi görme, esasen “in”in neden ibaret olduğunu bilmemenin ifadesidir. Evet, böyle diyecekler ve sizi bu tür düşüncelerle mâşerî vicdanda belli şeylere mahkum etmek isteyecekler ama bunların hepsi seviyesizliğin ifadesidir. Betahsis “densiz” tabirini kullanmadım. Hakka gönül vermiş insanlar, Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın yolunda olanlar, bence aynı şeylerle de mukabele etmemeli" ifadelerini kullandı.
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 22 Aralık 2013 tarihinde (Türkiye saatiyle 10:30'da) yaptığı sohbet:
* Âdet olan şeylerde enbiya-i izamın taklit edilmesi ibadet sayılabilir. Başkalarının yaptığı şeyleri taklit birer saygının ifadesidir. Asıl mesele enbiya-i izâmdır; yemede, içmede, yatmada kalkmada, oturmada, konuşmada, hemen hayatın her yanında.. çünkü onlar bütün bir hayatı talim etmek üzere Allah tarafından gönderilmiş hususi, özel, âli payeli, mansıplı, semavî muallimlerdir -mücerred muallim tabiriyle ifade etmek istemedim-. Bir mecburiyet yoktur ille de onların o detaya ait taklitlerine; fakat hâlis bir niyetle detayda bile onları taklit ederek tavır ve davranışlarınızı bir yönüyle ibadet olarak, ibadet hanesine yazdırmış olursunuz. Âdetler de ibadet olur. Şöyle yerdi, şöyle içerdi, şöyle otururdu, şöyle kalkardı.. halkın içine çıktığı zaman çevreye şöyle tebessüm yağdırırdı.. en bedbin ruhlara bile onların yüzlerine bakmak suretiyle içlerine inşirah salardı. Bunlarda, belki başta iradeyi zorlayarak -her meselede öyledir zaten- biraz câli, sun’î, şeklî, nazarî durum; fakat sonra işleye işleye mesele tabiatın bir derinliği haline gelince, bu defa onları bir iç dinamizmle gerektiği yerde hemen ortaya koyar insan hiç farkına varmadan.. düşünmeden diyeceği şeyleri der. “Sübhanallah” diyeceği zaman düşünmeden der. “Allahu Ekber” diyeceği yerde düşünmeden der. İç heyecanının ifadesidir. Bütün bunlara isterseniz “iç tepki” deyin, “iç dinamizmin harekete geçirilmesi” deyin, isterseniz “vicdanın sesi-soluğu” deyin, isterseniz “latife-i rabbaniyenin dürtüsü” deyin, isterseniz “ruhun yönlendirmesi” deyin.. Bunlar sofi terminolojisi içinde mahiyet-i insaniyede çok önemli sistemler, mekanizmalar…
* Keşke her meselede mutlaka iktida edilmesi kazandıran o zatları taklit edebilsek! Her meselede İnsanlığın İftihar Tablosu başta olmak üzere, milimi milimine O’nun adımlarında O’nu izleyen, O’nu yakın takibe alan O’ndan sonraki sâdık u masdûk o büyük insanları.. ister sahabe-i kiram çerçevesinde meseleyi ele alırsınız, ister tabiin-i fiham efendilerimiz, isterse daha sonraki dönemdeki müçtehidin-i izam ve hiçbir asrı boş bırakmamak üzere o nurefşan Zât’ın zıll-ı ziyasını insanlara ifade etmek üzere gelen mücedditler.. sabit o hakikati insanların ruhunda her asırda yeniden bir kere daha bir yönüyle onun boyasını çalarak gözlere göstermek, ruhlara hissettirmek, kalbleri onunla heyecana getirmek üzere yenileyen insanlar.
* Cenâb-ı Allah dinini her zaman “cedîd” kimselere, matlaşmamış, eskimemiş, paslanmamış, kalben ölmemiş, hep yeni ve zinde insanlara temsil ettirir. Nitekim, Mâide sûresinin 54. ayetinde şöyle buyuruluyor:
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, (bilsin ki), Allah öyle bir kavim getirir ki, O, bu kavmi sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı yüzleri yerde, kâfirlere (küfür sıfatlarına) karşı ise onurludurlar. Allah yolunda mücahede ederler ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, atâsı, ihsanı çok bol olan Vâsi’ ve her şeyi en iyi şekilde bilen Alîm’dir.”
* Cenab-ı Hak, başka bir ayet-i kerimede de
“Eğer isterse sizi götürür ve cedid bir kavim getirir.” (İbrâhim Sûresi, 14/19; Fâtır Sûresi, 35/16) buyuruyor. Dilerse böyle partallaşmış, eskimiş, dinin tozu-toprağı sadece üzerlerinde, kalblerinde onu derinlemesine yaşamayan, geceleri ah u vah etmeyen, başlarını yere koyup inlemeyen, derin bir muhasebe hissiyle kendilerini insanların en mücrimi görmeyen ve kendi hayallerinde büyüttükleri o cürümlere göre istiğfarla inlemeyen, tövbeyle o kapının tokmağına dokunmayan, inâbeyle sürekli O’nun murad-ı sübhanisini kollamayan, evbeyle her zaman “Dahası var mı ya Rabbi, öyle olayım!” demeyen insanları alır götürür -işe yaramadıklarından dolayı- yeni, cedit bir nesil getirir. Oturur kalkar hep onu düşünürler. Ve O’nun murâd-ı sübhânisine göre bir dünya kurgusunda bulunurlar; yani “İnsanlar keşke şöyle olsa, böyle derin olsa, imana saygıları olsa, insana karşı saygıları olsa, insan hürriyetine karşı saygıları olsa, insanları saygılarıyla ansalar.” (diye dertlenen) böyle bir kavim getirir. Ve insanlığın çehresi o sayede değişir. Yoksa duygu ve düşünce itibariyle partallaşmış, eskimiş şeyleri ruhaniler ve melekler alır bir tarafa atarlar, insan hiç farkına varmaz bunun.
* Arkadan yeni bir nesil, topraktan başını dışarıya çıkaran rüşeymler gibi başını dışarıya çıkarır, başağa yürür. Bir müddet de o ceditlerle cedit bir dünya oluşur. İman, yeni gökten inmiş gibi duyulur. Herkes meseleyi Hazreti Ebu Bekir gibi, Hazreti Ömer gibi, Hazreti Osman gibi, Hazreti Ali gibi duyar. Aşere-i mübeşşere gibi duyar. Hak dostları gibi duyar. Sanki böyle gökten yeni inmiş şebnemler gibi ruh yapraklarına dökülmüş de tazeliğiyle onu duyuyor ve heyecana geliyor gibi hissederler ve din gerçek manada, İslamî ruh ve mana gerçek manada, mefkuremiz gerçek manada, ruh abidemizin ikamesi de gerçek manada ancak o cedid nesille gerçekleşir. Yoksa birbirinin ayağını kaydıran, istemediği insanlara çelme takan, nâsezâ nâbecâ sözlerle insanları karalayan insanlar, Müslümanlık deseler de ondan fersah fersah uzaktırlar. Din deseler de ondan fersah fersah uzaktırlar.
* Müslümana “çete” diyen, “şebeke” diyen, “eşkıya” diyen ve onları inlere sığınmış goriller gibi, maymunlar gibi gören.. bunlar partallaşmış düşüncelerin sözlere, düşüncelere, ifadelere aksedişinden başka bir şey değildir ve bunlarla hiçbir eğri düzeltilemez. İnsanlığın beklediği o hakikatler hiçbir zaman bunlar sayesinde kazanılamaz. Emekler durur insanlık ve sürekli beklediği ümitlerinin inkisarıyla bir kere daha asâ gibi bükülür iki büklüm olur. Bir kere daha inler, bir kere daha inkisar yaşar. Bir kere daha ateş böceklerini Sirüs yıldızı gibi alkışlamış olmanın aldanmışlığı içinde hicap duyar, başını önüne eğer, “Affet beni Allahım!” der.
* Hakka-hakikate hizmet edenler, adanmışlar.. ömürlerini bazıları itibarıyla cami pencerelerinde -iffetlerine toz kondurmamak için- geçiren insanlar.. o cami pencerelerini “in” şeklinde görme; iki metre genişliğindeki tahta kulübeleri “in” şeklinde görme, sırf halka el açmamak, dilenmemek, hak yememek için hayatlarını belli bir darlık içinde o darlığa mahkum ederek geçirmek isteyen insanların o darlıklarını “in” gibi görme, esasen “in”in neden ibaret olduğunu bilmemenin ifadesidir. Evet, böyle diyecekler ve sizi bu tür düşüncelerle mâşerî vicdanda belli şeylere mahkum etmek isteyecekler ama bunların hepsi seviyesizliğin ifadesidir. Betahsis “densiz” tabirini kullanmadım. Hakka gönül vermiş insanlar, Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın yolunda olanlar, bence aynı şeylerle de mukabele etmemeli. Hatta gözleriyle görseler bile.. Nitekim benim, velayetinden, hakka karşı gözünün açık olduğundan şüphem olmayan birisi, birisinin genel mefkuremize ve düşüncelerimize, gaye-yi hayalimize ve ideallerimize ters insanların arkasına takılıp -onlara takılmak suretiyle bir yere varacağını zanneden bir insan- onlar girdikleri yerde gorillere dönüşmüşlerdi, o da arkalarından girince, o da gorile dönüşmüş. Ama ben bunu kimseye söylemedim. Bunu kimseye söylemek bir insanı içine düştüğü o çamur içinde “Oh müstehak!..” demek gibi bir densizliktir. Mü’mine öyle bir densizlik yakışmaz.
* Kimin“in”de olduğunu Allah görüyor. Hazreti Ruh-u Seyyidu’l-Enâm da onu görüyor. Mele-i A’lânın sakinleri de şahittir. Fakat siz bu türlü şeyler karşısında, Kur’an’a gönül vermiş insanlar.. her kategoride.. bir mefkurede, bir gaye-i hayalde, bir Kur’anî mantıkîlikte, bir Din-i Mübîn-i İslama ait mâkûliyette bir araya gelmiş insanlar.. (Bunları kategorilere ayırdığınız zaman şöyle olabilir: Kardeş seviyesinde olabilir; çok rahatlıkla, Sahabenin birbirini kucakladığı gibi kucaklayabileceğiniz insanlar. “Canım, ırzım, her şeyim sana feda olsun!” diyecek kadar yakındır. Dost olur, meselenin makuliyetinde sizin yanınızda olur. Taraftar olur, “Yapılan bu şeyler milletimizin geleceği adına çok faydalı şeylerdir!” der. Muhib olur, “Bu insanları sevgi alanının dışında tutmamak lazım”. Beyne beyne olur, ârafta olur; sağa bakar, sola bakar, bir yönüyle mâkulü orada görür ve mâkule göre karar verir, “Bu isabetli bir iş!..” der; “Mabede gitmek gibi isabetli bir iş!” der, “Dünyanın yeniden bir hakikat üzerinde bir ba’s u ba’de’l-mevt yaşaması ancak bu sayede olacaktır!” der o âraftakiler. İşte böylesine gayr-i mütecânis fertlerden müteşekkil bir heyet…) Bunlar bir şey yapıyorlardır ve bunlar bu yaptıkları şeylerden dolayı ta’n u teşnîye maruz kalabilirler. “İnlerdeki maymunlar, goriller, ayılar, sırtlanlar, yılanlar, çıyanlar gibi…” “İn” deyince onlar anlaşılır. Bu türlü töhmetler, ittihamlar karşısında kalabilirler. Fakat böylesine seviyesizliğe böyle seviyesizce mukabelede bulunmamak lazım. “Allah bizi de sizi de affetsin!”, “Allah kalblerimizi ıslah eylesin!” demekle mukabelede bulunmak lazım.
* Bir tavzihte daha bulunmak istiyorum. Siz şahitsiniz ben burada dedim ki: “Eğer birileri.. biz de dâhiliz buna ve bize nisbet edilen insanlar da.. -nisbetleri ne kadar doğru.. şu arz ettiğim kategori içinde olabilir- ve bunların binde birini ben tanımıyorum. Eğer onlar ve biz, bir yanlışlık yapıyorsak, Allah’ın ahkâmına göre, Cenâb-ı Hakk’ın murâd-ı Subhânîsine göre, adalet-i Kur’aniye’ye göre, modern hukukun adalet sistemine göre, bir yanlışlık yapıyorsak şayet, topluma hıyanet sayılacak bir yanlışlık yapıyorsak şayet, geleceğimizi karartma adına bir yanlışlık yapıyorsak şayet, Allah evlerimize ateş salsın, bizi yerin dibine batırsın!..” Bir şeye güvenerek böyle dedim. İnanıyorum ki, sizin içinizde, şu farklı kategorilere rağmen, şu gayr-i mütecânis toplumun değişik kategorilerdeki farklı renk, desen, şekil ve şivelerine rağmen, böyle bir şeye sukût etmiş insan yoktur inşaallah ve dolayısıyla da inşaallah Allah onların evlerine ateş salmaz. Sonra da dedim: “Hakka ve hakikate karşı saygısızlığı kim yapıyorsa, harâmîliği kim yapıyorsa, hırsızlığı kim yapıyorsa, milletimizin halâsı adına, arınması adına, aklanması adına, aklık peşinde koşanların aklanması adına, Allah onların evlerine ateş salsın.” Ama görüyorum ki sadece bu son kısmı bir yönüyle İnternette, “tweet”lerde, gazetelerde neşretmek suretiyle meseleyi çarpıtma hıyanetini irtikâb eden, kara ruhlu, kara düşünceli, kara vicdanlı, kara kalemli bir sürü kara-kapkara insan var. Meseleler böyle çarpıtılınca, bir kesime de meseleler öyle gidiyor; dolayısıyla toplumun değişik kesimleri birbirinden kopuyor ve uzaklaşıyor. Tavzihte bulunma lüzumunu hissettim; çünkü çirkin, densiz, seviyesiz bir iftira ve çarpıtmaydı.
* Haziran fırtınasında dine-diyanete karşı gelenler, kesme, biçme, yapıştırma, montajlama şeklinde o türlü bantları öyle yaptı, piyasaya sürdü ve bir şeyi karartmaya çalıştılar. Fakat oyunları tutmadı. O adliye içinde hakkaniyete bağlı, adalete bağlı, kalbiyle, ruhuyla, latîfe-i rabbânisiyle dipdiri hâkimler de vardı. İnşaallah hepsi öyle olsun, inşaallah hepsi öyledir. Ve Cenâb-ı Hak onlara o mevzuda doğruyu, isabeti gösterdi ve doğru ve isabetli bir karar verdiler, sıyrılma imkânı oldu. Buraya da geldi 300 sayfalık iddianame. “Bakarken, sağa bakman gerekirken sen sola bakmışsın, niye sola baktın?!. Efendim öne bakman lazım gelirken bazen dönüp arkaya da bakmışsın?!.” falan. Buradaki savcı, New Jersey’in başsavcısı, hezeyan sayılabilecek bu iddianamenin değişik paragrafları, maddeleri hakkında, meseleyi o kadar çok komik bulmuştu ki, hakkâniyetli davranmıştı. Falanın filanın bu mevzuda yardımı ile değil, hiç tanımadığımız, etmediğimiz bir insan, vicdanın sesini ve soluğunu dinleyerek burada, meseleleri yerinde değerlendirmiş ve ona göre bir rapor göndermiş, oradaki insaflı hâkimler de ona göre karar vermişti.
* Hiç kimseye karşı medyûniyetimiz yok, hiç kimseden hakkımızın dışında da bir talepte bulunmadık. Ancak din-iman hizmeti adına, mefkûre donanımı adına, gâye-i hayâli ikâme etme adına, insanlığın kalbde, gönülde, ruhta, sırda, histe, hafîde, ahfâda bir ba’s u ba’de’l-mevt yaşaması adına verilen hizmeti dinamitlemeye karşı da, karşı çıkmak, bunu tasvip etmemek, ama centilmence, ama efendice, kimseyi kırmadan incitmeden.. bu da Hakkın hatırına bir vazifedir. Bunu yapmamak, Hakk’a karşı saygısızlık olur. Allah’a hesap veririz. Burada da dimdik durma bizim vazifemizdir. Misyonumuzun gereğidir.
* O misyonu temsil eden insanlar, -yine siz o kategoride mütalaa edilen insanlara havale edin- demek ki mesele çok sâlim; akl-ı selîm, kalb-i selîm, ruh-u selîm, vicdan-ı selîm olan insanlar bu meseleye “evet” diyorlar. Problemi olan insanlar “hayır bu olmasın” diyorlar. Akılda, kalbde, ruhta, histe, vicdanda problemi olanlar; yani selîm akla, selîm kalbe, selîm hisse, selîm vicdana sahip olmayanlar, bu mevzuda meseleye problem nazarıyla bakıyorlar. Bütün o çirkin planların, projelerin, komploların arkasında olan şey odur.
* Müstakîm harekete komplo deniyor, hıyanetin denâetin deşifre edilmesine komplo deniyor; hıyanet ve denâet müdafaa edilmeye çalışılıyor.
* Kimsenin hıyanet ve denâetini deşifre etme gibi bir vazifemiz yok. Fakat birileri onu yapmışsa, yapıyorsa şayet, ele almışsa, üzerine yürümüşse, o da bizi aşan bir mevzu. O mevzuda müdahale etme durumunda değiliz. Elli defa değiştirmeden sonra, operasyondan sonra, hâlâ birileri çıkıp böyle yapıyorsa, deriz ki: “Ne yapalım değiştirdiniz, aynı adamlar aynı şeyleri yapıyorlar. Değiştiriyorsunuz yine aynı şeyleri yapıyorlar. Ne yapalım!..”
* El-İnsaf. İnsaf dinin yarısıdır. İnsafı olmayan dinin yarısını kaybetmiştir. Burada er-geç hüsran yaşar, orada da ilahî hizlâna maruz kalır. Allah sizi bizi ve bütün mü’min kardeşlerimizi öyle bir hüsran, öyle bir hizlândan muhafaza buyursun.
* Başka türlü konuşamayız zaten. Şahısları söz konusu edemeyiz. Şahsî ayıpları setretmeyi vazife biliriz. Ve onunla Cenâb-ı Hakk’ın bize lütufta bulunacağına inanırız. Onu dinimiz adına bir sorumluluk biliyoruz, dinimiz adına önemli bir vazife biliyoruz. Ama birileri tarafından bazı şeyler deşifre edilmişse ve onu önleme bizim elimizden gelmiyorsa şayet, o mevzuda isnâdât karşısında herhalde tavzih adına, tashih adına bir şey söylemek.. kendini dine, imana, hizmete vakfetmiş bu insanların itibarı adına, onların karalanmaması adına onu da bir vecibe biliyoruz.
* Bunca insan senelerden beri -altmış seneden beri neredeyse Hazreti Pir’in ve onun talebelerinin hayatıyla irtibatlandırılacak olursa şayet- kulübe gibi, “in” gibi yerlerde yaşıyor, hakkı, hakikatı neşrediyorlardı ve dünyevî bir beklentileri de yoktu. İsteselerdi onlar da bir şey olurlardı. İçlerinde olacak insanlar da vardı, belki isteselerdi olurlardı. Fakat öyle değil. Esasen gaye-i hayalimize, o yüksek mefkuremize, millet ruhunun yeniden canlandırılmasına, tarihî misyonunu milletimizin ifade etmesi adına, devletler muvazenesinde belli bir dönemde muvazene unsuru olmasını yeniden elde etmesine matuf gayretler adına akla hayale gelmedik çileler çekilmiş, ızdırablara maruz kalınmış. Bizim çektiğimiz onların çektiğinin yanında onda bir kalır, onda bir bile olmaz.
* Altmış senesinden bu yana, bugün şunu bunu tenkit eden insanlar, ekmeğe “pepe” dedikleri dönemde polisler tarafından tazyik ediliyor, ölümle tehdit ediliyor, bazen birisi imdata yetişmezse şayet bir suikaste maruz bırakılıyorduk…. Askerlik öncesi… Askerde de içeri atılıyorsunuz, sadece Allah, Peygamber dediğinizden dolayı. Ondan sonraki hizmet hayatında, vazife hayatında başımıza gelen şeyleri sizler biliyorsunuz. Onda birine maruz kalan insanlar, onu destanlaştırdılar, onu bir kahramanlık saydılar. Biz bütün hayatımız boyunca hep aynı şeyleri yaşadık.
* Kimsenin bir müslümana karşı -hafizanallah- çelmeye getirme, onu elenseye alma, onu kündeye getirme gibi bir düşüncesi yok. Allah herkesi istediği şeyde payidar eylesin. Daha ilerisine, daha ilerisine, daha ilerisine… Türkiye’de zirveyi tutmanın dışında, isterse Avrupa’da da zirveyi tutsunlar, Asya’da da zirveyi tutsunlar, Afrika’da da zirveyi tutsunlar; liyakatleri varsa ve mâşerî vicdanın kabulüne mazhar iseler olsunlar, öyle dua edelim. Allah payelerini artırsın, arş-ı kemalata yükseltsin onları.
* Fakat bizim öyle bir derdimiz hiç olmadı, hiç olmaz. O türlü şeyleri söylemeden hicap duyuyorum. Bir insanın dünyaya en çok meyledeceği zaman, gençlik zamanıdır. Yirmi yirmibeş yaşındayken o türlü şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde ittim, bugünleri de görmeden ittim. Allah’a hamd ederim dünyaya karşı hiçbir talebim olmadı. Bir tane dikili taşım olsun, onu bile taleb etmedim. Onun için ömrüm cami penceresinde, tahta kulübede, şimdi de sürgünde geçiyor. Kirasını vererek bir vakfın mekanının bir odasını kullanıyorum burada. Mâşerî vicdan da bunu böyle bilsin. Su-i zan edenler su-i zanlarından vazgeçsinler. Ben hakkımı helal ederim yerden göğe kadar. Fakat Allah hukukuna taalluk eden meselelerde ahirette paçalarını kurtaramazlar, yakalarını kurtaramazlar.
* Ben kirli demiyorum, mâşerî vicdanın kirli diye kabul ettiği bazı durumlar olmuşsa, onlardan arınmanın yolu, kursaklardaki, kolonlardaki o şeyleri atmak suretiyle aklanmaktır. Aklanmak suretiyle itibarımızı bir kere daha yenilemektir. Millet ruhunda vahdeti temin etmek, vifak ve ittifak yollarını araştırmaktır. Vifak ve ittifak yollarına müteveccih her hamle, Allah’ın izni ve inayetiyle tevfik-i ilâhinin en önemli vesilesidir.
* “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez / Toplu çarptıkça yürekler, onu top sindiremez.” Yüreklerin toplu çarpmasını sağlamak lazım. Birine çete, birine eşkıya, birine “in”deki goril, maymun gibi bakarsanız, gönüller bu ölçüde yıkılırsa, bunlar bir yönüyle mantık ve maslahatın gereği iltizamlarını devam ettirseler bile kalben sizi duadan dûr ederler. Ama biz etmeyeceğiz, duadan dûr etmeyeceğiz. Allah topyekun milletimizi payidar eylesin. Payesini ta arşa çıkarsın. Efradı beyninde adaletin teessüsüne onları muvaffak kılsın. “Milletin efradı beyninde olmazsa adalet / Çakılır zemine arşa çıkan paye-i devlet.” Ona meydan vermemek için milletin efrâdı beyninde adaletin tesisine bakmak lazım.
‘Birlik, dirlik ve beraberliğin yolu' başlıklı yeni sohbeti bugün saat 11.00’de Mehtap TV'den izleyebilirsiniz.