Geçen hafta Kur'an'da yaş ve kuru her şeyin bulunduğu hakikatine temas etmiştik. Kur'an'ın dine
hizmet eden büyük şahıslara ve onların hizmet cereyanlarına da işaret buyurduğunu/buyurabileceğini söylemiştik.
Kur'an-ı Kerim'in
İslam ümmeti için çok önemli hizmet cereyanlarına işarette bulunuyor olmasını garip karşılayıp bu durumu uzak bir ihtimal olarak kabul edenler de olabilir. Ne var ki, Kur'an-ı Kerim devr-i risaletpenahîdeki pek çok şahıstan da bahsetmektedir. Dahası bu şahıslardan bir kısmının Yüce Beyan'da bahse konu olmaları şahsî faziletlerinden ötürüdür.
Asıl arz etmek istediğim konuya gelince: Sahabe-i Kiram arasında öyleleri vardır ki, hayatlarında belki çok az fedakârlıkta bulunabilmişlerdir. Kur'an böyle birini ele alır, onu destanlaştırır, bayraklaştırır ve tarihe mal eder. İşte bir-iki örnek:
Suheyb-i Rûmî, Rum diyarından geldiği için kendisine Rûmî denmiştir. Ancak bizzat kendisi; "Ben aslen Arap'tım, Rumların eline düştüm,
köle olarak satıldım." diyerek doğduktan sonra Rum diyarına götürülmüş olduğunu söyler. Mekke'ye Anadolu'dan geldiği için bazı tarihçiler de onun Türk olduğunu iddia ederler. Eğer hakikaten Süheyb-i Rûmî bir Türk ise bu da milletimiz için bir iftihar vesilesidir. Çünkü o, hakikat adına kalkmış, uzak diyarlara yürümüş, bulmuş, "ol"muş ve bulduğu hakikatte sonuna kadar sadakat içinde kalmış bir zattır.
İşte bu zat,
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret buyurduktan sonra, bir yolunu bulup tek başına Mekke'den Medine'ye doğru hareket eder. Ne var ki, Kureyş'ten bir topluluk, durumu haber alır almaz peşine takılır ve bir yerde onun yolunu kesiverirler. Hazreti Süheyb hemen bineğinden iner, ok çantasından oklarını çıkarır ve önündeki topluluğa şöyle seslenir: "Ey Kureyşliler topluluğu! Bilirsiniz ki ben sizin en iyi atıcılarınızdanım. Allah'a andolsun ki, sadağımdaki bütün okları atıp bitirmeden size bir ok attırmam. Oklarım bitince de sizinle kılıcımla mücadele ederim. Bundan sonra siz istediğinizi yaparsınız. Bu itibarla gelin sizinle anlaşalım. İsterseniz malımı-mülkümü, Mekke'de falan yere gömdüğüm şeylerin hepsini alın;
evet bunların hepsi sizin olsun fakat beni rahat bırakın, ben Resûl-i Ekrem'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gidiyorum." Kureyş topluluğu bu teklifi kabul eder. Süheyb-i Rûmî (radıyallâhu anh) de Medine'ye doğru yeniden yola koyulur; yola koyulur ve kendisini Medine'de yüce bir iltifat beklemektedir. Öyle bir iltifat ki, biz rüyada o iltifatın aşr-ı mi'şarını görsek uğrunda canlar feda ederiz. Mesela rüyada bile olsa Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize "hoş geldin" deyiverse, o kutlu, nurlu elini bir kerecik olsun bize uzatsa, biz de o nurlu, kutlu elini (sallallahu aleyhi ve selem) günahkâr dudaklarımıza bir kere götürebilsek, öyle zannediyorum ki, artık o dudaklar
cehennem yüzü görmez. Şimdi dönelim, Süheyb-i Rûmî'ye. O (radıyallâhu anh), Medine'ye vardığında, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayağa kalkar, onu istikbal eder ve şöyle der: "Allah (celle celâluhû) senin hakkında şu
ayeti indirdi: "İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah'ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah (cc) işte böyle kullarına pek merhametlidir." (Bakara Sûresi, 2/207) Süheyb-i Rûmî (radıyallâhu anh) Allah rızası için malını feda etmiş, müşriklere, "Siz benim malımı alın, fakat benimle Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) arasına girmeyin." demişti. O, böyle demişti ve hakkında bu ayet nâzil olmuştu. Bu bir fedakârlık tablosuydu ve bu tabloda açıktan açığa Hazreti Süheyb'den bahsediliyordu.
İkinci bir misal olarak Zeyd b. Hârise'yi (radıyallâhu anh) zikredebiliriz. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) evlatlığı olan Zeyd'i, halası Hazreti Ümeyye'nin kızı Zeynep (radıyallâhu anhâ) ile evlendirmişti. Ne var ki, Hazreti Zeynep, aslen köle olan Zeyd'i (radıyallâhu anh) kendisine denk saymadığından, tâ işin başından itibaren onunla uyum sağlayamamıştı ki neticede o malum boşanma gerçekleşti. İşte Mûte'nin kahramanı bu güzide insanın boşanma mevzuundaki katlandığı bu fedakârlık, Kur'an tarafından kayda geçiriliyor (Ahzab Sûresi, 33/37) ve Zeyd, bizzat Kur'an'da ismiyle yâd edilme şerefini ihraz ediyordu.
Üçüncü bir misal daha arz etmek istiyorum: Kur'an'da bahse konu olmasa bile Übeyy İbn-i Ka'b'ın (radıyallâhu anh) yaşadığı şu hadise de bunlardan geri değildi: "Bir gün Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Übeyy İbn-i Ka'b'ın yanına geldi ve ona; "Ya Übeyy! Rabb' im bana 'Übeyy'e git, sana Kur'an'ın şu şu ayetlerini okusun, buyurdu." dedi. Hazreti Übeyy büyük bir mutluluk içinde "Rabb'im benim adımı andı mı Ya Resûlallah?!" diye sordu. "Evet" cevabını alınca gözyaşlarını tutamadı ve hıçkırıklara boğuldu.
Şimdi, ümmet-i Muhammed'in bütününü ilgilendirmemesi, dolayısıyla da İslam tarihinde gerçekleşen büyük hareketlere nisbetle şahsî ve
küçük diyebileceğimiz hadiselerden dolayı Kur'an, bazı
sahabe-i kiramı hususi konumlarıyla, bazılarını da şahs-ı manevi olarak destanlaştırmaktadır. Mesela İlahi Beyan, bir yerde Şehitler Seyyidi Hazreti Hamza'nın, Şah-ı Merdan
Haydar-ı Kerrar Hazreti Ali'nin ve yine o kıymetli oymaktan gelen
Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) amcazâdesi Ubeyde İbn-i Hârise'nin mücadelelerini, yani hak ile batıl, iman ile
küfür arasındaki kavgayı tasvir ederken, bu iki düşüncenin temsilcilerinin âkıbetlerini de haber verir ve bir grubun katrandan
elbise giyip başlarına kaynar sular döküleceğini, diğer grubun da
altın bilezikler ve incilerle bezenip
giyim kuşamlarının ipekten olacağını bildirerek o kahramanlar topluluğunu alkışlayıp göklere çıkarır. (Bkz: Hac Sûresi, 22/19)
Evet Kur'an, onun hakikatlarına omuz veren ve Nebi'nin (sallallâhu aleyhi ve selem) uğrunda hırz-ı can eden herkesi alkışlamış, göklere çıkarmıştır. Eğer bu durum, Kur'an'da Kur'anî bir ahlak, Kur'anî bir prensip ise -ki yukarıda verdiğimiz misallerden öyle olduğu açıkça anlaşılıyor- o zaman kıyamete kadar gelecek, İslam'a hizmet eden insanlara Kur'an işarî mana ile niye bakmasın ki!?
ÖZETLE
1- Sahabe-i Kiram arasında öyleleri vardır ki, hayatlarında belki çok az fedakârlıkta bulunabilmişlerdir. Kur'an böyle birini ele alır, onu destanlaştırır, bayraklaştırır ve tarihe mal eder.
2- Suheyb-i Rûmi, Zeyd b. Harise ve Übeyy b. Ka'b, yaptıkları hususi fedakârlıklar sebebiyle Kur'an'ın kendilerinden doğrudan ya da işareten bahsettiği sahabilerdendir.
3- Rüyada bile olsa Efendimiz bize "hoş geldin" deyiverse, o kutlu, nurlu elini bir kerecik olsun günahkâr dudaklarımıza götürebilsek, artık o dudaklar cehennem yüzü görmez.