Eyvah; Ramazan geldi!

Gönüllerin oruç oruç yıkandığı şehr-i Ramazan'ın avdeti vesilesiyle eyvah denir mi?

Eyvah; Ramazan geldi!

Tabii ki denmez aslında. Lakin Türk medyasının müzmin bazı tavırlarını hatırlayınca her Ramazan eyvah demek zorunda kalıyor insan. Ramazan'ın gelişi irtica haberlerinden bellidir. Bir yandan ürkünç (!) haberler yapılırken diğer yandan da gazeteler Ramazan promosyonuna başlar. Sözü uzatmaya ne hacet; 5 Eylül'de yayınlanan Milliyet'i arşivleyin; hatta çerçeveleyip Ramazan hatırası diye işyerlerinize asın. Gazetenin manşeti "Yolda Zorunlu Namaz Molası". Sürmanşette Surelerin Tefsiri adlı bir kitap ve 9 kupona verilecek eserle ilgili tanıtıcı şu cümle: Namazda okunan surelerin tefsiri. İronik ve kronik bir vak'a ile karşı karşıyayız. "Namaz molası" haberini okuyunca kadim irtica haberleri ile bunun arasında bir farkı görmedim dersem yalan olur. Haber "bir yolcu"ya dayanarak verilmiş. Eskiden bu tip haberler "üst düzey bir yetkili"ye dayandırılarak nakledilirdi. Her neyse... Samimiyetimle söylüyorum; bizim medya, bu tip haberleri tamamen art niyetle yapmıyor. İki sıkıntı göze çarpıyor: Dinî bilginin eksik olması ve toplumdan kopuk yaşanması. Türkiye'de onlarca yıldır yapılan bir uygulama var; hemen her dinlenme tesisi küçük bir mescit yapmış zaten. Nerede mola verirseniz verin, dileyen gidip o küçücük mekânlarda namazını kılabiliyor. Alışveriş merkezlerinde de, "kebapçılar"da da benzer bir uygulama var. Bu durum ne namaz kılanı şımartıyor, ne kılmayanı mahcup duruma düşürüyor. İnsanlar sessizce çekilip bir kenarda namazını eda ediyor. Bunu toplum onlarca yıldır çözmüş; siz "bir yolcu"nun ihbarıyla müthiş bir haber (!) havasına girince insanlar rahatsız oluyor. Tepkiler yükselip "namaz düşmanlığı" gibi ağır ifadeler kullanılınca da "hayır, biz namaz düşmanı değiliz" deniyor. Doğru. Namaz düşmanı demek ağır kaçıyor; ancak ısrarla namaz aleyhtarı gibi gözükünce algı bu noktaya doğru kayıyor. Keşke böyle bir görüntü hiç verilmese. Ramazan'ı sabote eden haber örnekleri Bana "Eyvah" dedirten Ramazan korkusuna dönüyorum. Niçin? Üzülerek söylemek zorundayım ki Ramazan'da bazı fermanların muhabirlere ulaştığı hissine kapılıyorum. Basit bir kuruntudan ya da iflah olmaz bir takıntıdan dolayı kapılmıyorum bu hislere. Somut hadiseler var kuşkumu destekleyecek. Maalesef bazı yazı işlerinde Ramazan'da şu tür cümleler havada uçuşuyor; en azından öyle bir hava seziliyor: 1) Oruç tutmadıkları için dayak yiyenlerin derhal tespiti; şayet böyle bir vak'a bulunamazsa herhangi bir kavga görüntülerine Ramazan'a mahsus bazı kadrajların yapılması. Örnek mi? Çok; ama en yenisini, en unutulmazını hatırlatayım. "Liseli gençler, Ramazan'da içki içen kişiyi öldürdü" diye bir haber yayınlandı geçen sene. Olay araştırılınca anlaşıldı ki okul dönüşünde bir grup, bir gencin önünü keserek haraç ister ve kavga çıkar. Ne yazık ki bir gencin hayatını kaybettiği hadiseyi bazı gazeteler oruçla, Ramazan'la irtibatlandırmışlardı... 2) Ramazan'da alkol aldıkları için dayak yiyenlerin tespiti; bulunamazsa, İstiklal Caddesi veya Sakarya Caddesi gibi bir yerde pusuya yatılıp, kavga eden sarhoşların fotoğrafının çekilmesi. "Haydi canım sen de! Olur mu öyle şey!" demeyin sakın. Geçen sene gazetelerde boy boy fotoğrafı basılan iki gencin yerdeki hallerini hatırlayın lütfen. "Sahurda İçki Dayağı" deniyordu haberlerde. Ankara'nın göbeğinde (Çankaya'da) ellerindeki bira şişeleriyle yürüyen gençlerin bir grup tarafından darp edildiği söyleniyordu. Polisin yardımıyla kendilerini kurtaran gençler, ambulansı kabul etmeyip taksiyle olay yerinden uzaklaşmıştı. Anlatılanlar buydu. Gerçekler bambaşka. Sopa yiyen gençlerle, onları dövenler aynı barda eğlenen bir grup çıkmıştı. Haberde tek doğru, kavganın çıkmış olmasıydı; gerisi Ramazan ayına özgü palavralar... 3) Ramazan davulundan rahatsız olan vatandaşlarımızın bulunması; hatta davul yetmez, ezandan duyulan rahatsızlığın gündeme getirilmesi. Bu tür haberlerin ironik ve kronik bir çerçevesi de belirgin hale geldi son yıllarda. Davul haberlerinde belediyeler "AKP ve CHP belediyeleri" diye ikiye ayrılıyor ve o cepheden müthiş (!) haberler yapılıyor. Geçen sene bir gazetemiz İstanbul'un ilçelerini "davul çalınanlar ve çalınmayanlar" diye ikiye bölmüş ve buradan çok ilginç çıkarımlar yapmanın yollarını öğretmişti (!) herkese. 4) Öğle vakti üniversite kantininde yemek yiyenlerin saldırıya maruz kalması. Bu da klasik bir Ramazan haberciliğidir. Özellikle "ülkücü gençler"in kantin baskını yaptığı söylenir. "Öğrenciler iftar vakti sınav istemiyor" türünden haberler de etkili olabilir. Gerçi bu sene sınav dönemi Ramazan'a denk gelmedi; ama yine de buradan bazı bilgiler derlenebilir. "Biraz mübalağa yapıyorsun galiba" diyenlere "Oruç tutmayan genci köprüden attılar" haberini hatırlatmak isterim. Gaziosmanpaşa Üniversitesi'nde yaşandığı söylenen olayın "ülkücü gençler"e fatura edildiğini ve haberlere aynen şöyle başlandığını hatırlatırım: "Her yıl Ramazan ayında özellikle Anadolu'daki üniversitelerde yaşanan 'oruç gerginliği' yine başladı." 5) Bütün futbol takımlarının oruç kontrolüne tabi tutulması. Futbol bu ya; kah kazanırsın, kah kaybedersin. Yükseliş dönemi de olur, düşüş zamanı da. Bizim medya her sene Ramazan'da takımları "mercek altına" alır. Kim düşüşe geçerse "oruç tutuyor(lar) da o yüzden performans düşüyor" diye taarruzda bulunuyor. Bu tür lafların çoğu hikâyedir. Ahmed Hassan kedi gibi bir futbolcuydu ve maç günleri bile oruç tutardı. Hocaları da ona saygı duyardı. Musevi bir futbolcu için dinî bayrama saygı gösterilip maç takvimi değiştirilir; ama nedense oruçlu futbolcu tartışması bu ülkede hiç bitmez. Bu sene de Ramazan'da puan kaybeden yandı demektir. Medya keşke halkın içine inebilse 6) Oruç nedeniyle kapalı tutulan lokantaların belirlenmesi. Ben kendimi bildim bileli bazı restoranlar; hatta bazı meyhaneler vitrinlerine "Ramazan münasebetiyle kapalıyız" levhası asar. Dine hürmeten yapılan bir jesttir bu. Zoraki bir durum olmadığı gibi, tadilat, tamirat için de yılda bir yakalanan bir fırsattır kimi zaman. Kutsala saygı duygusundan, "oruç tutmak zorunda mıyız" ya da "oruçlu insanların oruçsuzlara baskısı mı var" gibi manalar çıkarmak yanlış; ama yine de bu tür yakıştırmalar yapılır ülkemizde. 7) Oruç üzerine absürt beyanda bulunacak ve kıyısından köşesinden de olsa "Hoca" denebilecek insanların bulunması. Bu da ilginç bir metottur. Bazı kişiler bulunur, "denize girmek orucu bozar mı" nevinden soru(lar) yüz bilmem kaçıncı defa tevcih edilir. Son yıllarda bu iş biraz da erotik bir havaya büründürüldü. Abesle iştigal buna deniyor galiba. Basın mukaddes kavramların arasına bu tür mevzular sıkıştırmaktan acayip bir zevk alıyor; ancak halk nezdinde düştüğü durumu fark edemiyor... 8) Özellikle belediyelerin ve vakıfların yürüttüğü Ramazan çadırlarının incelenmesi. Oruç bir yönüyle açlık, yoksulluk duygusunun gün içinde paylaşılması anlamına geldiği gibi; diğer yönüyle de nimete erişmenin iftarla bütünleşmesini resmediyor. Sınıf farklarının ortadan kalktığı, insani paylaşımın gönülden yaşandığı iftar programlarına belediyeler ve vakıflar da katıldı. Çadırlar kuruluyor, iftarlara herkes davet ediliyor. Hayatı boyunca bu duyguyu paylaşmayan bir insanın köşesinden yaptığı itiraza bakar mısınız: "Fak fuk fon tufeylilerine para dağıttıkça halk sol partilere oy vermez". Sanki sol belediyeler hayırhahlık yarışında bulunup vatandaşla iftar sofrasında buluştu da halk gelmedi... 9) Abdullah Gül'ün Köşk'e çıkmasını değerlendirerek, bazı polemiklere kapı aralanması. Bu seneye mahsus olabilecek bir haber çerçevesi ile karşı karşıyayız: Sayın Sezer, Ramazan'da adeta kast-ı mahsusa ile su içmişti; en azından böyle algılanmıştı ve bu durum bazı medya kuruluşlarınca da destek görmüştü. Geçtiğimiz cuma günü verilen resepsiyona 400 küsur insan katıldı; sadece bir tane örtülü bayan vardı. Bunu bile birinci sayfadan görüp bir sürü aforizmaya kapı aralayanlar; herhangi bir oruç faslına da yeni bir sayfa açacaktır... Sözün özü şudur aslında: Bu ülkenin insanı nasıl kendi kültürel değerleriyle barışık yaşıyorsa, bu ülkenin medyası da aynı uyumu göstermek zorundadır. Oruç tutan da olacak tutmayan da. Namaz kılan da olacak kılmayan da. Hacca giden de olacak gitmeyen de. Ve hiç kimse diğerine saygısızlık etmeyecek. Herkesin kendi tercihi önemlidir! Toplum bunu anlamış, benimsemiş, özümsemiş durumda; ancak medyanın bu konuda mesafe alması gerekiyor. İşin doğrusu, eskisi kadar halktan kopuk değil medya; ancak mesafe hâlâ çok uzak, bu nedenle kendi insanını anlayamıyor; böyle olunca de derdini tam anlatamıyor. Keşke biraz da içeriden bakma cesaretini o devrimci ruhunda duyabilse... EKREM DUMANLI - ZAMAN
<< Önceki Haber Eyvah; Ramazan geldi! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER