Hayatta bîtaraf olmak yok. Bir tarafta yer bulmak, bir şeyin tarafında bulunmak var. Herkes kendi
tercihinde yaşıyor, seçimiyle bir yer ediniyor hayatta.
İnsan ya yaradılışın gereği hakikate ayinedârlık edecek, ışık olup aydınlatacak yeryüzünü ya da karanlık olup her şeyin üzerini örtecek, küfrün yeryüzündeki temsilcisi olacak. Ya rahmet olup yağacak tarihin üzerine, ya da zalim olup karartacak kendi ve çevresindekilerin talihini.
Firavun kelimesi bu hayat tercihinin en net biçimde şekillendiği örneklerden biri. Yaşarken zalim de olmak var, mazlum da… Kötü anılmak da var hayırla yâd edilmekte. Dedik ya iki seçenek var. İkisinden birini seçiyor insan. Bîtaraf olamıyor, çünkü hayat bîtaraflığı kaldırmıyor.
Firavun kelimesi aslı itibariyle eski
Mısır hükümdarlarının adı olmasına rağmen, telaffuz edildiğinde asıl manasından öte zulüm ve tiranlığı akla getiriyor. Firavun’un dünyaya bıraktığı kötülük mirasından nasibini alan kelime, hakikati örtme ve karartma adına yapılan zalimlikleri temsil eden bir isim. Hakkın yanında veya karşısında durma şeklinde özetleyeceğimiz bu hayat duruşu Firavun’la sınırlı kalan bir durum değil kuşkusuz. Firavunluk, bir hâl, Firavun ise bu hâlin ifade ediliş şekli..
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi her ümmetin bir firavunu vardır. Şahsi çıkarları için, gerekirse memleketini bile satan, elde edeceği muhtemel kazançlar için her türlü taklayı atan, her türlü dolabı çeviren, insanından aldığı gücü insanına karşı ölçüsüz ve orantısız kullanmayı hak bilen insafsızlar, tarihin her döneminde olmuş ve olacaktır.
Hz. Âdem’in karşısında yerini alan baş düşman Şeytan’la başlayan bu süreçte, Hz. Nûh (aleyhisselam)’un Hâm ile imtihanıyla, Hz. Dâvud’un(aleyhisselam) Câlût ve avânesi ile yaşadığı badirelerle, Hz. Süleymân’ın karşısında
kaya gibi duran Sahr ile, Hz. İbrahim, tehdidinde yaşadığı Nemrut’la, Hz. Musâ, kendine göz açtırmayan Firavun’un zorbalığıyla, Hz. İsâ Buhtun-nasr ve Deccâl belasıyla, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) de
Ebû Cehil’in şeytanlığıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Ebû Cehil, adeta kendisinden önceki firavunların mini bir ‘prototipi’ gibidir. Zira onda, hepsinden bir
renk veya desen vardır. Ancak Ebû Cehil, ne ‘ilk’dir ne de ‘son’. İsmi farklı olsa da bugün de var, yarınlarda da olacak olan, aldanıp çevresinde toplananları kendi ihanetinde yakacak bir modeldir o.
Peki kimdir Ebû Cehil?
Işık Yayınları’ndan Dr.
Reşit Haylamaz imzasıyla yayınlanan, BİZİM FİRAVUN ‘bir tiranizm prototipi’ isimli eser, kaynaklarda yer alan küfrün babası Ebû Cehil’i, tarihi hadiseler ve
dini bilgiler ışığında bugünün yorumlarıyla ele alıyor.
Nasıl bir aileye ve karaktere sahiptir, nasıl yetiştirilmiş, neyi hedeflemiştir? Neden bile bile inkâr etmiş,
ilahi mesaja neden karşı durmuş, düşmanlığını sergilemek için hangi yolları denemiştir? Bu sorular belki de bugüne kadar edindiğimiz İslâm tarihi bilgilerimizle dimağımızda mevcut olabilir. Ama bu kitapta daha fazlası, Ebû Cehil zihniyetinin haritası var.
O dönemde Mekke’de onun kadar zâlim, onun kadar câni yok dense sezâdır. Pervâsızlığıyla önüne geleni eziyor, insanları İslâm’dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Resûlullah’a
hakaret üstüne hakaret ediyor, ashabına da işkencenin her türlüsünü tatbik etmekten âdeta zevk alıyordu. Hakka karşı olan nefret ve kini öyle boyutlara varmıştı ki, aldığı her haberle uykusu kaçıyor, her yerde pusuya yatarak
Allah Resulü’nü öldürmeyi, sindirmeyi, O ve O’na gönül verenleri yok etmeyi planlıyordu.
Çarşı panayır geziyor,
yandaş bulmaya çalışıyor, çevresinde toplananlara akıllar veriyor, hedefine varmak için kılıktan kılığa giriyordu. Allah Resulü’nü yok edemeyeceğini anlayınca taktik değiştiriyor, zehirli oklarını Kur’ân’a çeviriyor çeşitli yakıştırmalarla Allah kelamının insanlar üzerindeki tesirini kırmaya çalışıyordu.
İslam’ı gözden düşürmek için
Müslümanlara değişik yaftalar takıyor, sıcak ve
soğuk savaş taktikleri ile Müslüman olma eğilimindeki insanların gözünü korkutuyordu.
Mekke’nin efendisi(!)’nin Alemlerin Efendisi’ne karşı açtığı savaş canavarlara rahmet okutulacak cinstendi. Bu çetin mücadelede Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) kendi çizgisini bozmadan onu zulmünden vazgeçirmeye çalışıyor, onun ayağına tebliğe gitmekten geri durmuyordu. Alemlere Rahmet olarak gönderilen Nebî’nin merhametinden istifade etmeyi Ebû Cehil kendi eliyle reddediyordu. İnadına, inkârına yenik düştü ve Hakk’ın karşısında durmayı tercih etti. Hayat iki taraflı bir Bedir’den ibaretti o gün. Kaybeden yada kazanan olmak vardı, Ebû Cehil kaybedenlerden oldu.
Herkes cesetleri Bedir’de kalan Ebû Cehil ve 24 kişilik A takımını ‘ettiklerini bulsunlar, kurda kuşa yem olsunlar’ gibi bir yaklaşımla terk edilmesini beklerken Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onların gömülmesini istedi ve bu işe bizzat mübaşeret ederek dünyaya çok farklı bir mesaj sundu. O, Rahmet Peygamberi’ydi düşmanına bile dua eder, ölüsüne bile merhamet gösterirdi.
Dr. Reşit Haylamaz, küfrün ve zâlimliğin Asr-ı Saadette’ki sembolü olan Ebû Cehil’i çok farklı açılardan irdelediği eserinde İslâm Ümmeti’nin Firavununun ruh portresini çizmiş kitabında. Bizim Firavun ismi de oldukça yakışmış kitaba. Hayat var oldukça devam edecek bir mücadelenin bâtıl tarafını etraflıca tanıtmış bizlere. Dünden bugüne uzanan tecrübelerle Hak düşmanlarının
psikolojik tahlilini başarıyla yapmış.
Hayatının her anında Mekke’nin liderliğine oynayan, bu yolda önüne çıkan tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışan hırs ve kin küpü, mutlak bir zalimin portresi var bu kitapta. Elit
sınıf saplantısı, medya gücünü elinde tutma azmi, marifet saydığı hortumculuğu, hamle üstüne hamle yapan şeytanca zekâsı,
hain planlardaki ince hesapları, fırsatçılığı, ayak oyunları, ağırdan alanlara karşı tavrı, işlediği cinayetleri, kolektif hareketleri, diplomasi taktikleri, toplumsal
linç girişimleri, akredite önündeki engelleri ile kötülük destanının sembol ismi Ebû Cehil ve Ebû Cehilliğin yakından irdelendiği bu kitap bugün ve geleceği yorumlamanız adına size faydalı olacak..